Sevgili okur,
Eğitim üzerine güncel konuları konuşacağız. Öyle hızlı değişiyor ki gündeme yetişemiyoruz. Bu değişimleri tüm yönleriyle konuşmak için Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU Hoca’mız ile söyleşimiz oldu.
Sayın Hocam, görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. “Eğitim” üzerine yazılmış binlerce kitap ve makale var her geçen gün de artıyor.
Kadir BAYŞU: Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kademeli olarak uygulanmaya başlanan "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" müfredatının, eleştirel düşünme, problem çözme ve evrensel bilim standartlarına uygunluk açısından Türk Eğitim Sistemi'ne katkıları ve olası riskleri nelerdir?
Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Millî Eğitim Bakanlığı'nın kademeli olarak uygulamaya başladığı "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" müfredatının Türk Eğitim Sistemi'ne potansiyel katkıları ve olası riskleri, özellikle eleştirel düşünme, problem çözme ve evrensel bilim standartları bağlamında, mevcut tartışmalar ve modelin kendi metinleri ışığında katkıları incelendiğinde; Modelin "Beceriler Çerçevesi" bileşeni, eleştirel düşünme, problem çözme ve karar verme gibi üst düzey düşünme becerilerini temel hedefler arasında sayılmaktadır. Öğrencilerin eleştirel düşünme ve problem çözme becerisi 21. Yüzyıl becerileri arasında yer almaktadır. Gelecek nesilleri mankurtlaşmaktan kurtaracak, onları daha yetkin ve yeterli hale dönüştürecek önemli beceriler olarak kabul edilir. Öğrencilerin sadece bilgi ezberlemesi yerine, bilgiyi yeni durumlara uygulama ve etkili kullanma becerileri geliştirmesi hedeflenmektedir. Bu sayede yaşamsal becerilerinde uyum sağlama ve yeni durumlara adapte olma kolaylaşır. Öğrencilerin ilgi alanlarına göre muhakeme etme ve iş birliği içinde problem çözme gibi becerileri destekleyen ders saatlerini geleceğin iyi insan, iyi vatandaş hayalini gerçekleştirmede destekleyici rol üstlenebilir. Modelin, öğrencilerin zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve manevi gelişimini bütüncül bir anlayışla ele almayı amaçlaması olumlu bir durumdur. Eğitim süreçlerini zenginleştirmek için disiplinler arası, disiplinler üstü ve disiplinler ötesi yaklaşımlardan yararlanılacağı belirtilmektedir. Bu durum, konuların tek bir alana sıkışmadan, gerçek yaşam problemlerine benzer şekilde ele alınmasına olanak tanıyabilir. Böylece okul ile gerçek hayat birbirini destekler. Programın sade ve anlaşılır olması ve bilgi yoğunluğunun sadeleştirilmesi, eleştirel düşünme ve problem çözme gibi becerilerin geliştirilmesine ayrılacak zamanı artırabilir. Daha fazla uygulama yapma olanağı yaratabilir. Modelin hedeflerine ulaşmasını zorlaştırabilecek veya eğitim sistemine olumsuz etkileri olabilecek eleştirel noktalar ise, modelin temelinde yer alan "Millî ve Manevi Değerler" manzumesi ve "erdemli insan" tipinin yetiştirilmesi amacı, ideolojik ve soyut bir çerçeve olarak ele alınabilir. Milli ve manevi değerler, erdemli insan profili, sabit bir insan profili yarattığı için eleştirel düşünme ile çelişmektedir. Eleştirel düşünme becerisinin, tanımlanan bu ahlaki ve manevi değerler çerçevesinde özgürce geliştirilmesi noktasında ideolojik sınırlandırmalarla çelişmektedir. Modelin felsefi temellerinde "aksiyolojik olgunluk" ve "kalp/vicdan" gibi unsurlara yapılan kuvvetli vurgu, rasyonel ve bilimsel düşünmenin araçsallaştırılması veya geri plana atılması şeklinde bir sorun yaratmaktadır. Evrensel bilimsel bilgi yerine, yerel/manevi değerlerin öncelenmesi, müfredat içeriğinin ve bakış açısının evrensel bilim standartlarından uzaklaşma riskini doğurabilir. Eleştirel düşünme ve problem çözme becerileri, ezberci yöntemlerle değil, öğrenci merkezli yaklaşımlarla kazandırılır. Okulların önemli sorunları vardır. En önemli sorunları arasında kalabalık sınıflar ve öğrencilerin sosyal ve ekonomik sorunları gelir. Bu yeni müfredatın öğretmenler tarafından kabul edilmemesi ve reddedilmesi halinde, program kâğıt üstünde hayali bir kimlikle kalma durumu söz konusudur. Modeldeki ahlaki, estetik ve manevi değerler gibi kavramların soyut olması, öğretim ve ölçme-değerlendirme süreçlerinde netlik ve tutarlılık sorunlarına yol açabilir. Değerlendirmeler subjektif sonuçlara neden olabilir. Eleştirel düşünme gibi becerilerin nasıl kazandırılacağı ve nasıl ölçüleceği konusunda yeterli netliğin sağlanamaması bir risk teşkil edebilir.
Kadir BAYŞU: Son dönemde gündeme gelen ve kamuoyunda tartışılan zorunlu lise eğitiminin 4 yıldan 2+2 (zorunlu + isteğe bağlı) gibi farklı bir modele dönüştürülmesi teklifinin, öğrencilerin akademik başarısı, mesleki eğitime yönlendirilmesi ve fırsat eşitliği üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Öncelikle 4+4+4 zorunlu eğitim, zamanla sorunlu eğitime dönüştü. Okuma-yazması olmayan, dört işlemi yapamayan öğrenci, sınıfta kalma olmadığı için liseye kadar geldi. Lisede limiti, türevi, integrali, logaritmayı öğretmeye kalkıştığımız öğrenci, motivasyonu ve alt öğrenmeleri düşük olduğu için potansiyel disiplin sorunları yaratmaya başladı. Bu sorunu çözmek için Millî Eğitim Bakanlığı 2+2 ve 3+1 isteğe bağlı modeli devreye soktu ancak kabul görmedi. Öncelikle eğitim açısından bu öneri pedagojik değildi. Liseyi 2 ya da 3 yıl okuyup lise diploması almak, farz edelim 12 aylık askerliği 8 ay yapıp terhis olmak gibi bir durum. Bu uygulama kabul edilse okullar boşalır, binlerce öğretmen norm fazlası olur, özel okulların büyük çoğunluğu öğrenci kaybettiği için kapanmak zorunda kalırdı. Güçlü bir mesleki eğitim uygulaması olmadığında, sokakta gezen, eğitimden kopmuş, iş hayatında olmayan büyük bir kalabalık genç nüfus ortaya çıkardı. Şu an uygulanan 4+4+4 tamamen bir fiyaskodur. Sanayide usta çırak bulamamakta, köyde çiftçilik, çobanlık yapacak kişi kalmadığı için Afganistan’dan, Pakistan’dan çoban ithal edilmekte, Karadeniz’de fındığı ve çayı toplamak için Afrikalı işçiler davet edilmektedir. 4+4+4 mesleksiz, işsiz bir toplum yaratmaktadır. Lise eğitimi zorunlu olmadığında çocuk işçiliğinde artış ve kız çocuklarının erken evlendirilmesi sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu çözmenin yolu, mesleki eğitimimde ortaokul uygulamasına acil geçiş yapmak, sanayi-okul iş birliğini kurmak, iş başında eğitim olanaklarını güçlendirmek gerekir. Eğitimde fırsat ve imkân eşitliği sadece genel lise eğitimini kapsamaz, tüm eğitim kurumlarını kapsar. Gelecekte mesleki eğitimden geçmiş, ustalık belgesi olanlar, şimdi olduğu gibi beyaz yakalılardan daha iyi gelire ve yaşam standartlına sahip olacaklardır.
Kadir BAYŞU: Özellikle büyük şehirlerdeki "nitelikli" ve "niteliksiz" okullar arasındaki başarı ve kaynak farkı giderek derinleşirken, bu durumun eğitimde fırsat eşitliğini ne ölçüde zedelediğini düşünüyorsunuz? Bu farkı azaltmak için somut hangi politikalar uygulanmalıdır?
Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Finlandiya’da en nitelikli okul ile en niteliksiz okul arasında 8 puanlık fark vardır. Türkiye’de bu fark 50 puandır. Okullar arasındaki nitelik farkı ailenin ikamet ettiği yerleşim birimine, ailenin eğitim, sosyokültürel özelliklerine bağlı olarak değişebilir. Millî Eğitim Bakanlığı, bunlara ek olarak sosyo-ekonomik düzeyi yüksek semtlere pozitif ayrımcılık yapmaya başlarsa, nitelikli-niteliksiz okul arasındaki makas daha da açılır. Adrese dayalı kayıt sistemi, gecekonduda yaşayan, dezavantajlı çocukları, kaderine mahkûm eder. Bu sorunun çözümü Çin’in uyguladığı modelde saklıdır. Çin’de başarılı öğretmenler, dezavantajlı bölge okullarına gönderilir ve ekonomik açıdan desteklenir. PISA ve TIMMS gibi uluslararası sınavlarda Çin’in başarı sırrı budur. Ayrıca, dezavantajlı bölgelerdeki okullara daha fazla kaynak ayırmak, erken çocukluk eğitimi ve okulöncesi eğitim kurumlarını bu bölgelerde yaygınlaştırmak, eğitimin kalitesinin artmasında, eğitimde fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanmasında etkili olabilir.
Kadir BAYŞU: Türk Eğitim Sistemi'nin niteliği büyük ölçüde öğretmenlere bağlıdır. Öğretmen atamalarında uygulanan sistem, mesleki gelişim programlarının etkinliği ve öğretmenlerin sosyo-ekonomik koşullarının iyileştirilmesi konularında mevcut durum ve beklentiler nelerdir?
Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Bir eğitim sisteminin başarısı öğretmenin niteliğine ve güdülenmişlik düzeyine bağlıdır. Milli Eğitim bakanlığının ve yerinden yönetim birimlerinin, öğretmen gelişimi için yaptıkları faaliyetler niteliksiz ve yetersizdir. Amaç günü kurtarmak ve tribünlere oynamaktır. Öğretmen atamalarında uygulanan sözlü sınavlar kamu vicdanını yaralamakta, haksız ve adaletsiz uygulamalara neden olmaktadır. Milli Eğitim Akademisinde yeni atanan öğretmenlere eğitim aldırılması, 4 yıllık fakülte eğitimini hiç saymak, paralel eğitim fakültesi yaratmak ve kamuyu zarara uğratmaktır. Eğitim fakültelerinin sorunu varsa, MEB-YÖK aracılığıyla çözülebilir. MEB, gelecekte bu akademilere öğretmen alıp yetiştirmeye kalkışırsa, şaşırmamak gerekir. MEB’in öğretmen yetiştirme sistemi geçmişte sabıkalıdır. 1976-1980 döneminde 40 günde öğretmen yetiştirmişler, Eğitim Enstitülerini partilerin arka bahçesi yapmışlardır. Öğretmenler maaş ve ek ders ödemeleri bağlamında sefilleri oynamaktadır. Metropolde öğretmenlik yapan bir öğretmen, eşi çalışsa bile geçinememektedir. 2025 yılının Temmuz ayında yapılan zam oranı, tüm kamu çalışanları gibi öğretmenleri de açlığa mahkûm etmiştir. Bu sistem değişmeli, grevli ve toplu sözleşmeli sendikal hak tanınmalıdır. Öğretmenlere ek zam verilmeli, uzman ve başöğretmenlik hakları emeklilik için de düzenlenmelidir. Öğretmenlerin ödeme ve ek kazanımları için ayrı bir ödeme sistemi oluşturulmalıdır. Öğretmen memur değildir.
Kadir BAYŞU: Ortaöğretim ve yükseköğretime geçiş sistemlerinin (LGS, YKS) sınav odaklı yapısı, öğrencilerin derinlemesine öğrenme ve beceri kazanımı süreçlerini nasıl etkiliyor? Sınav baskısını azaltacak, öğrenmeyi merkeze alan alternatif ölçme ve değerlendirme modelleri Türkiye için ne kadar uygulanabilir? Bu konuda yapılan hazırlıkları yeterli buluyor musunuz?
Sayın Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Bu mevcut sınav yapısı öğrencileri tamamen sınav odaklı ders çalışmaya, ezbere itmekte, derinlemesine öğrenmeyi, pozitif transferi engellemekte, kitap okuma ve entelektüel kimlik geliştirmeye engel olmaktadır. Tüm öğrencileri sınava hazırlamak doğru değildir. Fen ve Anadolu liselerinin sayısı azaltılmalı, %3’lük dilimle öğrenci alan liseler için sınav yapılmalı, ortaokulda mesleki eğitime yönlendirilmelidir. Akademik Liseler açılabilir. Bu liselere sınavsız, portfolyo ile müracaat yapılabilir. Müfredatı hafifletilmiş ve çeşitlendirilmiş olabilir. Örneğin, Mat 1 ve Mat 2 gibi. Öğrenci her ikisini alabileceği gibi sadece birini alabilir. Dünyada genel lise eğitimine kaynak ayırıp mesleksiz bir toplum yaratan tek ülke Türkiye’dir. “Üniversiteye sınavsız öğrenci alalım “ifadesini çok saçma buluyorum. Burası Türkiye. Sınavsız üniversite için kullanılacak her yöntem istismara açıktır. Her ile açılan üniversite, üniversite diplomasını değersizleştirmiştir. Bu yüzden gelecekte birçok bölüm öğrenci bulamayacaktır. Uzaktan eğitim ve ek olanaklar devreye girebilir. Üniversite eğitimini 3 yıla indirme yaklaşımı yaz dönemini kullanarak mümkün olabilir. MEB’in çalışmalarını ve uygulamalarını yeterli bulmuyorum. MEB, eğitimle ilgili kararlarını siyasi kimlikle alıyor ve siyasi kimlikle hayata geçiriyor. Bu durumu uzun vadede sorunlu bir uygulama olarak görüyorum.