METNİN ÇIĞLIĞI

Dil Felsefesi - Prof. Dr. Faik KANATLI

Metnin Çığlığı

Prof. Dr. Faik KANATLI

Dilin çok yönlülüğü, çok işlevselliği ve ele avuca sığmazlığı, onun farklı yönlerini inceleyen birçok dilbilim alt alanının doğmasına zemin hazırladı. Özellikle 1960’larda yoğunlaşan bu eğilim sonucunda dilbilgisi, sözcük bilgisi, sözlük bilim, sözdizimi, sesbilgisi, karşılaştırmalı dilbilim, etimoloji, anlambilim, edim dilbilim, psikodilbilim, toplum dilbilim, bilgisayar dilbilimi, klinik dilbilim, derlem dilbilim, feminist dilbilim, metin dilbilim, söylem çözümlemesi gibi burada sığdıramayacağım kadar dilbilim alt alanı özerkliğine kavuştu. Söz konusu tüm alanların uğraş nesnesi dil olduğu için bunlar arasında kesin sınırlar çekmek de olanaksızlaştı. Ferdinanad De Saussure’nin yapısalcılığının etkisiyle diller yapı bakımından didik didik edildi. Bu bağlamda Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızcanın tüm yapıları en ince ayrıntısına kadar karşılaştırıldı, benzer ve farklı yanları saptandı. Yapıların ayrı ayrı ele alınması, bu alanda önemli birikimleri sağlarken; bütünü gözden kaçırma tehlikesi belirdi, yani tek tek ağaçlara bakmaktan orman görünmez oldu. Ben de bu sorunu derinlemesine hissetmiş olmalıyım ki, 2004 yılında “Dilbilimin geleceği ya da geleceğin dilbilimi söylem çözümlemesi mi” başlıklı bir bildiri sunma gereği duymuşum. İşte tam bu zamanlarda dilsel örgü, dilsel doku olarak metin bir bakıma imdada yetişti. Tüm dilsel olanakların gerçekleşme zemini olarak metin, dilbilim alt alanlarının tümüne sonsuz araştırma alanı sundu. Artık metin odaklılık egemendi. Türkiye’de de, metnin üretilmesi, alımlanması ve değerlendirilmesini konulaştıran metin dilbilim; yabancı dil eğitimi bölümlerinde, çeviri bölümlerinde, Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde, eğitim fakültelerinin Türkçe bölümlerinde ders olarak okutulmaya başlandı. Ancak metin sadece metin dilbilimin değil; edebiyatın, dil felsefesinin, eğitim bilimlerinin, teolojinin, hukuk biliminin, iletişim bilimlerinin de uğraş nesnesidir. Bu bakımdan metin biliminden değil, metin bilimlerinden söz etmek gerekir, dolayısıyla her hangi bir nedenle metnin krize girmesi, andığım tüm bilim dallarının krize girmesi anlamına gelir. Acaba hukuk, eğitim, felsefe, din, iletişim, dilbilim ve özellikle edebiyat metnin çığlığını duyuyor mu? Metnin talepleri, işlevleri ve sunduğu olanaklardan yola çıkarak metnin sessiz çığlığını duyurmak ve metinsizliğin olası tehlikelerine dikkat çekmek, bu yazının temel arayışıdır. Birlikte arayalım mı?

İnsanlar neden metin üretiyor? Başkalarınca üretilen metinler neden okunuyor? Metinden yoksunluk, nasıl bir yoksulluktur? Neden art arda gelişigüzel sıralanan doğru cümleler bile metin oluşturmuyor? Metni metin yapan şey nedir? Bu sorulara yanıt bulmak ve metnin taleplerini saptamak için alan yazınında yer alan “metinsellik ölçütleri”ne başvurmak kaçınılmazlaşıyor. Alan yazınında hemen hemen tüm metin tanımlama girişimlerinde anılan bağlaşıklık (Kohäsiyon) ve bağdaşıklık (Kohärenz) ölçütleriyle başlamak akılcı görünüyor. Bağlaşıklık, metinde yer alan tüm dilsel öğelerin dil bilgisi (gramer) açısından tıpkı bir örgü, doku gibi birbirine bağlanmasıdır. Bunda sadece cümle içindeki dilsel malzemelerin birbirine bağlanması yetmez; cümlelerin de birbirine bağlanması, örülmesi ve/veya dokunması gerekir. Bağdaşıklık ise, anlamın birbirine bağlanması, anlamsal tutarlılığın ve çelişmezliğin sağlanmasıdır. Burada dilbilgisi bir amaç değil, anlamsal tutarlılığın üretilmesine hizmet eden bir araca dönüşür, dolayısıyla bağlaşıklık ve bağdaşıklık ayrı düşünülemez. Bu bağlamda; metin üreten, okuyan ve değerlendiren bireylerin mantıksal tutarlılığa özen göstermesi beklenir. Söz konusu ölçütler, bir bakıma dilsel denetimi ve saygıyı özendirir. Doğru ile yanlış arasındaki ayrım, anılan ölçütlerin süzgecinden geçer. Ayrıca burada belirginleşen kurallar aşılarak edebiyatı besleyen dilsel sapmalara varılır. Kuralların gözetilmediği yerde edebiyatı zenginleştiren dilsel sapmalardan da söz edilemez.

Metnin bir başka ölçütü; amaçsallık, kasıtlılık, iletisellik veya bilinçliliktir (Intention). Üretilen her metnin bir amacı, hedefi ya da iletisi vardır, dolayısıyla her metin okuyucusunu bekler. Burada bir konferansta bir öğrenciyle yaşantıladığım bir diyaloğu, metin-okur ilişkisinin netleşmesine katkı sunacağını düşünerek aktarmak istiyorum. Konferansta, “yazılan her metin okurunu bekler” söylemime öğrencilerden biri tepki gösterdi: ”Hocam ben bu söyleminize katılmıyorum. Ben günlük yazıyorum ve yazdıklarımı hiç kimsenin görüp okumasını istemiyorum.” Ben de, “yıllar sonra bizzat okumak için yazıyorsun, dolayısıyla yazdığın metinler yıllar sonraki seni okur olarak bekliyor” dedim. Bu yönüyle metin yazmak, hayata karşı tutum almak ve neyin kalıcılaştırılmaya değer olduğuna da karar vermektir. Var olandan hoşnut olmamayı ve daha iyi bir dünya özlemini anlatır. Ancak iletisi olanların metin üretme kaygıları olur gibi geliyor bana.

Bu alanda Durumsallık (Situationalität) ve/veya bağlamsallık (Kontextualität), çok önemli ölçütlerdir. Metin, yer, zaman ve durumu gözetir, dolayısıyla içerik ve ileti de yer, zaman ve duruma göre değişiklik gösterebilir. Üretilen her metin geçmişten, şimdiden ve gelecekten izler taşır, dolayısıyla metnin anlamı da devingendir. Bu bağlamda üretilen her metin, üretildiği kültürü de yansıtır. Bu yönüyle metin, kültürel kesintisizliğe hizmet eder.

Metnin biçimsel özellikleri, kabul edilebilirlik ve bilgilendiricilik ölçütleriyle vurgulanmıştır. Metnin başlığı, girişi, gelişmesi, sonucu, paragrafları gibi biçimsel gereklilikler veya metin türlerine göre biçimsel değişiklikler, sözü edilen iki ölçütle dile getirilir. Bunlar metnin dış görünüşüyle ilgilidir.

Her metin doğası gereği metinler arasıdır. Nasıl hiç kimse kendiyle sınırlı olamıyorsa, insan üretimi metinler de kendiyle sınırlı değildir. Her metin başka metinlerden beslenir ve başka metinleri beslemeyi hedefler. Böylece metinler arasılık ölçütü, metinden başka metinlere kapıyı açmasını ve onların kapısını çalmasını talep eder. Ölçüt, metinler arasında düşünsel köprüler kurarak metnin dışına çıkmaya ve dışardan ona bakmaya olanak tanır. Yine de metinlerarsı geçişlilik; metnin tonunu, rengini ve özgünlüğünü bozmaz. Belki de metinler arasılık, metinler arasında serbest dolaşım vizesi almaktır, bunu yaşantılayan bireylerin kendi yetmezliğiyle yüzleşmesi ve başkalarıyla iletişim kurarak bunları aşması beklenebilir.

Farklı bakış açılarıyla değerlendirmeye çalıştığım ölçütler; metnin iletişimsel, mantıksal, tarihsel ve kültürel işlevini öne çıkararak bizden taleplerini de belirginleştirmiş oldu. Yazıyı, metinsizliğin olası risklerine dikkat çekmek için bir çırpıda oluşturduğum ve baştaki sorulara yanıt olabilecek on maddeyle sonlandırmak istiyorum:

  • İyi üretilmiş hiçbir (edebi, felsefi) metin ne içerdiğini söylemez, bunu okurun keşfetmesini bekler.
  • Metinlerin tüm anlamları öngörülemediği ve tümüyle tüketilemediği için anlamları hep devingen kalır.
  • Belirli bir kültürün etkisiyle oluşturulan metinler, kendilerini tüm kültürlere açar, dolayısıyla en kapalı metinler bile başkaya kapanamazlar.
  • Disiplinler arası özellikleriyle metinler, sadece var olan sanat ve bilim dallarına değil, doğmamış bilim ve sanat dallarına da esin kaynağı olmayı sürdürürler.
  • İnsan üretimi metinlere insanın çelişkileri, çatışkıları, gerilimleri ve olanakları siner, çünkü metinler insanların buluşma, bulaşma ve dertleşme mekânlarıdır da.
  • Yayınlanan her metin yazarına karşı özerkleşir. Böylece metin sadece okurunu değil, yazarını da beslemeyi sürdürür.
  • Bireysel bellekten süzülen metinler, önce toplumsal belleğe sonra da tarihsel belleğe girip kalıcılaşmayı hedefler.
  • Metinler var olanla yetinmemenin, var olana eleştirel itirazın ve daha iyiyi, daha güzeli arzulamanın bir dışavurumudur.
  • Metinler, dilin sonsuz anlatım olanaklarının yaşantılandığı, denendiği, özendirildiği ve olanaklar varlığı insanın kendini gerçekleştirdiği zeminlerdir.
  • Metinler; uslanmaz, deli gönlün soluklandığı anlardır.

Hem yazılı hem de sözlü olabilen Metinler yazıyla özdeşleşmiştir. Metin dendiğinde akla yazı geldiğinden metin üretme, alımlama ve değerlendirme kültürünün zayıflaması; yazılı kültürü de zayıflatır. Bu bağlamda standartlaş(tır)ma da yazı kültürünü sakatlar, çünkü metinler bireysel farklılıkların ve özgürlüklerin sergilendiği anlar ve alanlardır.

Tüm teknoloji ve yapay zekâ alanındaki gelişmelere rağmen halen okuma edimi eğitimin odağında olmayı sürdürüyorsa; nefes nefese kalan, tökezleyen ve imdat diye bağıran metinin, herhangi bir şekilde varlığını sürdürmesi beklenebilir. Aksi halde zaten zor olan bir arada yaşama koşulları daha da zorlaşabilir! Ne dersiniz?