Mehmet KARASU
Kategori: Edebiyat - Tarih: 21 Eylül 2025 23:07 - Okunma sayısı: 152
Mehmet KARASU
Çinli filozof Konfüçyüs’e sorulur:
“Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
O da şu yanıtı verir:
“İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içindeki halk ne yapacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Bu sözler, dilin yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda toplumsal düzenin temeli olduğuna işaret eder. Dilin bozulması, toplumsal çöküşün başlangıcıdır. Dil, birey ile toplum arasındaki en güçlü bağdır; bir ulusun belleği, tarihi ve kültürü onunla taşınır. Bu nedenle Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de yayımladığı ünlü fermanı bir dönüm noktasıdır:
“Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmayacak.”
Türkçeyi devlet dili olarak kabul ettiren bu ferman, yalnızca siyasi bir karar değil, aynı zamanda kültürel bir manifestodur.
Yusuf Has Hacip, dilin gücünü şu sözlerle dile getirir:
“Dil değerlendirir insanı, onunla mutluluğa erer; dil değerden düşürür insanı, dili yüzünden başı gider.”
Burada vurgulanan, dilin insanın kimliğini, onurunu ve toplumsal konumunu belirleyen asli unsur olduğudur.
Osmanlı aydınlarından Şemsettin Sami, Osmanlıcayı tanımlarken şu acı gerçeği dile getirir:
“Türk’e okusak anlamaz, Arap’a okusak anlamaz, Acem’e okusak anlamaz; öyleyse bu dil ne dilidir?”
Bu eleştiri, dilin yabancı etkiler altında kendi özünden uzaklaşmasının, halk ile aydın arasında kapanmaz uçurumlar yarattığını göstermektedir.
Büyük şair Nazım Hikmet ise Türkçeye olan sevgisini destansı bir dille dile getirir. Ferhat ile Şirin’in aşkını Türkçenin güzelliğine benzetir:
“Sen yakından da uzaktan da, her zaman, her mekânda, konuştuğum dil gibi, Türkçe gibi güzelsin, Şirin.”
Nazım için Türkçe, halkın tutkusu, özlemi ve direncidir. Onun bir mektubunda söylediği şu cümle, dil sevgisini toplumsal bir ülküyle birleştirir:
“Dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki en başta gelenlerinden olan Türkçeyi severek yazmak. Böylesine büyük, yararlı bir sevginin içinde, bilincin, dünyayı haklıdan, doğrudan ve güzelden yana değiştirme isteği de bulunmalıdır.”
Dil, yalnızca geçmişi aktaran bir araç değildir; aynı zamanda geleceği kuran bir güçtür. Oktay Sinanoğlu’nun sözleri bu gerçeği hatırlatır:
“Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntılarıyla doludur.”
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de dilin, ulusal bağımsızlığın ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulamıştır:
“Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Bu düşünceyle Atatürk, 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni, yani sonradan Türk Dil Kurumu’na dönüşecek olan yapıyı kurdurmuştur. 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, yalnızca bir bilimsel toplantı değil, aynı zamanda yeni ulusun dilde bağımsızlık ilanıdır. İşte bu nedenle, her 26 Eylül, Dil Bayramı olarak kutlanır.
Dil Bayramı, Türkçenin tarih boyunca geçirdiği dönüşümlerin, verdiği mücadelelerin ve taşıdığı zenginliğin simgesidir. Uluslaşmanın iki temel dayanağı olan tarih ve dil, Atatürk’ün deyişiyle, ulusal kimliğin mihenk taşlarıdır. Türk dili, çağlardan süzülüp gelen bir nehir gibi, kimi zaman bulanık, kimi zaman berrak, ama her daim canlı ve üretken bir akıştır.
Bugün, Türkçemiz yabancı sözcüklerin yoğun saldırısı ve yanlış kullanımın yarattığı yozlaşmayla karşı karşıyadır. Bu durum, yalnızca bir dilsel sorun değil, aynı zamanda bir kültür ve kimlik sorunudur. Dil sevgisini yaşatmak, aslında yurt sevgisini korumaktır. Çünkü dil, bir ulusun en büyük ortak paydasıdır.
Bu nedenle her bireye düşen görev açıktır: evde, okulda, sokakta, işte ve sanatta dilimize sahip çıkmak. Çocuklarda ve gençlerde dil bilincini geliştirmek, Türkçe sevgisini yaygınlaştırmak ve onu yalnızca bir iletişim aracı olarak değil, ulusal varlığımızın temeli olarak görmek.
Dil, bir ulusun kalbidir. O kalp sustuğunda, ulus da sessizliğe gömülür. Türkçemiz yaşadıkça biz de yaşayacağız; biz yaşadıkça Türkçemiz de çağlara ışık tutmaya devam edecektir.
17 Eylül 2025 16:09
04 Eylül 2025 18:17
01 Eylül 2025 22:33
20 Eylül 2025 01:25
15 Eylül 2025 18:13
11 Eylül 2025 12:41
01 Eylül 2025 19:40
01 Eylül 2025 22:17
03 Eylül 2025 15:09
15 Eylül 2025 13:11