Teknoloji Bir Metafizik Var Edemez mi? David Skrbina ve Teknoloji Metafiziği

Felsefe-Mantık - Prof. Dr. Muhammet Özdemir

O kadar yeni ve alışılmamış veya kendisine az hazırlık yapılmış bir çağda yaşıyoruz ki profesyonel okuryazarlar bile nasıl bir dönüşüm içinde olduğumuzu kavramakta ve var olanı nitelendirmekte zorlanabilmektedirler. Belki daha doğru bir deyişle içerisinde yaşadığımız dönüşümü doğru kavramak biraz zamana yayılabilir gibi görünmektedir. Tıpkı 18. yüzyıl Kıta Avrupası’nda ve 19. yüzyıl Kıta Avrupası’nda olduğu gibi 21. yüzyıl Kıta Avrupası’nda da felsefeyi temsil edenler gerçek yaşama ve yeni gelişmelere görece gecikebilmektedirler. Türkiye’nin ve bütün sonradan modernleşmiş toplumların tarihsel ve kültürel anlamda en fazla etkilendiği bölge Batı Avrupa olduğu için burasının entelektüel ve felsefi gelişimine mesai ve vakit ayırmak zorunluluğu mevcuttur. Ayrıca bugün bile Batı Avrupa’nın dünyada popüler Amerikan kültürünün yanı sıra saygıdeğer ve diğer coğrafyalara nazaran görece daha oturmuş bir kültüre sahip olduğu söylenmelidir. Bu nedenle Batı Avrupa’ya iyi niyetli vakit ve mesai ayırmanın doğru yöntemi onu eleştirmek ve verimlilik talebinde bulunmak olabilir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Batı Avrupa’da üretilen felsefi ve toplumsal fikirlere bakıldığında; bunların kendi gecikmişliklerini ve eksikliklerini eleştirmek dışında toplumsal gelişme ve ilerleme adına az şey yapabildikleri, ama bütün yaptıklarını da sanki Amerikan rüyası ve çağdaşlık eleştirisi gibi sundukları ve sanki bu eleştiriler bir toplumsal gelişme ve ilerleme sağlayabilir gibi de beklenti içinde oldukları fark edilebilmektedir. Muhtemelen Frantz Fanon, Edward Said, Renejit Guha, Steven Shapin ve Judith Butler gibi Amerikan bireyselleşmesini Kıta Avrupası felsefesi içinden gerekçelendirmeye çalışan çağdaş yazarlar olmasaydı Kıta Avrupası felsefesi günümüzdeki toplumsal gelişmeci ve ilerlemeci itibarından çok azını elde edebilecekti. Açık bir deyişle Kıta Avrupası’nda 20. yüzyılın ikinci yarısında ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde üretilmiş felsefeler Anglosakson coğrafyaya kıyasla ileri değildir ve diğer coğrafyalardaki düşünceler açısından da yeterince öğretici ve çalıştırılabilir özellikler içermemektedir. Bu zannedilebileceğinin aksine gerçekçi ve adil bir okumadır. Çünkü felsefe dünyanın genelindeki ortak bir gelişme ve gerçekliği anlamak ve onunla olumlu bir ilişki içinde onu nasıl doğru yönetebileceğine karar vermek yerine onunla zıtlaşır ve eleştiri adına sürekli onun bir sapma olduğunu söylemeye koyulursa toplumsal gelişme ve ilerleme çerçevesinde sadece vakit kaybedebilmektedir. Bu arada Kıta Avrupası felsefesine nazaran daha gerçekçi ve verimli bir pozisyona sahip olan analitik felsefe geleneğinin de metafizik kavramıyla ilişkisine aynı eleştirilerin yöneltilebileceği belirtilmelidir. Çünkü analitik felsefe metafiziği işlevsel ve dünyevi deneyimlerin içinde kavramak yerine onu muhatap almamakla yetinmektedir. Bu çerçevede Amerikan pragmatizmi gerçeklerle uyumlu ve barışık olduğu kadar metafizik kavramıyla da kendi şartlarında verimli bir ilişkiye sahip görünmektedir.

Hem metafizik kavramı hem de teknoloji kavramı Kıta Avrupası filozoflarının elinde bütün insani, dünyevi, maddi, nedensel ve etkileşim ürünü ilişkilerinden kopartılmışa benzemektedir. Çünkü metafizik kavramı da teknoloji kavramı da Kıta Avrupası felsefesinin sürekli geri döndüğü antik Yunan’da bile –sözgelimi Aristoteles’in metinlerinde- insanın anlayamayacağı veya çok zor anlayabileceği edebi bir dil ve romantik-psikolojik bir üslupla dünyevi-maddi ilişki ağlarına büsbütün bağlantısız şekilde anlatılıyor değildir. Kuşkusuz her iki kavramın Batı Avrupa’daki yorumlarına dayalı Türkçe yorumlar da eleştirel değerlendirilebilir. Fakat Kıta Avrupası ile analitik felsefe ve pragmatizm arasındaki karşılıklı veya çoklu ilişki, rekabet ve tartışmaları gözeterek bir çerçeve edinmek daha gerçekçi ve öğretici olabilir. Bu arada analitik felsefenin metafizik kavramına yaklaşımının da ters bir yönelim ve yöntemle aslında Kıta Avrupası felsefesiyle buluştuğu ve pragmatik yaklaşımın biraz açılım sağlayabildiği önceden söylenebilir. Analitik felsefe, Kıta Avrupası felsefesi ve pragmatizm felsefesinin kendi aralarındaki ilişki ve özel bakış açılarının teknoloji ve metafizik kavramlarına yansıması gözetilerek bakıldığında; “teknoloji metafiziği” kavramının 2000’li yılların başından itibaren uluslararası literatürde kendine yer bulduğu; öncelikle teknolojinin meydana getirdiği yeni insani auranın ve bu aura ile dolayımlanabilen yeni ruhsal (bilinçsel) deneyimlerin sorunlaştırıldığı,[1] sonra bir teknoloji metafiziğinin mümkün olup olmamasının analitik felsefe geleneği içinde ayrı, spekülatif Kıta Avrupası felsefesi içinde ayrı değerlendirilerek pragmatik yöntemin uygulanmasıyla pekâlâ mümkün olduğunun teslim edildiği görülmektedir.[2]

Teknoloji felsefesindeki çalışmalarıyla bilinen ve Michigan Üniversitesi’nde görev yapan filozof David Skrbina, Martin Heidegger başta olmak üzere Kıta Avrupası filozofları ile analitik filozofların teknoloji kavramına ve metafiziğe yaklaşımlarını titizlikle yorumlayıp karşılaştırırken esas itibariyle iki geleneğin de öngörüsünden ayrı bir pozisyon içinde artık teknolojik zihinlerin içinde teknolojiyi değerlendiriyor olduğumuza dikkat çekmektedir. Skrbina bu şekilde teknolojinin doğasını kaçırdığımızı ve herhangi bir şeyin doğasına ilişkin konuştuğumuzda da mistik veya irrasyonel bir izaha muhtaç olabileceğimizi ifade etmektedir. Bununla birlikte o, teknolojiyi de anlamak için pragmatik bir pozisyon önermektedir. Sorduğu soru çok anlamlıdır: “Neden işe yarayana bağlı kalmıyorsunuz?”[3] Sonraki cümleleri aşağıdaki gibi Türkçeye çevrilebilir:

“Teknolojinin kendisine geldiğimizde ise bir sorun ortaya çıkar. Burada bilişsel ve epistemolojik bir çıkar çatışması söz konusudur. Teknolojik olarak — yani analitik biçimde — teknoloji üzerine düşünmek, kendi kendini doğrulayan ve içkin olarak taraflı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım bizi kaçınılmaz bazı varsayımlara götürür: Teknolojinin insanlık tarafından, insanlığın iyiliği için inşa edilmiş bir araçlar bütünü olduğu; dünyada büyük ölçüde olumlu ve yararlı bir güç olduğu; ahlaki açıdan nötr olduğu, yani iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmasının kullanıcıların niyetlerine bağlı olduğu; insanileştirici bir güç, refah ve kültürel ilerlemenin taşıyıcısı olduğu ve belki de en önemlisi, metafizikten yoksun olduğu düşünceleri bunlara örnektir. Bu tür görüşler, filozoflar ve sıradan insanlar arasında yaygın biçimde paylaşılmaktadır. Ancak ben, bunların içerik bakımından ve derinlemesine hatalı olduğunu düşünüyorum.”[4]

Skrbina’nın 2015 gibi pek de uzak olmayan bir tarihte yaptığı yukarıdaki analizler talep ettikleri ve önerdikleri bakımından isabetli görünmekle birlikte bizzat giriştiği doğa açıklaması ve metafizik izahı bakımından başarılı görünmemektedir. Çünkü kişisel olarak doğa dediğimiz zaman her halükârda eksik tümevarıma dayalı fazla genellenmiş bir varsayımı ve onun toplum sathında çalışıp çalışmadığını kontrol etme gereğini kastediyoruz. Metafizik dediğimiz zaman da çalışan doğa fikrinin ortak toplumsal deneyimden geldiği canlı, güncel ve işler halde olan bir bütünlüğü kastediyoruz. Günümüzde teknoloji insanla ilişkisinde yaşamı tanımlayan, etkileyen ve hatta ona karar veren yeni bir kolektif özne konumuna evrilmiş bulunmaktadır. Onun doğası bu konumu ve insanların ona etkileri üzerinden belirlenebilir. Aynı zamanda teknolojinin bir metafizik üretmesi onun meydana getirdiği gelişmiş, kendine büyük ölçüde yeterli, oturmuş kurallı bir düzeni bulunan ve müreffeh bir toplumu meydana getirmesi ve bu toplumla anılmasına bağlıdır. Metafizik dediğimiz zaman insanın dışında bir şeyi değil birçok insanla ilgili olmak anlamında tek bir insanın dışında veya onu aşan nedensel bütünlük veya dolaylamaları kastediyoruz. Skrbina kitabında ve analizlerinde böyle bir doğa ve metafizik görüşü geliştirmeye çalışmaktadır, ama metafizik kavramının Kıta Avrupası’nın etütleriyle sınırlı seviyede olumlu bir imaja sahip olabilmesi, analitik felsefenin metafizikle ilgili sürekli olumsuz ve karamsar olması nedeniyle bu hedefini kuramsal seviyede gerçekleştirmekte zorlanmaktadır. Oysa bizzat Skrbina’nın da işaret ettiği üzere çalıştırılabilir bir metafizik yaklaşımı niteliğinde meseleye pragmatik yaklaşıldığında; halihazırda bir teknoloji metafiziğinin teşekkül etmeye başladığını teslim etmek yapay zekâ ile yaşam arasındaki ilişkileri verimli yönetebilmek bakımından elzem görünmektedir.

Teknoloji metafiziği vardır ve gelişmeye devam etmektedir. Çünkü nasıl doğa felsefesi önce antik Yunan’da ve sonra sırasıyla Roma, Sâsânîler, İslâm, modern Batı ve çağdaş ABD’de ortaya çıkıp da bütün insanların yaşamlarını kendi meydana getirdiği etkiler ve belirlenimler üzerinden kimi zaman çok dolaylı da olsa tayin ederek kurallı bir toplumsal düzen (metafizik) tesis ettiyse; benzer şekilde insanlık tarihinde ilk kez teknoloji bütün bir çerçeve niteliğinde insanların toplumsal yaşamlarını kurallaştırıp düzenlemeye doğru yol almaktadır. Teknolojinin artık bilimin bir uygulaması olmadığını ve Joseph Agassi’nin saptadığı üzere bundan fazla bir şey olup bilimin teknolojinin toplumsal etkilerini sayan, hesaplayan ve değerlendiren bir uygulama alanına evrildiğini kabul etmek lazımdır.[5] Teknoloji metafiziği denirken kastedilen, teknolojinin insan, canlılık ve yaşamdaki mevcudiyetinin kurallı toplumsal düzen içinde edindiği çoğul işaretler, genellemeler, dolaylamalar ve görece evrenselleşen yeni kavramlardır. Dünya bir taraftan çok değişkenli bir göçmen dağınıklığını andırırken bir taraftan da birbiriyle aynılaşan etki alanları ve çıktılara doğru evrilmektedir. Söz konusu evrilme teknolojiden artık maddi ve nedensel zeminde ve bir bütün çerçeve niteliğinde metafiziksel olarak bahsetmeyi gerekli kılmaktadır. Burada analitik felsefenin metafiziği dışlayan bakış açısı ve Kıta Avrupası felsefesinin metafiziği romantikleştiren bakış açısından bir miktar uzaklaşarak Amerikan pragmatizminin gerçekçi ve dünyevi nedenselliğine tutunmak verimli olabilir.

[1] Richard Bernard Wigley, “Human Energy”, Capturing the Aura: Integrating Science, Technology, and Metaphysics içinde; ed.: C. G. Lindgren, DLitt, Boston: Blue Dolphin Publishing, 2000, s. 8-11.

[2] David Skrbina, The Metaphysics of Technology, New York, London: Routledge, 2015, s. 11-16.

[3] Skrbina, The Metaphysics of Technology, s. 9-10.

[4] Skrbina, The Metaphysics of Technology, s. 10.

[5] Val Dusek, Philosophy of Technology: An Introduction, Malden, Oxford, Victoria: Blackwell Publishing, 2006, s. 7, 12.