Penelope’nin Dokuması: Sessizliğin ve Direnişin Hikâyesi

Fikir Yazıları - Doç.Dr. Eylem Yenisoy Şahin

Homeros’un Odysseia’sı, Batı uygarlığının en eski ideolojik metinlerinden biridir. Görünürde bir kahramanın eve dönüş hikâyesini anlatır, ama derinlerinde kültürün cinsiyet mantığını dokur. Odysseus’un yolculuğu aklın, hareketin ve eril kudretin sınandığı bir deneyimken,Penelope’nin bekleyişi kadının zamansız, döngüsel, sabırla örülmüş sessizliğe hapsedilişinin destanıdır. Erkek on yıl savaşın ardından on yıl eve dönmek için mücadele ederken, kadın bu yirmi yıl boyunca onu bekler. Sonunda erkek “kahraman” olur, kadın “sadık” kalır. Bu karşıtlık basitçe ve yalnızca mitolojik bir kurgu değildir, kültürün derin ideolojisidir: Erkek dışarıdadır, kadın içeride.

Odysseus’un dünyası hareketin, zekânın ve stratejinin coğrafyasıdır. Onun “Polymetis” yani “çok akıllı” oluşu, kültürün aklı erkeklikle özdeşleştirdiğinin simgesidir. Hile bile cinsiyetlidir: Truva atı fikrini bulan Odysseus’un hilesi zeka ve stratejidir örneğin, Penelope’nin gündüz dokuyup gece söktüğü kefen ise günah korkusunun, sadakat yükünün bir sonucudur. Aynı eylem (hile) eril düzende anlam değiştirir.Erkeğin hilesi deha, kadınınki ise erteleme çabası olarak tarif edilir.Penelope’nin tezgâhı onun ellerinde zamanı durdurmanın ve kaderi geciktirmenin aracına dönüşürken ona tanınan tek özgür eylem alanı zamanı yavaşlatmaktır. Dokuma, görünmeyen emeğin ve kültürel itaatin sembolü hâline gelir.

Penelope’nin direnişi paradoksaldır çünkü içeride kalmaya mahkûmdur ama o bu mahkumiyetten bir direniş çıkarır, sessizce kendi zamanına yaratır. Her gece söktüğü iplik, toplumsal düzenin ipliğidir aslında, zamanın akışını durdurarak erkek düzenine küçük bir sabotaj yapar. Kadının tarih boyunca bulduğu en eski edilgin direniş biçimidir bu. Sabırla kendi arzuladığı şeye ikna eder erkeği ya da kendini böyle kandırır! Bunun için harcadığı emek, gündüzleri boş yere, gece sökülmek üzere dokuduğu kumaş görünmeyen emeğinin en güzel betimlemesidir ama bu “kendi kendine” yarattığı kendi “zamanı” onun istemediği şeyi yapmamasını sağlar. BöylecePenelope’nin sessizliği en yüksek tonda gerçekleşen protestoya dönüşür.

Homeros’un anlatısında Penelope’nin iç dünyasına yer yoktur. Onun sergilediği sessizlik, antik çağın ötesinde, kadınlardan beklenen “ölçülülük” ve “namus” ideolojisinin köküdür. Kültür, kadını susturarak düzenini korur. Penelope konuşamaz, çünkü konuşursa, beklemezse, sabretmezse, taliplerini oyalayamazsa mit çöker. Odysseus’un zaferi, Penelope’nin sabrıyla anlam kazanır, erkek kahramanlığın temelinde bir kadının sessizliği vardır. Kültür, kendi zaferini kadının fedakârlığıyla meşrulaştırır. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” cümlesi işte bu mitin modern biçimidir. Ama kimdir o kadın? Neden hep arkadadır? Ne düşünür? Ne hisseder? Hiç sorulmaz.

Penelope’nin dokuması kültürün dokusudur. Kadın, uygarlığın sürekliliğini sağlayan görünmez ama temel üreticidir.Üretim (üreme), yeniden üretim (bakım), evin düzeni, gündelik işler, duygusal emek hep onun payına düşer. Bu bitmeyen iş yükünü görünmez ve sonsuz tekrar yapısı nedeniyle “anlamsız”ve “değersiz” gören kültür, kadının üretkenliğini erkeğin erdemine dönüştürür. Bu nedenle anlatılan hep erkeğin yolculuğudur. Bir durup sormayız, “kadının omzundaki tüm bu görünmez ve aslında temel olan işler neden “değersiz” ve “anlamsız”?” diye. Kültür inşası gerçekten(!) başarılı.

Odysseus’un dönüşü, patriyarkal düzenin zaferidir demiştim. Erkek döner, düzen sadakati sınanmış kadınla yeniden kurulur.

En nihayetinde “kahramanlık, akıl, yolculuk, zafer” erkekliğe özgü, “bekleyiş, sabır, iffet, sadakat, şefkat” ise kadınlığa özgü ifadeler olarak sabitlenir. Bu ifadeler ve bunların gönderimlerimodern/çağdaş dünyanın da sessizce devraldığı ideolojik miraslardır. Penelope’nin tezgâhı her bir hanede hâlâ işlemektedir. Belki biçimi değişmiştir, yeri değişmiştir ama kurduğu zamansallık aynıdır. Kadınlar hâlâ aynı döngünün içinde üretir, görünmez kalır, erkeklerse hâlâ denizlerde, yani kamusal alanda kendi kahramanlıklarını inşa eder.

Yine de Penelope sadece mağdur değildir tezgâhı başında bir faildir aynı zamanda. Zamanı geciktirerek kültürün içinde bir gedik açar ve düzenin hızına direnir.

Odysseia, kadınla erkeğin eşitsizliğini doğallaştıran kültürel bir sözleşmedir. Erkek döner, her savaştan, her kahramanca geçen günün ardından, her “kaçamağın/aldatışın” ardından evine döner. Öyle ya Odysseus, ardında Kirke’yi, Kalypso’yu bırakıp evine, karısına dönmüştü. Ve bu dönüşle birlikte hiçbir şey olmamış gibi “düzenin” yeniden devam etmesinin tek koşulu Penelope’nin sadık ve sessiz olmasıydı. Erkek tüm bu maceraların kahramanı olabilsin, hikayesi anlatılsın ama en nihayetinde dönebileceği bir yurdu, yuvası olsun diye Penelope yirmi yıl bekleyen sadık eş olarak resmedilmiştir.

Penelope’nin sevinci bile ölçülüdür, o kadar zamanın ardından (kocası değiştiği için mi yoksa onu istemediği için mi bilinmez) tanıyamadığı kocasını sadece ikisinin bildiği yatağın yerini göstermesini isteyerek sınar. Karşısındaki adamın gerçekten kocası olduğunu anladığında ise sevinip sevinmediği kocaman bir sorudur.

Odysseia bu çerçevede kültürel bir şifre, bir ideolojik kalıntıdır. Ama Odysseia’yıbugün bu kalıntıyı tersine çevirmek için okumalı. Kültürün duyulmayan, susturulan hangi sessizlikler pahasına kurulduğunu anlamak için okumalı. Penelope’nin sustuğu yerden konuşmaya başlamak için okumalı.

Ve destanı yazanlar değişiyor, daha da değişsin diye okumalı.