Sağlıklı ve Verimli Düşünmek İçin Pragmatik Hakikat Kavramı

Felsefe-Mantık - Prof. Dr. Muhammet Özdemir

Prof. Dr. Muhammet Özdemir

Sağlıklı ve Verimli Düşünmek İçin Pragmatik Hakikat Kavramı

Dünyanın genelini oluşturan gelişmekte olan toplumların çağdaş felsefi kavramlara ve kuramlara bakışları kendi deneyimlerinin öğrettikleri üzerinden değil de ilgili kavram ve kuramları kendi yerel dillerinde kişisel değerlendirenlerin yorumları üzerinden şekillenmektedir. Sözgelimi Türkçede bilgi ile inanç arasındaki ilişkiye konuşlanmış olarak yapılabilen bir tartışmada her iki kavramla kendi deneyimlerimizde neyin kastedildiği üzerine pek düşünmüyoruz. Muhtemelen inanç ile kastedilen modern öncesi tarihimiz ve bilgi ile kastedilen de modern tarihimizdir. Bilgi ile inanç arasında kabul edilebilecek her türden özcü karşıtlık bizim modern öncesi ve modern tarihlerimiz arasındaki ilişkiyle bizim günümüzdeki gereksinimlerimiz arasındaki karşılıklı etkileşime verimli bağlanmayacaktır. Bilgi ile inanç arasındaki ilişkinin ödünç alındığı Alman felsefesindeki kasıtlar daha farklıdır. Almanya geç katıldığı ilerlemede ancak bir devrimle yol alıp öne geçebileceğini düşünüyordu. Bu nedenle bilgi ile inanç arasında özcü bir karşıtlığın olması gerekmiş gibidir. Belki de Fransız İhtilali’nin tek işe yaradığı ülke dünyada Almanya’dır. Aynı iki kavramın Fransa’daki ilişkisi 17. yüzyılda farklı ve 18. yüzyılda farklıydı. İngiltere söz konusu olduğunda iki kavram arasındaki ilişkinin iktisadi bir temelde ve kalkınmayla ilgili olarak işlevsel rol paylaşımlarına denk geldiğini belirtmek gerekir. Almanya ve Fransa 18. yüzyıllarında birbirine karşıt olan iki kavramın İngiltere’de sahip oldukları ilişki birbirlerine özcü karşıtlık üzerinden kurulmamıştı. ABD’ye gelince bilgi inanç üzerinden tanımlanan ve onun toplumsal kalkınma ile ilgili bir kategorisine karşılık gelen bir işleve sahiptir. En azından Charles Sanders Peirce ve William James bilgi ile inanç arasındaki ilişkiye böyle yaklaşmış görünmektedirler.Bu ikisi bilgi ile bir deneyimi ve inanç ile ondan kronolojik olarak daha önce ve kapsamlı olan bir deneyimi anlıyorlardı. Dolayısıyla maddi karşılıkları ve nedensel bağlamlarından arındıklarında her iki kavram da aslında anlamsız ve ilişkisizdi. Bilgi ve inanç arasındaki ilişkiyi Türkçede hiç böyle sonuçları ve gerisindeki maddi deneyimleri üzerinden ele aldık mı? Muhtemelen Brezilya, Meksika, Mısır, Hindistan, Güney Kore ve Polonya’da da aradaki ilişki hiç böyle ele alınmamıştır. Peki, neden böyle ele almadık ve böyle ele alınsaydı ne olabilirdi; bundan sonra ne olabilir?

Görüş, yorum, kavram ve kuram bolluğu ile karşı karşıya olan her bir insanın öncelikle göz önünde bulundurması gereken ölçüt kendi gereksinimleridir. Karşılığında bir ücret ödemeksizin veya bir şey vermeksizin bize önerilen her bir görüş, yorum, kavram veya kuramın amacı bizi kendisine gelişme aracı edinmektir. Bütün öneriler birer yatırımdır ve eğer yatırım gelişigüzel yapılıyorsa bizler emekçi veya müşteri olacağız ve genellikle olduğumuzdan daha da az varlıklı olacağız demektir. Herhangi bir istisna olmaksızın tüm aydınlatmalar ve bilinçlendirmelerde de hedeflenen aydınlatılan ve bilinçlendirilen kişilerin birer emekçi veya çoğunlukla müşteri olabilmeleridir. Fransız Aydınlanmasının ve buna destek veren Alman Aydınlanmasının hedefi kendilerine emekçi ve müşteri bulabilmekti. Napoleon Bonaparte’a Batı Avrupa’da savaş açanların durumu bunu anlamış olmaktan kaynaklanıyordu. Ona destek verenler de az maliyetle çok kazanma stratejilerinden dolayı destek verdiler ve bunu daha önce yapmış olanların bir kısmını bizzat Bonaparte Paris’te yok etti. Bugün hâlâ Aydınlanma, İhtilal ve Bonaparte’ın Fransız dünyasının varlığından neler götürdüğü pek üzerinde durulan bir konu değildir. Emek vermeksizin şans ile kazanma stratejisi toplumları ileriye götürebilen bir strateji değildir ve herkesi basit bir ibret konusuna dönüştürebilir. Böyle bir riski bertaraf edebilmek için makul olan, kişinin ve kişilerin kendi gereksinimlerini birer ölçüt olarak alırken gerçekçi ve adil bir maliyet ve kazanç hesabına girişmeleridir. Az yeterlilik ve çok gereksinimi az maliyet ve astronomik kazançla bir araya getirmek hiçbir zaman başarı olamaz. Böyle bir süreç ve sonuç ancak bir aldanma ve beraberinde toplumsal bir mevcudiyetin kaybıyla devam edebilir. İlk kez 1878 yılında Aylık Popüler Bilimdergisinin Ocak sayısında yayınlanan “Düşüncelerimizi Nasıl Netleştiririz?” başlıklı makalesinde Charles Sanders Peirce, “inanç üretiminin düşüncenin tek işlevi olduğunu, bu inanışların davranış kuralları ya da alışkanlıklar olduğunu ve herhangi bir şey hakkındaki fikrimizin onun üzerimizdeki hissedilebilir (sensible) etkilerinden ibaret olduğunu savunuyordu”.Peirce ve sonra onun bu yaklaşımını geliştiren William James, düşüncelerimizi ve onlara önceden teklif edilmiş olan her türlü fikir, görüş, kavram ve kuramı “nakit değeri” veya “pratik sonuçlar” ölçütü üzerinden değerlendirebileceğimiz bir “pragmatik hakikat” veya “pragmatik doğrulama” yaklaşımına bağlamışlardır.Buna göre öncelikle bizim emek vererek ortak olduğumuz ve kendi gereksinimlerimizi birer kıymet paydaşı seviyesinde olanak oluşturuculardan olan herkesin meselesi haline getirebildiğimiz bir kapsamlı çerçeveden değerlendirme yapmamız en doğrusu olabilmektedir. Bunun anlamı her türlü fikir, görüş, kavram, kuram ve bilginin aslında birer inanç olduğu ve ancak paraya tercüme edilerek (“cash value”) çalışıp çalışmadığının denetlenebileceğidir.İnancın da bilginin de birer deneyim olarak tercih edilebilirliği ancak onun gerçek yaşamda çalışıp çalışmamasına bağlıdır.

Pragmatist hakikat fikrine veya pragmatist doğruluk yaklaşımına sahip olmayışımızın geçmişteki nedeniyle bugünkü nedeni birbirinden farklıdır. Geçmişteki neden, insanların ellerindeki bilgi olanaklarının sınırlı olmasıydı. Günümüzdeki neden ise, insanların birbirleriyle toplumsallaşmalarının karşılıklı yarar arzusundan mahrum bulunması ve iletişim ve ilişkilerin de birer ucuz yatırım konusuna dönüşmüş olmasıdır. Hepsi birbiriyle aynı mecburiyetlere sahip insanların belirli bir aşamaya birlikte gelmeden kendi aralarındaki ilişkileri yatırım kurallarına tabi kılmaya çalışmaları olumlu sonuçlar vermeyecektir. Hem düşüncenin nakit değerine karşı çıkıp hem de bütün ilişkileri nakit beklentisiyle yürütmek verimli bir toplumsallaşma sağlamaz. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi Peirce, James ve John Dewey’in pragmatist doğruluk ve hakikat pozisyonları merkeze alınarak hazırlanmıştı. Bu hiyerarşide bütün insanlar emeklerine ve toplumsal dayanışmaya eklediklerine göre bir konum edinebilecekler ve kendilerini gerçekleştireceklerdi. Günümüzde karşılıklı güvene ve zamanla birlikte kazanmaya dayalı bir iletişim ve ortak değerlendirme olduğunda pragmatist hakikat iş görebilir. Eğer bu daha önce gelişmekte olan toplumlarda ve mesela Türkçede uygulansaydı yine dünyada bir numara olunamazdı veya bir efsane gerçekleşmezdi, ama bugünkünden daha memnun olunan bir aşamada bulunulabilirdi. Öte yandan bundan sonra uygulanırsa vakit kaybı ve hayal kırıklığı içeren öğrenmelerin önüne geçilebilir. Gelişmekte olan insanlar bir eylemden veya görüşten memnun olmadıklarında veya toplumsallaşamadıklarında ilgili eylemi veya görüşü hakaret ederek veya onu olabildiğince itibarsızlaştırarak ortaklıkları tahrip etmek yerine onun verimli ve işler olmadığını söylemekle yetinebilirler. Birbirine bazı görüş, kavram ve kuramları kabul ettirmeye çalışmak Aydınlanma ve Fransız İhtilali’nin olumsuz öğrettiklerinden bir tanesidir. Kimse kimseden gerçekte daha aydın, bilinçli ve ileri olamaz; ancak başarılı ve mutlu olabilir. Çünkü her birey kendi yaşamını yaşar. Bir birey diğerini aydınlatmak ve bilinçlendirmek yerine onun merakından gelen sorulara pragmatik cevaplar vermekle yetinmelidir. Böylece Asya, Afrika, Güney Amerika ve Doğu Avrupa toplumlarında insanların iletişim sağlıkları ve verimlilikleri de önce meydana getirilip sonra korunabilir.

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Batı Avrupa toplumlarına üstün gelmesi ve onların tamamını kendi taşrasına dönüştürmesinin nedeni ancak pragmatist hakikatte bulunulabilir. Bütün kavramlar pratik yaşamdaki somut karşılıklarıyla değerlendirilmeli ve kazançlı bir sonuca doğru çalışmayan ve kazandırmayan fikirlerle vakit kaybedilmemelidir. Aynı kavramın ve hak çerçevesinin ABD’li versiyonuyla Batı Avrupalı versiyonu arasındaki fark; ilkinin oyalamaması, somut olması ve kazandırmayı çağrıştırması, ikincisinin ise oyalaması, soyut olması ve sürekli aydınlanmak ve bilinçlenmek söylemlerinden meydana gelmesidir. İlki dürüst ve açık sözlü olup zorlamaya dayanmaz. İkincisi ise değişkenlik ve gizlemeyi esas alıp zorlamaya dayanır. Elbette bunun anlamı Amerikan pragmatizminin tarihteki tek seçenek olduğu değildir, ama günümüzdeki dünya konjonktüründe ve Batı Avrupa ile ilişkisinde işleyen en verimli felsefe pragmatizmdir. Pragmatist hakikat fikri aslında günümüz dünyasındaki insanların en ideal tasarımlarına bazen onların bile farkında olmadıkları şekillerde bağlanabilmektedir.