Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

CARL GUSTAV JUNG’LA DERİN SOHBETLER 1

Eğitimci Yazar Hatice ERDEM

Kategori: Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Tarih: 28 Kasım 2025 09:37 - Okunma sayısı: 13

CARL GUSTAV JUNG’LA DERİN SOHBETLER 1

CARL GUSTAV JUNG’LA DERİN SOHBETLER 1

“Merhaba sevgili okuyucularım. Bu kez, düşünsel yolculuklarımda bana uzun zamandır eşlik eden Jung’u bir hikâyenin içinden anlatmak istedim. Onun izleriyle örülü bu anlatının size de yeni kapılar açmasını dilerim.”

Sonbaharın yapraklarını hoyratça savurduğu bir günün akşamında, yağmur damlaları aniden ahşap evin camlarını hiddetle dövmeye başlamıştı. Genç kadın yağmurun tedirgin edici melodisi eşliğinde masasına eğilmiş notlarını toparlamaya çalışıyordu. Kısa bir süre önce elektrikler kesilmişti. Cılız mum ışığında seçmeye çalıştığı titreşen harfler arasında kaybolmuştu.

Araştırma konusu rüyalar, dinler, felsefe, tasavvuf, kuantum fiziği, simya, kabala, gnostik metinler, mitler, ritüeller... ve daha birçok şeydi. Tüm bunlar arasında güçlü bir bağlantı olduğunu biliyordu. Ancak mantıkla sonuca varan sol beyni bir türlü bunların bağlantısını sentezlemesine izin vermiyordu.

Çocukluğundan beri peşini bırakmayan ve son zamanlarda yine kendini sahneye atan “Ben kimim? Neden bu dünyada varım?” Soruları onu bu araştırmalara itmişti. Bunda rüyaları ve içsel bir sesle ona anlatılanlar oldukça etkiliydi. Bu ses kime aitti? Bu rüyaların senaristi kimdi? Hatırlıyordu ama neyi hatırladığını kestiremiyordu. Ya da birisi mi ona bunları hatırlatmak istiyordu muammaydı.

Birden kapı çaldı. Akşamın bu saatinde kimseyi beklemiyordu. Acele etmeden kapıya doğru yürüdü. Dürbünden baktı. Ama karanlıkta kimseyi göremedi. Zinciri takıp kapıyı araladı. Cılız mum ışığıyla birlikte beyaz saçlı, gözlüklü, iyi giyimli bir beyi seçti gözleri. Bu sima çok tanıdıktı. Ama bir türlü kim olduğunu çıkaramıyordu. Kapının aralığından seslendi.

“Kimsiniz?”

Adam cevap verdi.

“Ben Carl Gustav Jung.”

Bu ismi duymasıyla kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu. Evet, o tanıdıklık hissinin nedenini şimdi anlamıştı. Gerçek olabilir miydi? Daha dün onun “Kırmızı Kitap” adlı eserini satın almıştı. Henüz okumaya fırsatı olmamıştı. Bir an beynindeki sinapslar cızırdadı. Birbirleriyle tanıdık bağlantıları kurmak için yarışıyor gibilerdi. Bu kitap onun ölümünden sonra basılmamış mıydı? Yoksa ölmemiş miydi? Şu an bir Mandela etkisi yaşıyor olabilir miydi? Bütün bildikleri birbirine girmişti.

Heyecanla kapıyı açtı. Adamın gözlerindeki bir göl gibi sakince parlayan bilgelikten etkilendi. Hipnotize olmuş gibi onu içeriye davet etti. Kahvelerini alıp sohbete başladılar. Genç kadının o kadar çok sorusu vardı ki... bunları birinci ağızdan öğrenecek olmak ise heyecanını artırıyordu.

“Jung deyince insanların aklına ne gelmeli?”

“Tıp eğitimi aldıktan sonra psikiyatri ile yoluma devam ettim. Hocalarım psikiyatri kelimesini duyunca çılgına döndüler. Benim bir cerrah olmamı istiyorlardı. Ama ben onları dinlemedim. Çünkü asıl merakım; insan ruhunun derin işaretleriydi. Bu işaretleri okumam için tıp eğitimi ve klinik çalışmalar yeterli değildi. Bu ise beni birçok alanda yaşayacağım tecrübelere sürükledi. Meslek camiasında birçok kınanmaya maruz kalsam da pes etmedim. Böylece Analitik Psikoloji Ekolünü kurdum.”

Genç kadın, onu zihniyle kalbi arasında bırakan sorularına yanıt almak ister gibi ivedilikle yeni bir soruya geçti.

“Neden psikiyatriye ilgi duydunuz? Sizi bu araştırmalara iten neydi?”

Derin bir nefes alan Jung çocukluğuna doğru bir yolculuk yaptı. Kesik kesik maddeledi onu bu alana iten olaylar silsilesini.

“Çocukken beni etkileyen bir rüya ile başladı yolculuğum... daha sonra papaz olan babamın “Düşünme, sadece inan!” sözlerine karşı çıkışım... gündüz sıradan bir kadın olan ama gece Bilge bir kadına dönüşen annem... okul sıralarında uğradığım iftira... okuduğum filozoflar... medyum olan kuzenimin ruh çağırma seanslarına katılmam... ve kendi bilinçdışımla kurduğum temaslar...

Her biri bu yolda olmam gerektiğini hatırlatan uyarıcılar gibiydi. Tüm yaşamım boyunca inanmayı değil deneyimleyerek anlamayı seçtim. Bu yüzden asıl beni tetikleyen sebep; kişiliğin gelişiminde esas olanın bilinç düzeyinde değil bilinç dışında gerçekleştiğini keşfetmemdi. Bu benim yaşam amacım oldu aynı zamanda.”

Genç Kadın aradığı yanıtları almış gibi merak ettiği başka bir konuyu sordu.

“Birçok toplulukla deneyimleriniz olduğunu duydum. Nerelere gittiniz? Zor bir yaşam değil miydi sizin için?”

Jung bilgece bir tebessümle bu soruyu yanıtladı.

“Önce Kuzey Afrika da, Arizona da ve New Mexico da Pueblo yerlileriyle yaşadım. Sonra Kenya da Elgon dağı eteklerindeki yerlilerle yaşadım bir süre. Çin felsefecisi, Hint bilimci, Macar Mitoloji Uzmanı gibi birçok insanla çalıştım. Birçok dile olan hakimiyetim işimi kolaylaştırmıştı. Simya, Astroloji, Parapsikoloji, Mitoloji, Antropoloji, Felsefe, Dinler Tarihi, Kabala, Fizik... Aklına gelebilecek tüm bilgileri analiz etme fırsatım oldu bu süreçte. Yorucu ama öğretici bir hayattı. Çünkü şifayı sembollerin, figürlerin, mitlerin, ilkel insanın ritüellerinde saklı olan başka bir dünyadan bulup çıkarmanın peşine düşmüştüm.”

Kadının aklı almıyordu böyle zor bir hayatı. Ancak hedefi uğruna her türlü zorluğa katlanma gücüyle donatılmıştı nihayetinde insan.

“Peki Freud ile neden yollarınız ayrıldı?”

Jung’un yüzü acı bir anıyı hatırlamış gibi kısa bir süre dalgalandı. Görmüş geçirmişliğin verdiği huzurla hızlı bir şekilde metanet dolu bir hale büründü yüzü.

“Freud çok zeki, akıllı ve olağanüstü biriydi. Birlikte aynı ormana girdik, ancak zamanla farklı patikalara saptık. Freud insan ruhunu daha çok bir evin mahzenine benzetirdi. Bu mahzen oldukça karanlıktı ve bastırılmış arzuların saklandığı bir yerdi. Cinsellik ve travmalar hakimdi onun öğretisine.

Bu öğretiye saygı duyuyordum. Belli bir yere kadar bulgularını destekliyordum. Ancak ben o mahzende sembollerle bezeli aralık duran kadim bir kapı gördüm. O kapının ardında yalnız bireyin değil, bütün insanlığın anıları vardı. Ancak Freud buna pek sıcak bakmadı.”

“Bütün insanlığın anıları derken?”

“Yani kolektif bilinçdışı.”

“Biraz daha açar mısınız?”

“Tabii. Bu alan, tarih boyunca her kültürde, dinde ve mitolojide tekrar eden sembollerin ve temaların neden bu kadar benzer olduğunu açıklar. Çünkü tüm insanlık, aynı temel bilinçten beslenir. Senin rüyandaki ejderha ile bir Afrika kabilesinin dansındaki yılan motifinin aynı kaynaktan geldiğini düşündüm hep. “Bu kadar benzerlik tesadüf olamaz” dedim. Kolektif bilinç dışının dili semboller, iletişim kanalı ise rüyalardır. Freud ise buna “fazla mistik” dedi. Ona anlattığım rüyayı yorumlayamaması, kendi deneyimleri konusunda bana karşı şeffaf olmaması yollarımızın ayrılması gerektiğini gösteren işaretlerdi benim için. Ancak ben içimdeki sesi dinledim ve onun peşinden gittim.”

Genç Kadın sinema perdesine yansıtılmış mistik bir filmi izlemeye hazırlanır gibi meraklı bir ses tonuyla sorusunu sordu.

“Ne tür deneyimleriniz oldu?”

Jung anılara dalmıştı. Ruhu uzak diyarlarda geziniyordu sanki. Transtan çıkmış gibi irkilip masanın üzerindeki “Kırmızı Kitap”ı eline aldı. Gizli bir hazineye işaret ediyormuş gibi gözleri aydınlandı.

“Bu bir iç yolculuk güncesi. Ama öyle sıradan bir günce değil. 1913 ‘de başlayan ve uzun yıllar süren zaman dilimi benim için oldukça zor ve yoğun bir dönemdi. İçimde fırtınalar vardı; rüyalar, içsel görüntüler ardı ardına geliyordu. Bunlar yalnızca hastalarımdan dinlediğim türden bilgiler değildi; kendi iç dünyamın canlı mitleri, dramalarıydı. Bazen gece herkes uyurken çalışma odama geçer, bilinçdışından yükselen imgeleri kaydederdim. Yaşlı bir bilge, kör bir rehber kadın, çölde yürüyen bir adam… Renkli kanatlı, boğa boynuzlu adam... Yılan... İlyas... daha neler neler... Aktif hayal tekniği diye adlandırdığım bir yöntemle — gözlerimi kapatıp içimdeki imgelerle ‘konuşarak’ — bu rüyaları, vizyonları yazdım ve resmettim. Bunları halka açıklamaya hazır hissetmedim. Kırmızı Kitap, aslında kendi ruhumun haritasıydı... Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde öldürdüğü Tanrı’yı ben ruhlarda dirilttim...”

Genç Kadının henüz okumayı bekleyen bu kitaba olan merakı daha da arttı. Jung’un anlattığı deneyimler ise ona çok tanıdık geliyordu. Jung’un buraya gelmesi bir tesadüf olamazdı. Her konuşmada anlamlandıramadığı deneyimleri anlam bulmaya başlamıştı. Fısıltıyla konuştu.

“Kulağa biraz fantastik geliyor.”

“İç dünya zaten fantastiktir. İnsanların çoğu bu kapıyı hiç açmadan ömür geçiriyor. Ben açtım. Başta korkutucuydu ama hiç ummadığım kadar öğreticiydi. Keza bilinç dışı geçmiş tarihin toplamından ibaret değildir, gelecek de onda gizlidir. Birçok yazarın, sanatçının ilham aldığı, dehaların beslendiği kaynak burasıdır.”

“Peki insan bu kaynaktan nasıl beslenebilir?”

“İnsanın kendisiyle yalnız kalması... Mihenk taşı da yol da budur...”

Genç kadın daha fazla ısrarcı olmadı. Kitabı okuduğunda onun ruhunun hatta kendi ruhunun haritasını göreceğini hissediyordu. Konuyu merak ettiği başka bir alana kaydırdı.

“Kolektif bilinçdışı kavramına ulaşma serüveniniz nasıl oldu? Mitlerle, danslarla, eski ritüellerle neden bu kadar ilgilendiniz?”

“İlk serüvenim kendi klinik gözlemlerimdi. Hastalarımın rüyalarında tekrarlayan imgeler dikkatimi çekmişti. Sonra mitoloji, dinler, halk masalları, eski metinler ve sanat eserleri... Yabancı kültürlerin ritüellerini ve sembollerini inceleyen antropologların yazılarını okudum. Bazen belgelerle, bazen doğrudan başkalarının anlattıklarıyla ilerledim. Dünyanın her yerine gidip bu hikâyeleri topladım. Literatürdeki eski mitleri ve masalları bir araya getirdim. Rüya kayıtları topladım, notlar aldım, kendi rüyalarımı da kaydettim.

İnsanların dansları, törensel ritüelleri ve şenlikleri de bana imgeleri gösterdi; ritüellerin tekrar eden hareketleri, sık kullanılan semboller, arketiplerin izlerini taşıyordu. Danslarda, sembollerde, şaman ritüellerinde hep aynı çekirdeği gördüm.

Bu farklı kaynaklarda aynı temaların tekrarlandığını görünce, ‘bireysel bilinç’ dışında paylaşılan bir şey olmalı diye düşündüm. Buna kolektif bilinçdışı dedim: Yani insanlığın ortak görüntü deposu...”

Genç Kadın bu araştırmalara hayran kalmıştı. Bu hayranlığı nasıl ifade edeceğini bilemedi. Onun yerinde olmayı diledi.

“Bunlar muhteşem deneyimler!”

Jung bilgece bir tebessümle kahvesini yudumladı. Geçmişte yaptığı onca yolculuğunu hatırlar gibi derinlere daldı. Bir sır veriyormuş gibi sesinin tonu gizemli bir tınıya büründü.

“Birçoğu inkar edip kabul etmese de, mitler aynı kaynaktan beslenen birçok ortak hikâyeyi barındırır. Dahası insanlık aynı rüyaları binlerce yıldır farklı kelimelerle anlatır. İşin özü ne biliyor musun? Her rüya, insanlığın ortak hafızasından bireye gelen mektuplardır aslında.”

Genç Kadın şaşkındı. Mitolojilerin ortak yönlerini biliyordu ama ortak rüyalar... Bu bilgi yeniydi onun için. Jung'un kelime seçimlerindeki detaylar ise gizli bir hazinenin anahtarları gibiydi. Yüzünde asılı kalan şaşkın ifadeyle sorusunu sordu.

“Bir tane ortak rüya örneği verir misiniz?”

“Aklına yatmadı sanırım. Avrupalı bir hastam rüyasında, karanlık bir kuyunun dibinde durduğunu ve duvarlardan yukarı doğru sarmal şeklinde kıvrılarak yükselen dev bir yılan gördüğünü anlatmıştı. Bu yılan ona tehdit değil, karanlıktan çıkışı sağlayan kadim bir güç gibi görünmüştü.

Rüyayı dinlediğim anda, Hint kozmolojisindeki yaratıcı yılanı hatırladım. Orada da evren, başlangıçta karanlıkta kıvrılan bir yılanın üzerinde yükselir; yılanın hareketi ışığı ve dünyayı doğururdu.

Hastam bu mitleri bilmiyordu. Yine de rüyasında aynı sembol ortaya çıkmıştı. Benim için bu, kolektif bilinçdışının en açık ifadelerinden biriydi: İnsan ruhu kültürden bağımsız olarak aynı imgeleri üretir.

Yılan, hem yaratıcı hem dönüştürücü güç olarak her yerde aynı kaynaktan yükselir.

Dahası notlarımda rüyalarda görülen yumurta imgeleri vardı. Aradan birkaç yıl geçti. Kuzey Amerika’daki bir kabilenin yaşlı bir bilgesinin masalını dinlerken donup kaldım. Onlar da gökyüzünde ‘kozmik bir yumurta’nın varlığından söz ediyordu. Bu yumurta, dünyayı başlatan ilk ışık kaynağıydı onlara göre.”

Genç Kadın hayretler içinde konuştu.

“Ama bu kişiler birbirini hiç tanımıyor. Hatta kültürleri bile bambaşka!”

Jung başını onaylar gibi salladı.

“Daha ilginç olanı şu: Aynı ‘kozmik yumurta’ motifi Hindistan’ın Vedalarında, Mısır’ın Hermopolis metinlerinde ve Fin mitolojisinde de var.”

Kadın diyecek kelime bulamıyordu. İri gözleri şaşkınlığını dışa vurur gibi daha da irileşti.

Jung ellerini birleştirdi. Kafasını kadına doğru eğdi. Onu anlayan bir tavırla gözlerinin derinliklerine baktı. Hayatı boyunca bunları anlattığı insanlardan bu tepkiyi görmeye alışıktı. Kadifemsi bir tonda konuşmaya başladı.

“Hayret etmekte haklısın. Yani birinin rüyasında gördüğü imgede, insanlığın en eski simgesinin yankısı vardır. Mesela yumurta, bireyin içsel yeniden doğuşunu anlatırken, farklı kültürlerde evrenin yaratılışını anlatıyordu.”

Genç Kadın meseleyi çözmüş gibi şaşkınlıkla konuştu. Sesi farkında olmadan yüksek çıkmıştı.

“Bu, kültürler arası rastlantı değil… gerçekten de ortak bir kaynağın izi!

“İşte bunun için ‘kolektif bilinçdışı’ kavramını kullandım. İnsan ruhu, yaşadığı coğrafyadan daha geniş bir alanın parçasıdır çünkü.”

Genç Kadının bunları sindirmesi kolay değildi. Bu konunun derinliklerini öğrenmeyi sonraya ertelemek istedi. Yeni bir soruyla devam etti.

“Peki Gölge ve Persona tam olarak nedir?”

Jung filozof edasıyla derin bir söz bıraktı ortaya.

“Işık olabilmek için önce karanlığınla yüzleşmelisin.”

Yağmur hâlâ yağıyordu. Pencerelerden akan su, bir şelaleyi andırıyordu. Bu şelalenin dinginleştirici etkisiyle bir süre sessiz kaldılar. Kahvesinden bir yudum alan Jung devam etti.

“Gölge... bu çok derin bir konu. Gölge, kendine itiraf etmekten çekindiğin taraftır. Öfken, kıskançlığın, korkuların, gizli hırsların…

Ama bazen de keşfedilmemiş yeteneklerindir. İnsan gölgesini reddettikçe güç kaybeder. Gölgesiyle tanıştıkça bütünleşir.”

Genç Kadın aradığı doktor ayağına gelmiş gibi hissetti. Çekingen bir sesle konuştu.

“Peki insan gölgesiyle nasıl yüzleşir?

DEVAM EDECEK...

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
Fikir Yazıları - 25 Kasım 2025 12:55

Ruha Şifa

BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Psikoloji-Sosyal Psikoloji Yazıları