SPİNOZA’NIN KİŞİLİĞİ VE FELSEFESİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Bilim Felsefesi - Prof. Dr. Yavuz KILIÇ

SPİNOZA’NIN KİŞİLİĞİ VE FELSEFESİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Felsefe tarihinde neredeyse bütün filozofların düşüncelerinin tartışılmayı, eleştirilmeyi, dikkate alınmayı ya da anılmayı hak ettikleri söylenebilir. Filozof olmak da zaten böyledir ya da filozoflarsözü edilmeye değer insanlar oldukları için yüzyıllarca, binyıllarca düşünceleri ele alınır, dikkatle okunur ve tartışılır. Ama kimileri var ki filozof olmanın yanı sıra insan olarak da anılmayı ve hakkında daha fazla konuşulmayı, tartışılmayı hak ediyor. Bunlardan biri 17. yüzyılda (1632-1677) yaşamış olan Spinoza’dır.

Bu yazıyı yazmamın ana nedeni, Spinoza’nın temel yapıtındaki ana düşüncesinin ya da felsefesinin merkezinde ne olduğunu göstermek; Tanrı hakkındaki düşüncelerini ana hatlarıyla ortaya koymak; ve daha sonra yazacağım Spinoza’nın teoloji-politika görüşüne bir giriş yapmaktır.

“Tanrıtanımaz”, “erdemli bir ateist”, “Tanrı zehirlemesine uğramış adam”, “Tanrı sarhoşu bir filozof”, “dinsiz”, “derin bir biçimde dindar”, “panteist” ya da “pananteist bir filozof”. Bu nitelendirmeler daha da arttırılabilir. Bunca nitelik yüklenen, suçlanan, hem de birbirine taban tabana zıt söylemlere konu olan filozof sayısı herhalde felsefe tarihinde çok azdır. Bütün bunlar Spinoza’yı bir yerlere konumlandırma, bir kalıp içine yerleştirme girişimleri gibi görünüyor. Ne var ki hakkında taban tabana zıt şeyler söyleniyorsa, onu dar bir alana sıkıştırmak pek mümkün gözükmüyor demektir. Ayrıca, filozofun görüşleri hakkında elbette farklı değerlendirmeler yapılabilir ve bu da doğaldır, ama taban tabana zıt değerlendirmeler yapılıyorsa orada bir sorun olduğu da açıktır. Bu bakımdan değerlendirmelerin bazılarının sorunlu olduğunu daha baştan söyleyebiliriz. Spinoza’nın düşünceleri konusunda çok genel diyebileceğimiz bir uzlaşma ya da felsefe tarihçileri arasındaki ortak kanı elbette vardır: Spinoza rasyonalist bir filozoftur ve töz görüşü bakımından tekçidir (monisttir).

Ateist ve yıkıcı düşüncelere sahip olduğu kanısıyla çağdaşlarınca da lanetlenen ve reddedilen biridir Spinoza. Düşüncelerinden dolayı 24 yaşında Yahudi cemaatinden kovulur. O, Herem(ya da Cherem) denen bir cezaya, (Hıristiyanlıktaki aforoza, kısmen de Alevi düşüncesindeki düşkünlüğe benzer bir cezaya) çarptırılır. Bu ceza, ailesi ve akrabaları dahil, bütün Yahudi cemaatiyle bağının kesilmesini gerektiren ve kişiyi lanetleyen çok ağır bir cezadır. Öyle ki Spinoza’dan önce bu cezaya çarptırılan birinin intihar ettiği söylenir. Spinoza’nın bu bakımdan güçlü olduğu, güçlü kaldığı yazdıklarından ortaya çıkıyor. Ona atfedilen suçlardan/suçlamalardan affedilebileceği, bağışlanabileceği de kendisine söylenir, ama söyleyenlerin şartları vardır: bir daha din ve politika hakkındaki, özellikle Tanrı hakkındaki düşüncelerini yazma, ifade etme! Çünkü yazdıkları, söyledikleri “din adamlarını kızdırmaktadır.” Kendisine iş teklifleri de yapılır, Heidelberg’de felsefe profesörlüğü önerilir; ama Spinoza ne düşüncelerini geri alır ne de iş tekliflerini kabul eder. O, herhangi bir maddi kazanç peşinde koşmadan mercek yontuculuğuyla geçimini sağlayan ve bu bakımdan mütevazi bir yaşam süren biridir. Tam özgürlüğü sürdürmeyi amaçlayan birinin gerekeni yapması bu olsa gerek. Spinoza tam da bir filozofta (ve “insan olma”yı başaranlarda) görülmesi gereken en temel kişisel özellikleri sergilemiştir: Dürüstlük, cesaret, sabır ve özgür olma. Günümüzde dönekliğin sözde “düşüncenin gelişimi” olarak görüldüğü, paranın ve mevkinin cazibesine kapılıp “ben olmazsam daha kötüsü olur” deyip mevkilerin kapıldığı, etik/ahlak deyip her türden ahlaksızlığın yapıldığı, daha eylemile davranışıbirbirinden ayıramayan sözde akademisyenlerin, aydınların ve tam da yarım oldukları için “entelektüel”lerin değil “entel”lerin çağında; düşündüğü gibi yaşayan ve yaşadığı gibi düşünen Spinoza bir filozof, bir insan olarak karşımızda durmaktadır. Bir kez daha söylersek, söylemleri ile yaptıkları, yaşadıkları arasında tam bir tutarlılık gösteren filozofların başında Spinoza gelmektedir. Tutarlı olma felsefenin özellikle pratiğe yönelik alanlarında (etik, politika gibi) daha da beklenir bir tutumdur. Çünkü sözlerin hangi ağızdan çıktığına göre bir ağırlığı olacaktır. Bazı ağızlara bazı sözcükler yakışmaz ve yaptıkları karşısında söyledikleri sözde kalır, sözlerinin bir ağırlığı yoktur. Binyıllar öncesinden Aristoteles bizi zaten bu konuda uyarmıştır: “Demek ki önceden söylediklerini işlerine, yaşamlarına taşıyorlar mı, buna bakmalı: Sözler işlere uyuyorsa onları kabul etmeli, uymuyorlarsa “lafta” kaldığını düşünmeli” (Aristoteles, 1997:218).

Başka filozoflarda olduğu gibi, bir filozof olarak Spinoza da hakikati aramakta ve bunun için dünyayı ve içinde yaşayan insanı ve şeyleri anlamaya ve anlatmaya çabalamaktadır. Bu çaba içerisinde bilgi, varlık, etik, teoloji ve politika hakkında önemli görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşlerden bazıları günümüz dünyasını anlamak için son derece zihin açıcıdır. Kısa denebilecek bu yazıda Spinoza’nın temel eseri (ve eserinde özel olarak ilk bölümü) merkeze alınarak kısmen de olsa tanıtılmaya çalışılacaktır.

Spinoza’nın temel eserinin Ethicaolduğu genel kabul görmektedir. Bu eser geometrik bir düzene göre yazdığından, bu yöntemin gereği olarak eser tanımlarla başlar, aksiyomlar, önermeler ve bunların açıklamaları ile devam eder. Bunlar arasında sıkı bir bağ kurulur ve önermenin aksiyoma, aksiyomun da tanıma aykırı olmaması gerekir; tıpkı yönetmeliğin yasaya, yasanın da anayasaya aykırı olmaması gibi. Böylesi bir başlangıçta, yapıtın neyi açıklamaya, hangi sorunu çözmeye çalıştığı ya da hangi soru ya da soruları yanıtlamaya uğraştığı hiç de açık değildir. Bu durum okuyanlar açısından temel bir zorluk oluşturmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, Spinoza’nın bu başyapıtının hareket noktası tartışmalı olmuştur.

Ethicabeş bölümden oluşmaktadır ve birinci bölümü “Tanrı” başlığını taşır. Böylesi bir başlangıç olunca sanki bir teoloji kitabıyla karşı karşıyayız diye düşünülebilir; ya da varlık felsefesi üzerine yazılmış bir kitap olarak görülebilir. Ne var ki, kitap tam da Spinoza’nın verdiği ada uygun bir iş yapmaktadır: Etik.

Bunun gerekçesini belirtmeden önce, kitabın Tanrı başlığını taşıyan ilk bölümünü özetler nitelikte birkaç söz söylememiz uygun olacaktır. Spinoza Tanrı derken bundan ne anlıyor? “Mutlak olarak sonsuz bir varlığa, yani her birinin özsel olarak ebedi ve sonsuzu ifade eden sonsuz öznitelikleri oluşturan bir töze Tanrı diyorum.” (6.Tanım). Peki töz ne demek? “Kendinde varolan ve kendisi aracılığıyla kavranan şeye töz diyorum” (3. Tanım). Bir şeyin kendisi aracılığıyla kavranmasının ana nedeni ise başka bir nedenin olmamasıdır, yani kendi kendinin nedenidir. “Özü varlığını kuşatan ya da doğası sadece varolan olarak kavranabilen şeye kendi kendinin nedeni diyorum” (1. Tanım). Kendi kendinin nedeni olmazsa dışsal bir neden olacaktır. Oysa Tanrı dışında bir şey yoktur.

Özetleyerek söylersek, Tanrı’nın doğası ve özellikleri hakkında şunlar söylenebilir: Tanrı mutlak olarak sonsuz varlık, ebedi ve sonsuz özniteliklere sahip, onda öz ve varlık ayrı değil, yani özü ile varlığı aynı. Kendinde varolduğu için sadece kendisi aracılığıyla kavranabilir. Zorunlu olarak var, sonsuz güce sahip ve “tek”dir.Dikkat edilirse Tanrı hakkında konuşurken Tanrı’ya insani nitelikler yüklenmez. Tanrı’da varolan öz ifade edilir. Bu yüzden Spinoza’nın Tanrı’sı insanbiçimli (antropomorfik) bir Tanrı değildir. Sonuç olarak, “Varolan her şey Tanrı’da vardır ve Tanrı olmadan hiçbir şey varolamaz ve kavranamaz” (2013:41). Bu kısa özetten sonra, yapıtın neden etiğe ait olduğunu söyleyebiliriz.

Eskiçağdan beri, elbette başka sorular yanında, “insan eylemlerinin nihai amacı nedir?” biçiminde bir sorunun yanıtlanmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu soru etiğin temel sorularından biri olarak değerlendirilmiş ve hangi eylemlerin bizi mutluluğu götüreceği, hangi eylemlerin kınanması ya da onanması gerektiği zihinleri meşgul etmiştir. İşte, Spinoza “bütünü açıklama”iddiası yanında böyle bir soruyu yanıtlamaya çalışır.

Bunun ilk ifadesini ikinci bölümün, yani “Zihnin Doğası ve Kökeni” başlığını taşıyan bölümün hemen başında söyler: “şimdi de Tanrı’nın, ya da ezeli-ebedi ve sınırsız Varlığın özünden zorunlu olarak çıkan sonuçları açıklamaya geçiyorum.” Sonsuz olan varlıktan sonsuz sonuç çıkmak zorunda olduğundan, “burada sadece, bizi adeta elimizden tutup insan zihninin ve onun üstün mutluluğunun bilgisini anlamaya götürecek sonuçları inceleyeceğiz” (2013:81).Demek ki, amaçlanan şey mutluluk, ama üstün mutluluk ve bu mutluluk zihinle ilgisinde düşünülüyor, zihinsel bir mutluluktan söz ediliyor.

Ne var ki bu mutluluğun bir gereği vardır, o da bilmeyle ilgilidir. Aynı zamanda insanın özgürlüğüyle de bağlantılı olan bilmeyi Spinoza şöyle açıklıyor: “İnsanlar kendilerinin özgür olduğunu düşünürler, çünkü kendi seçimlerinin ve arzularının farkındadırlar, ama kendilerini bunları seçmeye ve arzulamaya sevk eden nedenlerden bihaberdirler” (2013:71). O zaman, insanlar kendilerini bunları seçmeye ve arzulamaya sevk eden nedenleri bilirse özgürdürler, sonucunu çıkarabiliriz. Daha da önemlisi doğada olup bitenlerin gerçek nedenlerini bilirsek doğayı gerçekten bilmiş oluruz ve bildiğimiz oranda da erdemli ve özgür oluruz. Çünkü Spinoza’ya göre bizi özgür kılacak olan şey asıl anlamıyla nedenleri bilmektir. “Özgürlük gerçekte bir erdemdir, yani bir yetkinliktir.” İnsan, doğasının yasalarına göre eylemde bulunma gücüne sahip olduğu ölçüde özgürdür. Bu yüzden insan ne oranda özgürdür diye sorarsak, aklını iyi kullanabildiği, iyiyi kötüye yeğleyebildiğinizi söyleyebildiğimiz zaman, diye yanıt verebiliriz (2015: 20). İşte bu durum, etikten söz edebilmemizi olanaklı kılmaktadır, etikten söz edebilmemizin meşru temelini oluşturmaktadır.

Asıl nedenleriyle doğada olup bitenleri bilmek Tanrı’yı da bilmek demektir. Çünkü ilkin, Spinoza’nın Tanrı’sı tek Tanrılı dinlerde ifade edildiği gibi yaratıcı bir Tanrı değildir. “Tanrı her şeyin içkin nedenidir, geçici nedeni değil” (2013:52). İkincisi, Tanrı ile doğa aynıdır. Kendi ifadesiyle söylersek “Bizim Tanrı, yani Doğa dediğimiz o ezeli-ebedi ve sınırsız Varlık, nasıl zorunlu olarak varsa, zorunlu olarak da hareket eder” (2013:238). Spinoza’nın Tanrı (ya da Doğa) düşüncesini anlamamız bakımından, 32. Mektupta sözü edilenlere bakmamız da yararlı olacaktır: “Doğada sonsuz bir düşünme gücü vardır ve bu güç sonsuz olduğu ölçüde Doğanın bütününü nesnel olarak kendinde içerir ve düşünceleri Doğanınkiyle aynı tarzda işler, nitekim fikrinin konusu doğadır.”

Doğada bir zorunluluk vardır demek, aynı zamanda Tanrı’da da bir zorunluluk var demektir. O da olduğundan başka türlü olamaz ve kendi doğasının zorunluluğuyla varolduğu ve eylemini kendisi belirlediği için de özgür tek varlıktır. Tanrı’dan da şeyler zorunlulukla çıkmaktadır. “Doğada olası [olumsal] hiçbir şey yoktur; tersine, her şey tanrısal doğanın zorunluluğu sonucunda, belli bir şekilde varolmaya ve bir eyleme belirlenmiştir” (2013:60). Ethica’nın kimi yerlerinde çok açık bir biçimde doğada tam bir zorunluluğun olduğu belirtilmiştir. İşte insanın bilmeye çalıştığı da bu zorunlulukta olup bitenleri asıl nedenleriyle bilmektir.

Ama, insanları belli bir şeyi seçmeye ve arzulamaya sevk eden nedenleri bilme, her türden bilme ya da bilgiyle ilgili de değildir. Bunun sadece bir tür bilmeyle, bilgiyle ilgisinde düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Spinoza’da belli bilgi türleri vardır ve bu tarzda şeylerin nedenlerini bilmek, sezgi bilgisiyle (üçüncü tür bilgiyle) olanaklıdır. Bu tür bilgiyle kavramak, Tanrı’yı özüyle kavramak, asıl yapısıyla kavramak demektir. Üçüncü tür bilgiden ortaya çıkan entelektüel Tanrı bilgisi ebedi ve ezelidir (2013:352). Bu tür bilgi insanı erdemli ve mutlu kılar. Ona göre ruhun en yüce erdemi Tanrı’yı bilmek, yani şeyleri sezgi bilgisiyle bilmektir. İşte Spinoza sezgi bilgisiyle erdem ve mutluluk arasında kurduğu bağlantının yanında, kişinin yetkinliğini de buna bağlamıştır. Bu söylenenlere bağlı olarak, Ethica’nınyazılma amacı şöyle ifade edilebilir: insan zihninin gücünü, bu güçle nelerin başarılabileceği ve insanın en son mutluluğunun ne olabileceğini göstermek.

Soruyu başka bir açıdan tekrar soralım: Peki şeylerin nedenlerini bilirsek ne olacak? Bu sorunun yanıtı, yine Spinoza’nın Ethica’yı yazma amacıyla ya da bu yapıtta yanıtlamaya çalıştığı soruyla ilgilidir. Spinoza, kitabın son sayfasındaki ‘not’ta da bunu bize söylemektedir. “Bilge insan bilge olarak görüldüğü sürece öyle kolay kolay ruhsal karmaşaya sürüklenmez, tersine ezeli ve ebedi bir zorunluluktan ötürü hem kendisinin hem Tanrı’nın hem de şeylerin bilincinde olduğundan, varolmaktan asla vazgeçmez ve daima gerçek anlamıyla ruhsal bir doygunluk yaşar. Bizi bur tür bir yaşama götüreceğini belirttiğim yol şu an için çok çetin gözükse de yine de bu yolu bulmak mümkündür. Hiç kuşkusuz nadir bulunan bir yolun çetin olması da çok doğaldır” (2013:362).

Demek ki Spinoza’da mutlu olmak insan aklıyla, bilinciyle doğrudan ilgili görünüyor. Olup bitenlerin neden öyle olup bittiklerini bilmek insanı özgür kılacağından, bilmek (aynı zamanda duyguların temel olduklarını da bilmek) insan yaşamı için çok önemlidir. İnsanın kendi yaşamına kendi seçimleri doğrultusunda yön vermesi; yaşamın sürüklediği yöne doğru kendini şekillendirmesi olanaklıdır. Doğada bir zorunluluk olsa da yine de bir biçimde insanın özgürlüğü mümkündür. Spinoza’nın önerdiği bir tür yaşam vardır, ama bu yaşam, söylendiği gibi, çetindir, kolayca elde edilemez. Dolayısıyla Spinoza’da alışılagelmiş soru değişmiştir: soru, yaşamın yaşamaya değip değmemesi değil, yaşamak zorunda olduğumuza göre, yaşamaya nasıl katlanacağımız ve belki de kötü bir işin iyi yanını nasıl görebileceğimizdir.

Prof. Dr. Yavuz KILIÇ

KAYNAKÇA

Aristoteles, Nikamakhos’a Etik, Çev. Saffet Babür, Ankara: Ayraç Yayınevi, 1997.

Spinoza, B.Ethica, Cev. Çiğdem Dürüşken, İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2013.

Spinoza, B.Mektuplar, Çev. Emine Ayhan, Ankara: Dost Kitabevi, 2014.

Spinoza, B. Politik İnceleme, Çev. Murat Erşen, Ankara: Dost Kitabevi, 2015.