Ölüm Yaşama, Yaşam Ölüme Cemre Olup Toprağa Düşerken Bir Bedenin Anlattığı

Siyaset Bilim - Murat Aydın

Ölüm Yaşama, Yaşam Ölüme Cemre Olup Toprağa Düşerken Bir Bedenin Anlattığı[1]

Ferdi Zeyrek adı, belki sadece bir büyükşehir belediye başkanı olarak çoğumuzun belleğine, hatta Türkiye’nin gündemine oturdu diyebiliriz. Ama bir ölüm bir toplumsal gerçekliği de yüzümüze vurdu, hem de umudun acının içinde nasıl da kor haline geldiğini, on yıllarca içinde boğulduğumuz ve her geçen gün hissisleşip öfke kusmaktan bir adım ötemizi göremeyecek kadar nasıl da körleştiğimizi gözümüzün önüne serdi. Daha önemlisi, o körleşmenin, aynı zamanda, bunca kirlenmişliğe rağmen, "insan" olmaya, hayatı paylaşmaya ve birlikte yol yürümeye dair zerre kadar bir kırıntı kalmışsa eğer, ona da kol kanat geren gerçeklidir.

Dönüp geriye bakıldığında, en azından okuduğumuz ve bildiğimiz kadarıyla, cumhuriyet tarihinde siyaseten bunca yarılmaya karşın toplumsal kimliklerin/aidiyetlerin bu kadar hırpalandığı, içinin boş olduğu/boşaltıldığı ve farklı toplumsal yargıların derin bir kırılma yaşadığı bir dönem yok. Olmaz denilenin doğmak için gün saydığı ve birikerek geldiği bugünler, siyasetin dehlizlerinde gerek iktidar gerekse muhalefet cephesinde yapılan ya da imtina edilen veyahut çekimser kalınan onca tutumun, tavrın, söylemin siyasal ve toplumsal güçler dengesinin ortaya çıkardığı kaçınılmaz sonuçlar, toplumsal devinimin katalizörü olurken siyasetin alışılagelmiş yapısını da ağır ağır alaşağı etmiştir.

Siyasetin, toplumsal karakterine soğuk duş aldıran, hiç kuşkusuz Gezi Direnişiydi. İktidarın yanı sıra muhalefet cenahının da ne olduğunu idrak edemediği, afallayıp kaldığı bu direnişin tetiklediği umut, bazen sönümlenir gibi oldu, bazen bir adım öteye taşındı, bazen de yerinde saymakla kalmayıp kendisinin bile gerisine düştü. İktidarın kadrajında siyaset yapma ve bunun girdabını aşabilme çabasının muhalefet ve iktidar içi güçler dengesine fazlasıyla gebe olması ve daha önemlisi siyasetin siyasal, iktisadî ve ideolojik düzeyinin bir bütün oluşturan doğasının her daim için tek düzeyli bir okumayla belirli bir olguya, olaya, kişiye, kuruma vb. indirgenmesinin bedeliydi bu toplumsal gerçeklik. Bu gerçekliktir ki, bazen varillere doldurulan katledilmiş kadın bedenleriyle dışa vurdu. Yeri geldi kentlerin bağrında çığlığı yankılanan onlarca insanın çırpınışlarıyla, bir çuvalın içinde, katırların sırtında, bir araç kasasına istiflenmiş bedenler ya da yoksulluk olarak karşımıza çıktı, bazen satırların baş üstünde baş komadığı veya burada sayamadığımız onlarcasını duyarak, görerek içten içe kanıksar hale geldik. Bir adım ötesini dahi göremeyecek kadar bilinçsizleştiren bu içsel çürüme, ya da toplumsal gerçekliğin dışa vurumu mu desek, bilemedim ama iktidar karşısında yaşam kavgasına tutuşmuş muhalefetin, umudu bir adım öteye taşıma isteği, özellikle "yetmez ama evet", "geçersiz oyların kabulüne" rıza gösterilmesi, "anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" gibi maddi gerçekliklerle, bir tutam olan umudun korunu da ezip geçti… Yetmedi, özellikle iktidarın siyasal ve ideolojik tahakkümünü yönelik bir toplumsal iradenin inşasına meyil eden İYİP’in kurulma sürecinin akabinde millet ittifakı ve onun evrildiği altılı masanın (İYİP’in masayı dağıtması ve süreci canlı tutan Ekrem İmamoğlu’nun talepkârlığı, Muharrem İnce’nin Memleket Partisi üzerinden açtığı cephe, CHP’nin içsel yapısının ve örgütsel kapasitesinin vasatlığı vb…) son kertede kaybettiği 2023 seçimleri bambaşka bir eşik oldu toplumsal muhalefetin hüsranında…

Kırılmalarla tuzla buz olmaya mahkûm olmuş irade, maruz bırakıldığı vasatlıkla baskı altına alınıp sessiz kılınmasına rağmen, direncini diri tutan ortak paydalar kopuk olsa da, kökleri azımsanmayacak kadar derindir. Gezinin fitilini ateşlediği bu süreç ideolojik olarak üst perdeden beslenmiş önyargıların kuluçkası olan farklı toplumsal kesimleri yüzleşmeye iterken "adalet yürüyüşü" tüm toplumsal kesimlerin ortak sesi olarak yankılandı. 2015 genel seçimi siyasal krizin emarelerini bağrından dışarıya atarken, muhalefetin yolculuğundaki bu yankı, 2019 yerel seçimlerinde bir dizi büyükşehirin kazanılması ve parti içi muhalefeti dizginleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ekrem İmamoğlu’nu bir adım öne çıkarması bambaşka bir aşamanın habercisi oldu Türk siyasal hayatı için…

Türk siyaseti ve özellikle CHP açısından temel bir kırılma da, 2023 genel seçiminin akabinde "değişim" temasıdır. Ekrem İmamoğlu destekli Özgür Özel’in başarısıyla sonuçlanan kurultay, köpürtülen umudun hızla çakılmasının yarattığı hüsran için ne derece de merhem olduğu bilinmez ama alışılagelmiş kalıpları doğrudan yaşamın içinden tarumar ederek bambaşka bir siyaset biçiminin mümkünlüğünü daha da somutlaştırmıştır. Hiç kuşkusuz, ortaya çıkan anlık bir olgu ya da sonuç olmaktan ziyade tohumu toprakta olan sosyolojik bir gerçeklik olarak kabuğunu kırmaktadır. Yine de, sürecin kendisi, her ne kadar, yerel seçimlerde psikolojik üstünlük devşirilmiş olsa da, "yumuşama" politikası, 1 Mayıs’ta emekçinin yüz üstü bırakılması, belirli düzeylerde ve biçimlerde nükseden sorunlara kayıtsız kalınarak çeşitli festivallere katılımlar aracılığıyla aşama aşama iktidarın siyasal angajmanına girilmesiyle ibre yeniden değer kaybına endekslendi. Bunun ilk faturası Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in kent uzlaşısı ve terörden hareketle görevden uzaklaştırılması, olmayan veya en azından varsa da siyasal ve ideolojik hattın yeterince tahkim edilememesi olmuştur. Ta ki, bir siyasal ön alma hamlesi olarak cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinin hız kazanmasının akabinde Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine çekilen operasyona kadar.

Bu tarihsel eşik, sadece bir direniş hattı değil, cumhuriyet öncesinde başlayıp çeşitli tarihsel konjonktürler içinde ordunun hamiliğinde tahakküm kurmuş bir değer olarak yansıtılmış olmasına karşın, zamanla ezilen, horlanan ve azınlık duygusuyla kendi kabuğuna hapsedilen bir toplumsal gerçekliğin var olma iradesinin yeni bir aşamasıydı. Toplumsal bir karşılığı olan bu maddi gerçekliğin, 19 martın akabinde CHP’yi sürekli bir el yükseltmeye ve pozisyon almaya ittiği belirgindir. Ancak, önceki yönetimle kurultaydaki iradeyi var eden irade değişmediği halde, bugün ses yükselttikleri şeylere karşı, bir zamanlar fazlasıyla gerçekleşen katliamları, tacizleri, tecavüzleri, fiziksel ve psikolojik şiddeti, hukuksuzlukları neden yeterince önemsemediler ya da görmezden geldiler? Cevabı halen meçhul olan bu soruya rağmen, Özgür Özel CHP’yi bir adım daha toplumsal alana çekiyor. 19 Mart sonrasında yükselen tansiyon, toplumsal sorunlarla ilişkilendirilip bir siyasal ve ideolojik zemine oturtulmadığından il il yapılan eylemler toplumsal huzursuzluğu ve farkındalığı yeterli bir kora çevirmemekle birlikte, hafife alınacak da değildir. Bilinçli veya zorunlu olup olmamasından azade olarak, bu süreç CHP’yi toplumsal alana daha fazla müdahil olmaya iterken, iktisadî krizin bir ideolojik çözülme olarak, kapitalizmin daha belirgin olduğu ana kentlerin yanı sıra özellikle taşra da hissedilen etkisi, AKP-MHP bloğu için toplumsal muhalefetin parçalanmasını elzem kılmıştır.

Bu açıdan siyasal ve ideolojik saldırılar eş zamanlı olarak toplumsal muhalefetin bağrına konumlandırılmıştır. Genel anlamda, ilk olarak, Kürt sorunu bağlamında PKK’nin feshi ve yeni bir sürecin başlatılması (hiç kuşkusuz iç ve dış koşulların değişen etkisi mevcut), DEM’in ayrıştırılması ve siyasal-ideolojik bir strateji olarak terör üzerinden, iktisadî krizin özellikle taşrada yarattığı veya yaratacağı çözülmeyi minimize edilmesi amaçlanır. İkincisi, toplumsal muhalefet içinde DEM’in iktidar cenahıyla ilişkilendirerek yaftalanmasına zemin hazırlamak, böylece psikolojik çatlakları derinleştirmek. Daha özelde, CHP’nin yerel yönetim kazanımlarına, özellikle İstanbul düzeyinde neşter atıp, siyasal huzursuzluğu; 3-4 Kasım 2023’te yapılan 38. Kurultaya açılan soruşturma üzerinden ise sinir uçlarını uyararak ideolojik saldırının içeride yoğunlaştırılması amaçlanmaktadır. Bu fay hattının CHP içi güçler dengesindeki genel ağırlığı vesayet etiketiyle Kemal Kılıçdaroğlu ve değişim rüzgarıyla Özgür Özel yönetimi eksenine oturtulmuştur. Burada, öncelikle Özel ve ekibinin Erdoğan’ın şaibe beyanının kişisel değil, CHP’nin kurumsal kimliğine ve varlığına bir saldırı olduğunu idrak edememiş olması veya görmezden gelmeleri ve akabinde yaptıkları açıklama; konuya gerekli özeni göstermedikleri veya bu derece de dallanıp budaklanacağını düşünmedikleri izlenimi vermektedir. Nihayetinde operasyonu çeken iktidar ve onun medyadaki ideolojik temsilcileri Kemal Kılıçdaroğlu’nu sahiplenerek ve onun mağdur olduğu yaklaşımını ileri sürerek yaktıkları kıvılcımın yankısı CHP kanadına beklenenden erken düştü. Bu düşüş, her siyasal yapıda olduğu gibi CHP içi güçler dengesinin çelişkili ve çatışmalı doğasında da kendisini Kılıçdaroğlucu, İmamoğlucu, Özelci vb. biçiminde dışa vurdu. Bu siyasal aks, genel ideolojik yarılmanın hareket alanının tesisi olarak bir yanda muhalefet bloğuna konumlandırılan akademisyen ve gazeteciler (!!!) diğer yanda CHP’nin çeşitli düzeylerindeki aktörler tarafından, ne derece de sorgulandığı tartışma konusu olacak biçimde benimsendi. Hikâyenin maddi temelini oluşturan her biri özgül olan siyasal, iktisadî ve ideolojik düzeyin çelişkili ve çatışmalı ve aynı zamanda ilişkisel bağlamı göz ardı edilerek yoğun bir duygusal tepkinin hedefi oldu.

Bu duygusal tepki, Türk siyasetinin meşakkatli sürecinin indirgendiği "değişimin" başarının referansı yapıldığı ideolojik hatla temellendirilir. Bu hat son kertede, genel olarak sessiz kalan Özgür Özel’in "CHP grubuyla, parti meclisiyle, 81 il başkanımızla, 973 ilçe başkanımızla, iki milyon üyemizle buradayız. Atatürk’ün partisini ne kayyuma bırakırız ne yargı oyunlarıyla kimseye bırakırız" çıkışıyla yükselttiği el, öncesinde hem parti içi aktörler hem de akademisyeni, gazetecisi, öğrencisi, partilisi-partisizi, sempatizanı-kişisel veya partisel düzeyde partizan olanların gerçeklikleriyle tahkim edilmiştir. Nihayetinde ithamlar ve yaftalamalar birbiri ardına dökülmeye başladı. Kemal Kılıçdaroğlu, soroscu, koltuk sevdalısı, onca seçimi kaybeden, altılı masa bileşenlerine verdiği vekillerle kendi adaylığını dayatan olmakla itham edildi. Dahası, yeniden genelbaşkan olmak için AKP yargısından medet uman ve gerekli açıklamaları yapmayarak bunu onaylayan biri olarak ahlak, şeref veya haysiyet yoksunu olduğu bolca ön plana çıkarıldı. Buna karşılık siyasal alanı tahkim etmek için Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden savunma hattı oluşturanlar da benzer ithamları Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’na yönelterek ateşe körükle gitmekten imtina etmekten çekinmedi.

Bu satırları okuyanlar, konunun Ferdi Zeyrek’ten başlayıp nasıl CHP’ye geldiğini, ne alaka olduğunu düşünebilir. Belki, görünüşte öyle, ancak özünde pamuk ipliğiyle birbirine bağlı bir gerçekliği gözler önüne sermesi açısından ilişkilidir. Yukarıdaki satırlar, siyasetin öyle sanıldığı gibi mekanik ve statik olmadığını, aksine şartlar ve koşullar dahilinde sonuçlar ve etkiler üreten değişken bir ilişkisellik olduğunu vurgular. Bu açıdan, gerek iktidar kanadının gerekse de muhalefetin kendisi ve bir bütün olarak bu ikisinin içsel çelişki ve çatışması siyasetin stratejisini, yönetimini belirleyen zeminin kaynağıdır. İktidar cephesi, iktisadî kriz ve bununla ilişkili toplumsal sorunları geri plana itmek, toplumsal muhalefeti her düzeyde felç etmek adına ortaya koyduğu irade, aslında Kemal Kılıçdaroğlu’na (Kemal Kılıçdaroğlu’nun genelbaşkanlığa dönme isteminin olup olmamasından bağımsız olarak) genelbaşkanlığın yolunu açmaktan ziyade, onu mağdur olarak öne çıkarıp CHP’nin siyasal destek devşirdiği toplumsal kesimleri ideolojik açıdan (etnik, dinsel, ahlaki vb.) parçalamayı hedeflemektedir. CHP içindeki ve dışındaki tüm hamleler, bu gerçekliğin devşirilmesine, bilinçli veya bilinçsizce dahil olarak, aslında zımni bir rıza üretiminin bizatihi faili durumundadır. Bu siyasal-ideolojik stratejinin boşa düşürülebilmesi açısından, hiç kuşkusuz, benzer ya da çatışan çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Nihayetinde genel merkez veya siyasal taban düzeyinde benimsenen veya kabul edilmeyen strateji hangisi olursa olsun, bunun sonuçlarını bugünden kestirmek mümkün değildir. Ancak, Kılıçdaroğlu, Özel ve İmamoğlu ekseninde bir işbirliğinin gerekliliği; bu gereklilik ekseninde de siyasal taban ve toplumsal muhalefet açısından sürecin okunması, tahlili ve bunun ifadeye dönüştürülme biçiminin tahayyülü mümkündür. Bu açıdan, özellikle taban düzeyinde, farklı toplumsal kesimler açısından önem kazanmış veya görüşleri/yaklaşımları yol gösterici olan veya dikkate alınan kişi(nin)lerin ortaya koyacağı tutum, toplumsal muhalefetin kaybını minimize edilmesinde hayatidir. Dolayısıyla, sürecin başarısı yaftalamak yerine sahiplenmek üzerine inşa edilecek bir stratejinin öne çıkarılmasını zaruri kılmaktadır. Çünkü, içinde bulunduğumuz koşullarda, elde edilen veya kaybedilen her şey, ne topyekûn Kemal Kılıçdaroğlu ve onun yönetiminin, ne de Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun ortaya koyduğu iradenin ürünüdür. Aksine, her dönemin maddi koşulları içinde, iktidarından muhalefetine uzanan geniş bir eksende öngörülen ve görülmeyen, yerinde müdahale edilen ve edilmeyen ve her bir adımın bir sonrakini belirleyen etkisiyle yaşanmış bir gerçekliğin birikimidir.

Tıpkı Hrant Dink, Berkin Elvan ve adını sayamadığımız onca örnek gibi; bunca kirlenmişliğin, ayrışmanın, öldürülmenin ve ötekileştirmenin bizleri körleştirmesinin, öfkemizi canlı kılmasının ya da hissizleştirmesinin, aynı zamanda "insan olmanın, insanca kalabilmenin" panzehri olduğu bir bedenle yeniden yüzümüze çarptı… Ölümün yaşama ve yaşamın ölüme pamuk ipliğiyle sımsıkı bağlı olduğunu, Ferdi Zeyrek’in varlığıyla cemre olup toprağa düştüğünü yeniden görebildik… Devri Daim Olsun…

[1] Bu değerlendirme ilk olarak, 24.06.2025 tarihinde Sosyal Demokrat Dergi’de (SODEV) yayınlanmıştır.