ŞİDDETİN SEMPATİZE EDİLMESİ:
(Sanal Normalleşme)
Prof. Dr. Tuncay DİLCİ
Toplumsal düzenin varlık nedenlerinden biri, şiddeti kontrol altına almak, bireyler arasındaki çatışmayı hukuk, etik ve normlar aracılığıyla düzenlemektir. Ancak çağımızın en güçlü kültürel alanlarından biri olan sanal dünya, bu işlevi tersine çevirmeye başlamıştır. Artık şiddet yalnızca gösterilmemekte; duygusal olarak sempatize edilmekte, içselleştirilmekte ve hatta kimi zaman “normal” bir davranış biçimi olarak sunulmaktadır.
Bugün dijital dünyanın sunduğu her görsel, her paylaşım ve her “like” tuşu, bireyin şiddetle olan ilişkisini yeniden biçimlendirmektedir. Ekran karşısında yaşanan sahte gerçeklik, bireye bir tür “duygusal dokunulmazlık” kazandırmakta; şiddetin etkisi, ekrandaki bir piksel kadar hafif hissedilmektedir. Bu da bireyi, farkında olmadan, şiddete karşı duyarsız ve hatta ona karşı hoşgörülü hale getirmektedir.
Oysa bu durum, yalnızca bireysel bir duyarsızlaşma değildir. Zihinsel ve duygusal düzeyde, bilinçaltı kuşatması, şuurun aşınması ve manevi değerlerin çözülmesi şeklinde toplumsal bir yıkımı da beraberinde getirmektedir.
Dijital Kuşatmanın Sessiz Şiddeti
Günümüz insanı yalnızca bilgi bombardımanına değil, aynı zamanda çok boyutlu bir kültür kuşatmasına maruz kalmaktadır. Bu kuşatma, en görünmez biçimini şiddetin normalleşmesinde bulur. Sosyal medyada, dijital oyunlarda, dizilerde ve algoritmaların yönlendirdiği sanal evrende, şiddet artık yalnızca bir eylem değil, bir duygusal atmosfer haline gelmiştir.
Kimi zaman bir oyun kahramanının zaferi, kimi zaman bir dizideki sert yüz ifadesi, kimi zaman da bir “trend” video… Hepsi, bireyin beyin kimyasını yeniden biçimlendirmekte, özellikle amigdala üzerinde şiddetle ilişkili dürtüleri harekete geçirmektedir. Böylece kişi, farkında olmadan, şiddeti bir çözüm biçimi, bir güç göstergesi, hatta bir özgürlük alanı olarak içselleştirmektedir.
Dijital Şiddetin Dört Görünümü
- Dijital Oyunlarda Şiddet:
Savaşmak, öldürmek, yok etmek… Bunlar artık sadece birer “oyun kurgusu” değil; milyonlarca gencin zihninde etik sınırları silikleştiren duygusal simülasyonlardır. Oyuncu, sayısız kez öldürme eylemi gerçekleştirir, ancak bunun gerçek hayattaki ağırlığını hissetmez. Bu durum, şiddeti duygusal açıdan nötralize eder; vicdan, ekranın arkasında sessizleşir.
- Sosyal Medya ve Linç Kültürü:
Günümüzde sözlü şiddet, fiziksel şiddetin yerini almıştır. Sosyal medya platformlarında linç kampanyaları, hakaret ve nefret söylemleri artık “toplumsal tepki” olarak meşrulaştırılmaktadır. Böylece şiddet, bireyleri bir araya getiren yeni bir bağ kurma biçimi haline gelmiştir. “Birlikte öfke duymak”, modern çağın duygusal dayanışması olmuştur.
- Şiddetin Estetikleştirilmesi:
Popüler kültür, şiddeti çoğu zaman estetik bir unsur olarak sunar. Dizilerde kahramanların sorunları şiddetle çözmesi, izleyicide “haklı şiddet” algısı oluşturur. Bu estetik kılıf, şiddeti sadece görünür değil, çekici hale getirir. Güzel görüntüler, sert davranışları masumlaştırır.
- Algoritmaların Rolü:
Sosyal medya algoritmaları, insan psikolojisinin en kırılgan yönünü hedef alır: merak ve korku. İlgi çekici bulduğumuz her içerik aslında bir veri manipülasyonudur. Provokatif, şiddet yüklü videolar, kullanıcı etkileşimini artırdığı için sürekli karşımıza çıkar. Böylece birey farkında olmadan şiddet imgelerine bağımlı hale gelir.
Şiddetin Yeni Yüzü: Duygusal Bağımlılık
Artık şiddet yalnızca fiziksel bir eylem değil, duygusal bir alışkanlık haline gelmiştir. Sanal ortamda öfke duymak, tepki vermek, eleştirmek ya da aşağılamak, bir tür haz mekanizması üretmektedir. Birey, kendi iç dünyasındaki gerilimleri bu yolla boşaltmakta; ancak uzun vadede, kendi benliğine yönelmiş içsel bir şiddet geliştirmektedir.
Bu noktada şiddet, dışarıya değil içeriye yönelir. Kişi, kendine yabancılaşır; sessizce kendi benliğine zarar verir. Sosyal medya bağımlılığı, sürekli kıyas, beğeni arayışı ve görünür olma ihtiyacı, bireyin kendi değerini yıpratan psikolojik bir şiddet döngüsüne dönüşür.
Toplumsal Erozyonun Derin İzleri
Dijital mecralarda paylaşılan her görsel, yapılan her yorum, atılan her tepki emojisi, aslında şiddetin mikro bir biçimini üretir. Birey farkında olmadan bu şiddeti yeniden üretir; beğenir, paylaşır, çoğaltır. Böylece toplumsal düzende şiddetsizlik ilkesi aşınır; sessiz, görünmez bir şiddet iklimi oluşur.
Sonuçta, sürekli maruziyet altında kalan birey, depresif, dramatik ve pasifize edilmiş bir kişilik yapısına sürüklenir. Bu, yalnızca bireyin değil, toplumun da içsel direncini kırar.
Bir Uyarı Niteliğinde Sonuç
Bugün şiddet, artık sadece suçun değil, tüketimin de bir biçimidir. Görsel, duygusal, hatta düşünsel olarak şiddet tüketiyoruz. Dijital çağın bu görünmez şiddeti, insanın iç huzurunu, merhametini ve ahlaki direncini sessizce aşındırıyor.
Bu nedenle artık “şiddeti önlemek” kavramı yalnızca fiziksel güvenlik önlemleriyle değil; dijital etik, medya farkındalığı ve psikolojik direnç boyutlarıyla yeniden ele alınmalıdır. Çünkü ekranın arkasında işlenen her şiddet, bir sonraki kuşağın bilincine dokunan bir iz bırakmaktadır. Ve o iz, geleceğin toplumsal ruh haritasını çizmektedir.