Tarihsel-toplumsal kırılmalar, dönüm noktaları, paradigma değişiklikleri, köklü zihniyet değişimleri, bilimsel-teknolojik sıçramalar; öncelikle egemen kavramları sarsar, işlevsizleştirir, ama onları tümüyle yok edemez, çünkü kavramlar kültürel kesintisizliğe hizmet eder. Söz konusu köklü değişimler, kavramların anlamlarını istedikleri doğrultuda değiştirmeye yönelir. Bu; tarihsel, toplumsal bellek taşıyıcılarıyla hesaplaşmaktır bir bakıma. Tarihsel Anlambilim (Historische Semantik), kavram alanındaki olası anlam değişimlerini anlam daralması, anlam genişlemesi, anlam iyileşmesi ve anlam kötüleşmesi diye sınıflandırır. Daha basit bir anlatımla, anlam iyi veya kötü yönde daralır veya genişler. Son yıllarda mutluluk kavramında bir anlam hareketliliği yaşanıyor. Yaklaşık iki hafta önce neredeyse bütün kurumları, kuramları, kavramları ve kabulleri sarsan yapay zekânın, direk olmasa da mutluluk kavramını ve ona ilişkin kabulleri kökünden sarstığını “Küresel mutluluk eğrisi tersine döndü: Gençler artık en mutsuz nesil” başlığıyla haberleştirdi yerli ve yabancı gazeteler:
Yeni ve kapsamlı bir araştırma, insan mutluluğuna dair yıllardır kabul gören "U-eğrisi" hipotezinin artık geçerli olmadığını ortaya koydu. Prof. Blanchflower liderliğinde 80'den fazla ülkede yapılan çalışma, 2017 yılından bu yana gençlerin yaşam memnuniyeti açısından en düşük seviyeye gerilediğini ve orta yaştakilerden bile daha mutsuz olduğunu gösterdi. Uzmanlar bu küresel bozulmanın nedenini henüz kesinleştiremezken, akıllı telefon kullanımının yaygınlaşması en güçlü aday olarak öne sürüldü.
İnsan psikolojisi ve refah düzeyine ilişkin evrensel bir olgu olarak kabul edilen "mutluluk U-eğrisi" yerini, yaşamın başında en düşük memnuniyetin yaşandığı yeni bir düzleme bıraktı. Söz konusu eğri, mutluluğun gençlikte yüksek başlayıp orta yaşlarda düşüşe geçtiğini, ardından yaşlılıkta yeniden yükseldiğini savunuyordu. Cumhuriyet'in haberine göre, Dartmouth Üniversitesi'nden Prof. David Blanchflower ve ekibinin PLOS One dergisinde yayımlanan araştırması, bu biyolojik ve kültürel eğilimin insanlık tarihinde ilk kez bozulduğunu gözler önüne serdi. Uzmanlar, bu dramatik değişimin COVID-19 salgını veya ekonomik krizlerle doğrudan bağlantılı olmadığını, eğilimin 2011’de başladığını ve 2014 sonrasında hızlandığını belirtiyor.
Haberde 80’i aşkın ülkede yürütülen çalışmanın, genç yetişkinlerin geçmiş kuşaklara göre çok daha fazla kaygılı, umutsuz olduğunu ve yetersizlik duygusu taşıdığını gösteriyor. Bunun nedeni olarak direk yapay zekâ gösterilmese de, onun habercisi diye nitelendirilebilecek akıllı telefonların yaygınlaşmasından ciddi şüpheleniliyor.
Almanya’da 2020'den beri gençlik araştırmacısı Simon Schnetzer tarafından her yıl düzenli olarak "Almanya'da Gençlik" araştırması yapılıyor. 2000 kişiyi aşkın katılımcıyla gerçekleştirilen "Almanya'da Gençlik 2024" araştırması da, gençlerin hiçbir dönemde bu kadar kötümser olmadığını teyit ediyor. İki araştırma arasındaki fark, Simon Schnetzer’in bu ruhsal değişimi COVİD-19’la ilişkilendirmesidir. Schnetzer, araştırmasına ilişkin açıklamasında gençlerin geleceğe ilişkin bakışlarının temelden değiştiğine ve zihinsel güvensizliğine dikkat çekiyor.
Felsefe, Psikoloji, ekonomi, sosyal bilimlerin ortak uğraş alanı ve sanatın bitimsiz kaynağı olan mutluluğa ve iki araştırmanın dikkat çektiği tehlikeye ilişkin birkaç söz söylemek, bu yazının temel amacını oluşturuyor. Halk arasında “bu gök kubbe altında söylenmemiş bir söz yoktur” kabulü herhalde en çok mutluluk için geçerlidir. Ama bir de Humboldt’a dayandırılan “her söylenen söylenmeyene zemin hazırlar” sözü de var. Adorno’un “yeni söylenen şey yenidir” sözü ise halk arasındaki kabulün tamamen tersini özendiriyor. Humboldt’un özendirimi ve yüreklendirmesiyle mutluluğa ilişkin bir şeyler söyleyerek söylenmeyene zemin hazırlamayı deneyelim mi?
Kültürden kültüre biraz farklılık gösterse de mutluluk; saadet, huzur, sevinç, bahtiyarlık, hoşnutluk, şans, baht, ilişki, saygınlık, kabul, aidiyet, sağlık hareket, bereket, sıcaklık, coşku ve dinginlik gibi kavramlarla yakın akrabadır. Böylesine geniş bir anlam alanına sahip olduğu için her türlü tanımlamaya direnir, kolay tanımlanmadığı için de tanımlama girişimlerini özendirir. Ardından koştuğumuz, geride bıraktığımız; sağından, solundan, üstünden, önünden geçtiğimiz; yanında, arkasında, önünde, karşısında durduğumuz; çok arayıp az bulduğumuz, bulunca çoktan yitirdiğimiz; hayallerimizi süsleyen, umutlarımızı besleyen, anılarımızı diri tutan; ürkek, nazlı, kırılgan, gelip geçici, acayip bir şey desem; aklınıza mutluluk gelir mi?
Alan yazınında en çok sorulan, “mutluluğun rastlantısal olup olmadığı ve ona ilişkin bizim yapabileceğimiz bir şey var mıdır?” sorusudur. Buna ilişkin farklı yaklaşımlar olsa da, mutluluğa ilişkin bir şeyler yapılabileceğinde görüş birliği var. Belki de mutluluk ne tamamen bize bağlı ne de bizden bağımsız. Almancada “das Glück” sözcüğünün hem mutluluk hem de şans anlamına gelmesi bunu teyit ediyor sanki. Herkesin farklı mutluluk tasarımı olsa da; hareket, spor, geniş bir sosyal çevre, sağlıklı ilişkiler, sohbet-muhabbet, severek yapılan bir meslek, özbarışıklık, özkabul ve gündelik hayatı hoşnut kılacak etkinliklerin herkese iyi geleceğini söylüyor uzmanlar. Günlük mutluluk anlarını bir güncede tutmayı da önerenler var.
Mutluluk nicel değil, nitel olduğu için tümüyle ölçülmeye, karşılaştırmaya ve genellemeye izin vermez. Nesnel değil, öznel olduğu için de, tıpkı insan gibi biricik ve çatışkılıdır. Olanaklar varlığı insanın olanakları kadar mutluluk/mutsuzluk kaynakları vardır, mesele hangi kaynağı beslediğimiz ve hangi kaynaktan beslendiğimizdedir sanki. Yazının kapsamı gereği mutluluğa ilişkin saptamaları Nicolas Chamfort’un bir sözüyle sonlandırmak istiyorum: Mutluluğu kendi içimizde bulmak zor, başka bir yerde bulmak ise imkânsızdır.
Prof. David Blanchflower’in ve Simon Schnetzer’in gençliğe ilişkin bulguları ürkütücüdür. Özellikle 80’ den fazla ülkede aynı veya benzer sonuçların çıkması daha da ürkütücü, çünkü sorunun yerel değil, evrensel olduğunu haykırıyor. Gençlerin mutsuz ve kötümser olması, gelecek nesillerin de ruh sağlığını tehdit ettiği için herkesin ortak sorunudur. Artık tüm dünyada siyaset, eğitim, sağlık, ekonomi ve hukuk kurumlarının; kendilerini sorgulamaları ve insan odaklı olarak kendilerini yeniden inşa etmeleri kaçınılmaz görünüyor. En çok övülen, övünülen ve sözde korunmaya çalışılan aile kurumunun nasıl savrulduğuna ve nerelere savrulabileceğine ilişkin ipuçları veriyor böylesi çalışmalar. Özellikle Schnetzer’in açıklamalarında öne çıkan zihinsel güvensizlik kavramı çok düşündürücüdür. Bana, çalışmakla bir yere gelinebileceğine ilişkin inancın yitirilmesini çağrıştırıyor; zihinsel üretimlerle dünyanın daha iyiye evirilebileceğine ilişkin kabulün kökünden sarsılmasıdır sanki. Mutluluğun disiplinler arası özelliği, çözüm olanakları için disiplinler arası bir dayanışmayı gerektiriyor. Mutluluk gibi mutsuzluğun da geçici olması, umudumuzu diri tutuyor. Ama mutluluk için eylem şart!
Herkesin ayrı bir mutluluk tasarımı var. Başkasına zarar vermediği sürece hepsi çok değerli Benim için okumak mutluluk, yanlış anlama ve anlaşılma kaygısının olmadığı arkadaşlar arasında bulunmak ve içini özgürce dışa vurmak daha büyük mutluluk, başkasının sevincine sevinebilmek ise en büyük mutluluktur. Ya sizin için?

01 Aralık 2025 09:55

10 Aralık 2025 16:42
13 Aralık 2025 19:19

12 Aralık 2025 23:09

05 Aralık 2025 06:37

03 Aralık 2025 03:51

10 Aralık 2025 11:30

12 Aralık 2025 12:24

08 Aralık 2025 17:11

04 Aralık 2025 22:56