Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Eğitimin Sınıfsallığı ve Kerkenezin Eğitimi

Mustafa Pala

Kategori: Sinema - Tarih: 21 Eylül 2025 14:14 - Okunma sayısı: 71

Eğitimin Sınıfsallığı ve Kerkenezin Eğitimi

OLGULAR VE KURGULAR

Görünümleri üzerinde konuşabiliriz belki ama eğitimin sınıfsal niteliği tartışılmaz. Bu, toplumsal sınıflaşmanın başladığı zamandan beri böyle ve ilk modern ortaklaşmacı toplumun inşasına kadar da böyle olacak. 2025-2026 eğitim öğretim dönemi başlarken, eğitimin bu niteliğini hem olgular hem kurgular üzerinden bir kez daha anlatmayı deneyelim. Bu kez elimizde işçi sınıfının ünlü yönetmeni Ken Loach’ın, alt sınıf bir ailenin çocuğu olan Billy’nin öğrenme potansiyelini açığa çıkaran kerkenezin başrolde olduğu Kes (1969) filmi var…

Ama devam etmeden önce olgulara bakalım: Okullar açılırken eğitim sisteminin sınıfsal eşitsizlikleri nasıl pekiştirdiğini ve sosyal hareketliliği nasıl sınırladığını gösteren MEB, TÜİK, YÖK ve çeşitli akademik çalışmaların ortaya koyduğu verilerle ülkemizde eğitimin sınıfsal görünümü özetle şöyledir:

MEB verilerine göre, devletin son on yılda öğrenci başına eğitim harcaması Dolar bazında 3’te 1 oranında azalmış. Bu veri, Türkiye’nin eğitim yatırımlarının dünya standartlarına göre yetersiz olduğunu ve özellikle alt sınıflardan gelen öğrencilerin daha az ödenekli okullarda eğitim gördüğünü gösteriyor. Yine MEB verileri, özel okullardaki öğrenci oranının yüzde 10’a yükseldiğini söylüyor; ancak bu okullar genellikle yüksek gelirli ailelerin çocuklarına hizmet veriyor ve üst sınıfların daha avantajlı bir eğitime erişimini sağlıyor. Devlet okullarında ise fiziki altyapı yetersizliği ve kalabalık derslikler, toplumsal alt sınıfların dezavantajını pekiştiriyor…

TÜİK verileri ise, 4+4+4 kesintili zorunlu eğitimde okullaşma oranı %97 olmuşken, son yılarda bu oranın ortaöğretimde %84,2’ye gerilediğini gösteriyor. Ancak, bu oranlar bölgelere ve cinsiyete göre, doğu illeri ve kız öğrenciler aleyhine farklılık gösteriyor; Güneydoğu Anadolu’da okullaşma oranları hem tüm öğrenciler hem de kız çocukları için, örneğin Marmara Bölgesi’ne göre oldukça düşük. Yoksul bölgelerdeki işçi sınıfı ve tarım işçisi ailelerin çocukları eğitime erişimde zorluklar yaşıyor…

Dolayısıyla Pierre Bourdieu’nun, çoğu eğitimle sağlanan “kültürel sermaye” kavramına göre üst sınıflar, özel okullar yoluyla kültürel, sosyal ve ekonomik sermayelerini çocuklarına aktarırken, alt sınıflar devlet okullarındaki sınırlı kaynaklarla yetinmek zorunda kalıyor. Bu, eğitimdeki sınıfsal ayrışmayı derinleştiriyor. Öte yandan mülteci kriziyle birlikte Suriyeli çocukların çoğu, yoksulluk ve dil engelleri nedeniyle eğitim alamıyor ve alt sınıf büyürken yoksulluk derinleşiyor. Bölgesel ve ekonomik eşitsizlikler, dezavantajlı ailelerin çocuklarının eğitimden dışlanmasını kolaylaştırıyor, eğitimden dışlanan bu çocuklar da iş piyasasının düşük ücretli emek ihtiyacını karşılıyor.

YÖK ve ÖSYM verileri, yükseköğretime geçiş oranının %40’lar civarında; ancak bu oranın üst gelir gruplarında daha yüksek olduğunu gösteriyor. Özel derslere ve hazırlık kurslarına erişimi olan öğrenciler, LGS ve YKS’de daha başarılı oluyor. Yüksek puanlı öğrencilerin %70’ten fazlasının sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerden geliyor olması, buna işaret ediyor. Öte yandan akademik araştırmalar, alt sınıf hanelere mensup üniversite mezunlarının giderek daha fazla vasıfsız işlerde çalıştığını ortaya koyuyor. Bu durum, “eğitim = daha iyi iş” fikrine dayanan insani sermaye teorisinin, en azından Türkiye’de işlemediğine ve sınıfsal eşitsizliklerin derinleşerek devam ettiğini gösteriyor.

Milli eğitim Bakanlığının, kendi yaptığı işin “niteliksizliğini” resmen kabul ederek “nitelikli-niteliksiz” biçiminde böldüğü okul türleri de sınıfsal ayrışmayı durmadan üretip koruyan bir döngü yaratıyor. MEB verilerine göre, bütün teşviklere ve yatırımlara karşın imam hatip liselerinde 500 bin civarında, meslek liselerindeki ise 1,5 milyondan fazla öğrenci var. Toplam ortaöğretim öğrencilerinin 3’te 1’inden fazlasını oluşturan bu öğrenciler, genellikle işçi sınıfı ve alt sınıf ailelerin çocukları. Öte yandan bu okullardan imam hatip liselerinin müfredatı dini derslere, meslek liselerininki de sanayi ve hizmet sektörüne düşük ücretli işçi yetiştirmeye odaklanıp genel kültür derslerinden uzaklaşıyor; her ikisi de sosyal hareketliliği sınırlayan sonuçlar doğuruyor.

Fen ve Anadolu liseleri, genellikle üst ve orta sınıf ailelerin çocuklarına eğitim veriyor. Fen liselerine yerleşen öğrencilerin tamamına yakını, şu kadar veya bu kadar özel ders/kurs almış öğrencilerden oluşuyor. Bu da sınav temelli sistemin (LGS, YKS) sınıfsal bir filtre işlevi gördüğünü gösteriyor ve Max Weber’in “statü grupları” kavramını doğruluyor: Elit okullar üst sınıfların statüsünü korurken, meslek liseleri alt sınıfları düşük statülü rollere yönlendiriyor; yani eğitim sınıfsal hiyerarşiyi pekiştiriyor.

Türkiye’de eğitimin sınıfsal görünümünü ortaya koyan veriler, kapitalist sistemin bir yansıması olarak eğitim sisteminin alt sınıfları dezavantajlı kıldığını, üst sınıfların ayrıcalıklarını koruduğunu gösteriyor. Kalabalık sınıflar, yetersiz bütçe, bölgesel eşitsizlikler ve sınav temelli sistem, sınıfsal ayrışmayı pekiştiriyor ve pekiştirmeye devam ediyor…

KEN LOACH’IN SINIFSAL TAVRI

Tıpkı 1960’lar İngiltere’sinden, Ken Loach’ın “Kes” adlı filmine yansıyan ve eğitim-toplumsal sınıf ilişkisini daha görünür kılan Billy Casper’ın (David Bradley) hikâyesi gibi! “Kes”, sinema tarihinde hem sanatsal hem de toplumsal açıdan önemli bir yere sahip. Barry Hines’ın “A Kestrel for a Knave” (Bir Dolandırıcı İçin Bir Kerkenez) romanından uyarlanmış, İngiliz sosyal gerçekçilik akımının güçlü örneklerinden biri. Film, Ken Loach’ın politik sinema anlayışının erken dönem örneği olarak öne çıkıyor.

Loach (1936, İngiltere), İngiliz sinemasının önde gelen sosyal gerçekçi yönetmenlerinden biri. Kariyerine BBC’de televizyon yönetmeni olarak başlamış, 2006’da “The Wind That Shakes the Barley” (Arpayı Sallayan Rüzgâr) ve 2016’da “I, Daniel Blake” (Ben, Daniel Blake) ile Altın Palmiye’yi iki kez kazanmış nadir yönetmenlerden. Politik olarak sosyalist ve Troçkist bir dünya görüşüne sahip olan ve işçi sınıfının temalarına odaklanan Loach’ın filmleri, genellikle sinemanın toplumsal gerçekçi örneklerini oluşturuyor.

“Kes”, 1960’ların İngiltere’sinde işçi sınıfının yaşadığı zorlukları ve toplumsal eşitsizlikleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Yorkshire’deki bir maden kasabasında geçen hikâyesi, işçi sınıfı aileye mensup bir gencin hem aile içinde hem okulda hem de toplumda karşılaştığı baskı ve dışlanmayı işliyor. Loach, kapitalist sistemin ve dönemin İngiliz eğitim sisteminin işçi sınıfı çocuklarının potansiyelini nasıl kısıtladığını sert bir şekilde eleştiriyor. Billy’nin hikâyesi, sistemin bireyleri nasıl bir çarkın içine hapsettiğini, onlara nasıl sınırlı bir gelecek sunduğunu gösteriyor ve filmi bireysel bir hikâye olmaktan çıkarıp, evrensel bir sınıf mücadelesi anlatısına dönüştürüyor.

Dönüştürürken de dönemin İngiliz eğitim sistemini, özellikle de bizdeki LGS’ye benzeyen “11-plus” sınavıyla öğrencileri toplumsal sınıflarına uygun olarak akademik eğitim veren ya da meslekî beceri kazandıran okullara ayıran “Tripartite” (Üçlü Sistem) uygulamasını bombalıyor. Billy’nin okulda yaşadığı baskıları, öğretmenlerin ve müdürün uyguladığı disiplin ve cezaları, sistemin bireysel yetenekleri göz ardı ederek çocukları standart bir kalıba sokmaya çalıştığını anlatıyor. Loach, bu sistemin işçi ailelerin çocuklarını madenlerde ya da vasıfsız işlerde çalışmaya mahkûm ettiğini söylüyor. Kes, eğitim sisteminin toplumsal eşitsizlikleri pekiştiren bir araç olarak işlev gördüğünü bütün çıplaklığıyla açığa çıkarıyor.

Billy’nin kerkenez kuşu “Kes” ile kurduğu bağ, filmin duygusal çekirdeğini oluşturur. Kes, Billy için özgürlüğün, bağımsızlığın ve bireysel anlam arayışının sembolü oluyor. Toplumun ona dayattığı kısıtlamalara rağmen, Billy’nin kuşu eğitme süreci, onun kendi potansiyelini keşfetmesini ve bir süreliğine de olsa sistemin zincirlerini kırmasını sağlıyor. Ancak filmin trajik finali, bu özgürlük arayışının sistem karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Kes’in ölümü, Billy’nin umutlarının ve masumiyetinin de bir anlamda yok oluşunu temsil ediyor. Böylelikle film, bir büyüme hikâyesinden çok, bireyin kapitalist toplum içindeki çaresizliğinin güçlü bir temsiline evriliyor.

KEN LOACH SİNEMASI

Ken Loach’ın “Kes”te bir örneğin verdiği “Kitchen Sink Realism” (Mutfak Lavabosu Gerçekçiliği), İngiliz Yeni Dalga sinemasının bir alt dalı olarak ortaya çıkar ve adını, işçi sınıfı evlerindeki sıradan mutfak lavabosu gibi günlük yaşamın kaba, gerçekçi ayrıntılarından alır. İşçilerin eylemleri, aile içi çatışmalar, aşk, isyan ve hayal kırıklıkları gibi temaları işler. Melodramdan uzak, minimalizme yakın, ham ve otantik bir anlatımla fabrikalar, maden ocakları gibi gri, kasvetli mekânlar, yerel lehçelerle sağlanan gerçekçilik ön plana çıkar.

“Kes”, Loach’ın sosyal gerçekçi yaklaşımını sinemaya taşıdığı bir dönüm noktası olarak “Kitchen Sink Realism”in bir devamıdır. Eğitim sistemi ve toplumsal eşitsizliklere yönelik eleştirisi, akımın öfkeli ruhunu yansıtır. Film, Billy’yi oynayan David Bradley’nin ilk oyunculuk deneyimi olması gibi profesyonel olmayan oyuncularla, doğal mekânlarda ve doğaçlama diyaloglarla çekilir ve belgeselvari bir gerçekçilik kazanır.

Loach’ın sosyalist bakış açısı, sınıf çatışması ve sistem eleştirisini derinleştirir. “Kes”, eğitim sisteminin işçi sınıfını ezdiğini göstererek Yeni Dalga’nın, sınav gibi kanıtlanmış performansla ölçülen yeterliklere dayanan, bir çeşit meritokratik diyebileceğimiz eğitim eleştirisini sürdürür. Sürdürürken de Yeni Dalga’nın bireysel isyan temalarını kolektif bir sınıf mücadelesine dönüştürür. Nihayet “Kes”, Billy’nin bireysel trajedisini yapısal adaletsizliğe bağlar. Ken Loach, dezavantajlı kişi ve ailelerin sorunlarını ele aldığı “Ben, Daniel Blake”de (2016) ve Suriyeli mültecilerin trajedileriyle maden ocakları kapanmış Kuzeydoğu İngiltere köylülerinin acılarını buluşturan son filmi “Yaşlı Meşe”de (The Old Oak, Umudunu Kaybetme, 2023) olduğu gibi hemen her filminde bu gerçekçi ve politik geleneği devam ettirir,

Çağdaş sinemacılar üzerinde derin bir etki bırakan “Kes”, Loach’ın sinema tarihindeki yerini sağlamlaştıran bir başyapıt olarak kabul edilir. Film, 1970’te iki BAFTA ödülü kazanır ve sinema eleştirmenleri tarafından bir klasik olarak nitelendirilir. “Kes”, sadece 1960’ların İngiltere’sine değil, günümüz toplumlarına da hitap eden zamansız bir eserdir hem kurgusu hem de yaslandığı olgusuyla!

EĞİTİMİN SINIFSAL KARAKTERİ

“Kes”, İngiltere’de 1944 Eğitim Yasası (Education Act 1944) ile kurulan ve “Üçlü Sistem” (Tripartite System) olarak bilinen eğitim yapısını hedef alıyor. Bu sistem, 11 yaşında yapılan bir sınav (11-plus) ile öğrencileri, bizdekine benzer biçimde üç kategoriye ayırıyor: Bizim Fen ve “nitelikli” Anadolu liselerimize denk gelen “Gramer Okulları” (Grammar Schools), Akademik başarı gösteren, genellikle orta ve üst sınıf çocuklarının gittiği prestijli okullar. Bu okullar, üniversiteye hazırlık odaklı bir eğitim veriyor. Bizim Mesleki ve Teknik liselerle benzerlik gösteren “Teknik Okullar” (Technical Schools) ise öğrencilerin teknik becerilerine odaklanıyor ama bizdekinden sayıca daha az. Bakanlığımızın “niteliksiz” diyerek sınav kazanamayan ve sınava girmeyen öğrencileri adreslerine göre aldığı okulların İngiltere’deki karşılığı da “Modern Ortaöğretim Okulları” (Secondary Modern Schools). Bunlar, “11-plus”u geçemeyen “başarısız” öğrencilerin gittiği okullar ve piyasaya vasıfsız iş gücü yetiştiriyorlar!

“Kes”in Billy Casper’ı bu okullardan birine devam ediyor ve Loach’ın eleştirisi, bu sistemin seçici ve ayrımcı doğasına yöneliyor. Çocuklar erken yaşta etiketlenmiş ve potansiyelleri sınavla belirlenmiştir. Bu, sınav performansına dayalı “meritokrasi” sisteminin “başarı” kisvesi altında gizlenen bir ayrımcılıktır. Geçimlerini zar zor sağlayabilen ailelerin çocukları hangi ekonomik olanaklarla iyi bir eğitim alacak ve Gramer Okuları’na girecek?

Billy’nin okulunda öğretmenler, disiplin odaklıdır; bizde dinsel içerikle, sınav baskısıyla sağlanan “disiplin” orada fiziksel ceza (değnekle dövme vs.) ile kurulmaktadır. Eğitim, bireysel gelişim yerine itaat ve toplumsal rollere uyum üzerine kurgulanmıştır. Filmde okul sahneleri (örneğin, Okul Müdürü Mr. Gryce’in (Bob Bowes) keyfî cezaları veya Beden Eğitimi Öğretmeni Mr. Sugden’in (Brian Glover) zorbalıkları, bu yaklaşımın ne kadar yaygın ve ne kadar acımasız olduğunu gösterir.

Savaş sonrası İngiltere’sinin “eşitlik” vaadiyle çelişen sistem, Loach’ın bu filmi 1969’da çektiğinde hâlâ yürürlükteydi ve ancak 1970’lerde kapsamlı bir eğitim reformlarıyla kısmen değiştirilebildi. Türkiye’de ise eğitimin sınıfsal karakteri, sitemde yapılan her değişiklikle biraz daha derinleşiyor ve filmin vurguladığı yoksul aile çocuklarını çıkmaz sokakta çaresiz bırakıyor. Öğrenciler, sistemin çarklarında eziliyor, yaratıcılıkları bastırılıyor ve okul, bilim ve sosyalleşme mekânı olmaktan çıkıp o yıllarda hapishaneye, şimdiler de ise gürültüsüz patırtısız boş vakit geçirme kurumlarına dönüşüyor.

LOACH’IN ELEŞTİRİSİ

İşte böyle bir sisteme Loach’ın eleştirisi, sosyalist bir perspektiften geliyor. Ona göre eğitim sistemi, kapitalist toplumun bir parçası olarak, bireyleri sömürmeye ve sömürülmeye hazırlamaktadır ve bu bilinçli bir zulümdür. Nihayet sistemin sonuçlarını yönetmen, örneğin “Üzgünüz Size Ulaşamadık”’ta (Sorry We Missed You, 2019) gösterir ve bu kez sömürülenlerin alın teri üzerine inşa edilen refah toplumunu işçi sınıfının “prekaryalaşması” üzerinden kıyasıya eleştirir.

Sistemin borçlandırarak boğazından yakaladığı güvencesiz işçi Ricky (Kris Hitchen) de muhtemelen Billy’nin okulundan mezundu! Belki o da Billy gibi “aptal” olarak etiketlenmişti ve onun gibi kerkenez kuşunu eğiterek değilse de önündeki iki oyuncunun bacakları arasından futbol topunu su gibi akıtarak kaçıracak kadar zor bir beceriyi kendi başına öğrenebilmişti… Ken Loach, eğitim sistemi ile öğrenen bireyin potansiyeli arasında kurduğu bu karşıtlıkla sistemin, standart testlerle ölçülemeyen yetenekleri görmezden geldiğini söyler. Eğer bir “başarısız”a şans verilse, sonuç şaşırtıcı olabilir. Kes’in İngilizce öğretmeni Mr. Farthing’in (Colin Welland) Billy’yi sınıf önünde konuşmaya teşvik etmesi, onun kerkenezi eğitmesini desteklemesi, nadir görülen bir olumlu örnek olsa da sistemin yetersizliğini vurgular.

Filmde okul, öğretmenlerin kötümser ve tükenmiş, ilişkilerin kopuk olduğu bir yer olarak betimlenir. Keyfî ceza uygulaması, okul yöneticilerinin öğrencileri baskıladığı sahneler, okullardaki şiddetin yaygınlığını gösterir. Loach, bu yaklaşımın çocukları eğitime daha da yabancılaştırdığını ve öğrenmeyi engellediğini vurgular. Böylelikle toplumsal değişim ve dinamizm engellenir ve sistemin devamı sağlanır. Film, eşitsizlikçi toplumda eğitimin bireyi hayata değil, eşitsizliği üreten ve sürdüren bir mekanizmaya hazırladığını gösterir. Sistemin yoksulluğu ve sömürüyü normalleştirdiği eleştirisi, Loach’ın filmografisinde önemli ve istikrarlı bir yer tutar.

SORUN SAYISAL DEĞİL, YAPISAL

Kendisi de işçi kökenli olan Barry Hines’in senaryosuyla Kes, eğitimin sınıfsal temellerini açığa çıkarır ve şu mesajlı verir: “Üçlü eğitim sistemi”, sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin sınavlara daha iyi hazırlanabilen çocuklarına “nitelikli” eğitim sağlayıp avantajlı iş olanakları yaratır. Onlar da bu avantajlarını kendi çocuklarına aktararak kapitalizm çarkının dönmesine süreklilik katar… Sistem, sosyal dinamizmin önüne bir duvar olup dikilir ve Billy gibi dezavantajlı ailelerin çocuklarını düşük statülü işlere mahkûm ederken o çarkın dönmesi için gereken ideolojiyi de üretir…

Bütün kapitalist ülkelerde; Türkiye dahil!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sinema Yazıları
EL

Sinema 09 Mayıs 2025

EL

BEN X

Sinema 19 Nisan 2025

BEN X

WONDER (MUCİZE)

Sinema 05 Nisan 2025

WONDER (MUCİZE)