Türk Siyasetinin Tartışmalı Portresi: II. ABDÜLHAMİD

Siyaset Bilim - MURAT AYDIN

Türk Siyasetinin Tartışmalı Portresi: II. ABDÜLHAMİD
Millet sistemi üzerine kurulmuş Osmanlı İmparatorluğu, XVII. yüzyıldan itibaren artan savaşlar ve sonrasının milletçilik akımıyla giderek bir girdabın eşiğine gelmiştir. Bu girdap devletin tüm örgütsel yapısından yönetici kesimin bilgi, birikim ve tecrübe gibi hususlarını içeren niteliğine, devlet-toplum ilişkisinden toplumun sosyal ve kültürel kodlarının anlamlarına kadar bir dizi geniş unsuru kapsayacak şekilde kendisini göstermiştir. Geriye gidişin farkına varılması ve bunu önlemeye yönelik girişimler, özellikle devletin kurtarılması bağlamında, yama niteliği taşıdığı gibi tüm girişimler devlet adamlarının dönemleriyle sınırlı kalmıştır. Islahatların süreklilik taşımaması, iktisadî dar boğazın varlığı, devletin ciddi boyutlara varan toprak kayıplarının da olduğu bir dizi siyasal koşullar, dönemin atmosferini belirlediği gibi sonraki dönemlerin algıları üzerinde de etkili olmuştur. Patikaya bağımlılığın buradaki niteliği, cumhuriyet modernleşmesinin daha keskin ve köklü olmasıyla ulus-devlet politikasının sosyal ve kültürel alana sirayetinin yankıları Türk siyasal kültürünün düşünselliği ve algısının keskin hatlara sahip olmasında etkili olmuştur.
Türk siyasal kültürünün böylesi bir keskinlikle karşı karşıya kalmış olması devlet-toplum ilişkisinden, politik süreçleri değerlendirmeye kadar bir dizi unsurun ele alınma tarzında aleni olarak belirgindir. Bu belirginliğin kendini görünür kıldığı hususlardan biri tarihteki birçok şahsiyetin tartışılmasında ortaya çıkmaktadır. Farklı toplumsal tabaka veya sosyal/kültürel aidiyetler ekseninde birçok siyasal aktör çeşitli kapsamlarda "öteki" olarak konumlanmış olmakla beraber, politik alan şekillendirilirken belki de hiç kimse II. Abdülhamid kadar belirsizlik taşımamıştır. Çünkü II. Abdülhamid parçalanmakta olan bir imparatorluğun mensubu olmaktan ziyade modernizmle gelenek arasındaki tarihsel çatışma ve bu çatışma da atıf yapılan bir başlangıç aşamasıdır. Bu çıkışa somutluk kazandıran ise varlığını denge politikasına dayandırmış olan bir imparatorluk devletinin artan toprak kayıpları, iktisadî dar boğazlık, her şeyden önce milliyetçiliğin; millet sistemiyle örgütlenmiş olan devletin varlığını tehdit etmesinin politik düzlemde İslamcılık politikasını güçlendirmesidir. Netice de otuz yıllık bir istibdat dönemiyle anılan II. Abdülhamid’in, günümüzün politik düzleminde sahiplenildiği kadar ötekileştirilen bir şahsiyet olmasında modernleşmenin tek düzeyliği ve tampon olabilecek bir ara tabakanın olmamasının(sosyal sınıflardan yoksunluk) çatışma halindeki tarafları doğrudan karşı karşıya getirmesiyle yakından ilişkilidir. Başka bir ifadeyle özellikle XVIII. yüzyıldan başlayan Osmanlı modernleşmesinin yöntem ve niteliğinin belirleyici olduğu ayrımda, modernleşme sürecinin ötekisi olarak konumlanan ve politik çatışmanın sebebiyet verdiği tarihsel ikililiğin kaynaklarından biri olan İslamcı düşüncenin II. Abdülhamid tarafından referans kabul edilmesi belirleyici olmuştur.
Siyasal alanın ötekisi olan ve II. Abdülhamid ile özdeşlik kazanmış olan İslamcılık, dönemin siyasal ve toplumsal kimlik politikalarının prototipi olarak bilinçli bir eğilim olabileceği gibi pragmatizm de olabilir. Özellikle toplumsal kopuşlarla devletin dağılmasındaki hızlanma, devletin egemenlik sahasındaki dış müdahalelerin varlığı ve eğitim alanındaki imtiyazları içeren birçok etmenin bulunduğu koşullarda, iktidarın, egemenliğini sürdürmek adına devletin ideolojik aygıt olarak İslamcılık düşüncesini ön plana çıkarmış olması güçlü bir argüman olarak karşımızda durmaktadır. Benzer şekilde, özel okulların sayısındaki artış ve devletin varlığına tehdit olarak algılanan bu kültürel durum, eğitim veyahut bürokratik kadro açısından devlete sadakatin İslami referanslarla oluşturulmaya çalışılması da bu olguyu güçlendirmektedir. Diğer yandan modernleşmeye yönelik keskin müdahalelere direncin belkemiği ve toplumsal düzenin önemli mekanizmalarından biri olan şer’i değerlerin akademik ve toplumsal bellekteki vurgusunun Osmanlı devlet yapısının teokratikliğiyle bütünlük içinde değerlendiriliyor olması II. Abdülhamid dönemi İslamcılık politikasının pragmatikliğini geriye bırakmaktadır. Benzer şekilde dönemin modernleşmeden yana olan kadrolarının, dönemin ruhuna ve aldıkları eğitime uygun olarak bu düşünceyi taşımış olmaları da bir diğer belirleyici husustur.
Türk siyasal kültürünün, modernleşme ve dağılmakta olan bir imparatorlukla kurulmakta olan bir devletin politik sancılarını fazlasıyla taşıyor olması tarihsel dönemleri değerlendirmede handikapları da beraberinde getirmektedir. Bu tarihsel handikaptan payını alan şahsiyetlerden biri olan II. Abdülhamid, Türk modernleşmesindeki sekülerizm ve eğitim politikasına gidişin kilometre taşlarından biridir. Her ne kadar kültürel ve siyasal parçalanma karşısında iktidarı korumaya yönelik İslam bilgileri (Ulûm-i âliye-i diniye) şubelerinin kurulması ve müfradatta bu yönde eğilimler ağır basmış olsa da her düzeydeki eğitim kurumundaki artışlar (özellikle idadilerle rüştiyelerin( ortaokul ve lise) sayılarındaki) kayda değer bir girişimdir. II. Mahmut’la başlamış bürokratik dönüşümün II. Abdülhamid döneminde dinsel kimlikli bir görünüm kazanmış olması modernleşme de gecikmelere vesile olmuş olsa da dağılmakta olan bir imparatorluğun kendi varlığını devam ettirmeye yönelik bir çaba olarak görülmesi, hem tarihsel sürecin daha iyi algılanması hem de Türk siyasetinin cumhuriyet sonrası siyasal kültür alanındaki dogmatikliğinin aşılmasında önemli bir kilometre taşı olacaktır.

& quot;