Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

MUTLULUK AHLAKI (EUDAIMONIZM) KAVRAMINA KINALIZADE GÖZÜYLE BAKMAK

Prof. Dr. Hasan Ocak

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 20 Kasım 2023 08:56 - Okunma sayısı: 602

MUTLULUK AHLAKI (EUDAIMONIZM) KAVRAMINA KINALIZADE GÖZÜYLE BAKMAK

MUTLULUK AHLAKI (EUDAIMONIZM) KAVRAMINA KINALIZADE GÖZÜYLE BAKMAK

1- Kınalızade’nin Ahlak Anlayışının Genel Karakteri

İslam düşüncesinde genel olarak üç farklı ahlak anlayışından söz etmek mümkündür. Birincisi; kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alan Kur’an ahlakı, ikincisi; seyr-ü sülk, nefis tezkiyesi ve iç murakabeye dayalı tasavvufi ahlak, üçüncüsü ise; Antik Yunan filozoflarının eserlerinin tercüme ve şerheri çerçevesinde gelişen felsefi ahlak.[1] İslam filozofları ilk dönemlerde ahlak konusunda müstakil eserler kaleme almamış, ilahiyat ve siyaset gibi farklı alanlarda yazdıkları eserlerinde yer yer ahlak anlayışlarını da ortaya koymuşlardır. İbn Sina ve Farabi gibi İslam felsefesinin iki büyük isminde bu durum açıkça görülebilir. Ahlak sahasında müstakil bir eser yazan ilk İslam filozofu, Tehzibü’l-Ahlak yazarı İbn Miskeveyh’tir. O, İslam ahlakıyla başta Aristoteles olmak üzere o an için bilinen diğer Yunan filozoflarının ahlak anlayışlarını uzlaştırmaya çalışmıştır.[2]

İbn Miskeveyh’ten sonra ahlak sahasında müstakil çalışma yapan şahıslardan biri de Nasıruddin et-Tusi’dir. Ahlak-ı Nasıri adını taşıyan eserini yazma gerekçesi olarak İbn Miskeveyh’in kitabının anlaşılma güçlüğü çekilmesi dolayısıyla kendisinden bu konuda başka bir kitap yazmasının istenmesini gösterir. Ahlak-ı Nasıri de ana hatlarıyla Tehzibü’l-Ahlak’ı hatırlatır. O da aynı metodla, Aristoteles’in görüşleri esas alınarak yazılmış bir eserdir.[3] Bu ve benzeri eserler Kınalızade’ye kaynaklık etmiş ve onun ahlak anlayışının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır.

Kınalızâde, Aristoteles ve İslam filozofları gibi ahlak meselesinde gaye ve faydanın ne olduğunu araştırmakla başlar. Ona göre, pratik ahlak (ameli hikmet) fertlerin fiil ve amellerinden ve insan nefsinden bahseden ilimdir. Bu ilmin gayesi mücerred ilim değil, ameli mükemmelleştirmek ve davranışları güzelleştirmektir.[4]

Kınalızade'ye göre ahlak, nazarî ve ameli hikmet diye ikiye ayrılır. Birincisi, daha çok insan bilgileriyle, ikincisi ise faaliyetleri ile ilgilidir. Birincisinde başarılı olmak bizi nazari kemale, ikincisinde başarılı olmak ameli kemale götürür. Her ikisinin aynı şahısta toplanması, tam ve hakiki saadetin gerçekleşmesi anlamına gelir. Kınalızâde'ye göre ameli felsefe veya hikmetin üç ana konusu vardır; bireysel ahlak, aile ahlakı ve siyasi ahlak.[5]

Bireysel ahlak, kişinin ne şekilde olgunluğa ulaşacağını gösterir. Aile ahlakında ise Kınalızade, ahlakı aile çevresinde ortaya koymaya çalışır. Siyaset ahlakında ise, şehirlerin veya ülkenin ahlaklı ve faziletli yönetimini konu edinir. Kısacası Kınalızade, Ahlak-ı Alai adlı eserinde ideal insan, ideal aile ve ideal toplum oluşturmak problemini ele alarak incelemeyi amaçlar.

Kınalızâde'ye göre ahlak ilmi ile hakiki olgunluk, saadet ve marifet elde edilir. İnsanın mutluluğu, öncelikle doğru bir inanca sahip olmak için dini ilimlerin öğrenilmesi, sonra da güzel ahlak ve iyi eylemler yaparak kötü huyların bırakılması ile kazanılır. Doğru bir inanca sahip olup, çirkin isteklerinin peşinde koşarak, kötü alışkanlıklar kazananların mutluluğu tamamen yok olmaz ama bu kötü huyların insan ruhunda işgal ettiği yer kadar azap görür.[6]

Kınalızade, geleneğe uyarak ahlak ilmini açıklarken onu, tıp ilmine benzetir. Nasıl ki tıp ilmi ile bedenin sıhhatini korumak ve hastalığı gidermek mümkün ise ahlak ilmi ile nefsin çirkin huylarını gidermek, iyi ahlakını devam ettirmek mümkün olur. Kınalızâde'ye göre ahlak nefisteki huylarla alakalı olduğundan huyun değişip değişmeyeceği konusuna dair görüşlerini zikrederek bazı huyların değişip bazılarının değişmeyeceği görüşüne katıldığını belirtir.[7]

Kınalızâde ahlak felsefesini ortaya koyarken işe psikoloji ile başlar. Ona göre ruhun olgunlaşması için öncelikle ruhu tanımak, açık ve gizli kuvvetlerini, kemal ve noksanını, mutluluk ve mutsuzluğuna sebep olan etmenleri meydana çıkarmak gerekir. O, nefsin terbiye edilmesi için peygamberlere, filozoflara, rehberlere, reislere, terbiyecilere ve öğretmenlere ihtiyacı olduğunu ilmi açıdan temellendirir.[8] Ama eğitim sürecinde esas olan, her varlığın özünde bulunan özelliğin geliştirilmesi gereken akıldır. Ona göre teori ve pratik, ilim ile amel birleştirilmeden gelişme ve mükemmellik mümkün değildir.

Kınalızade’ye göre bu gelişmenin üç temel esasından, aşamasından bahsedilir. Birinci seviyede, insan ruhunu yer alır. Kınalızâde, insan ruhunu cisimden ayrı ve cismanilik dışında cevheri basit olarak tanımlar. O, bu tarifi ruhun varlığı, cevher olması, basitliği, cisim veya cismani olmadığı, idrak edici olduğu ve duyularla hissedilemeyeceği yönünden inceler. İkinci seviyede ruhun bedene göre durumunu anlatır. Kınalızâde'ye göre beden, birbirine zıt unsurlardan birleşmiştir ve bu birleşen bedenin ebedi ve sürekli yaşaması mümkün değildir. Ancak, ceset diyarının harabeye dönmesi sultan olan ruha zarar vermez. Ruh, suret veya araz olmadığı; aksine mücceret olduğu için daimidir. Kınalızâde, üçüncü aşamada ruhun; nebati, hayvani ve insani düzeyleri olduğunu ifade eder. Bu aşamaları detaylıca anlatan Kınalızâde, insanı diğer tüm varlıklardan ayıran özelliğin nutk olduğunu, nutkun da akılla bilinen şeyleri anlayan, kuvvete ve fikri yürütüp tedbir düşünmeye iktidarı olan, güzel ahlak ve işleri, kötü ve çirkin olanlardan ayırt etmeye güç sahibi olma anlamına geldiğini ifade eder.[9]

1.2- Kınalızade’de Nazari/Teorik Ameli/Pratik Felsefe Tasavvuru

Yukarıda bahsettiğimiz şekliyle ilimlerin sınıflandırılması geleneği, Kınalızade’de de devam etmiş, o da ahlak anlayışını ortaya koyarken bu yöntemi bir basamak olarak kullanmıştır. O, bu konuya felsefenin tüm bilimlerin en üst çatısı olduğundan hareketle girer ve felsefenin tanımını nazari ve ameli olarak ikiye ayırmak suretiyle yapar. Ahlak’ının mukaddime kısmında bu konuya geniş yer veren Kınalızade, her birinin ayrı ayrı tanımını yaparak özelliklerinden ve kısımlarından bahsetmek suretiyle önce felsefe anlayışını ortaya koyar, sonra buna bağlı olarak ahlak düşüncesini felsefesinin üzerine bina eder.

Felsefe, Kınalızade’ye göre tüm mevcudatı olduğu hal üzere bilmektir. Ancak bu bilgi mutlak bilgi olmayıp insanın gücü ile sınırlandırılmıştır. Bu durumda felsefe, insanın gücü nispetince eşyanın hakikatine vakıf olması şeklinde anlaşılabilir.[10] Felsefenin, “insanın gücü nispetince eşyanın hakikatine vakıf olması” şeklindeki tasavvuru, İslam filozoflarının neredeyse tamamının üzerinde ittifak ettikleri bir husustur.[11] Kınalızade de geleneğe, bu yönüyle bağlı kalmaya devam etmiştir. Daha sonra Kınalızade, Tusi’nin Ahlak-ı Nasıri adlı kitabına gönderme yaparak, felsefenin “eşyayı ne ise o şekilde bilmek ve ona göre davranmak” şeklinde tarif edilebileceğini de kabul eder ve eşyanın/şeylerin kısımlarını açıklamaya başlar. Ona göre varlıklar (mevcudat-ı hariciye) iki kısımdır. Birinci kısımda varlığa gelmeleri noktasında insanın hiçbir müdahalesinin olmadığı varlıklar bulunur ki, bunlara örnek olarak insanlar ve hayvanlar veya tabiat olayları verilir. İkinci kısımda ise, ortaya çıkmaları için insan iradesine ihtiyaç duyulan eylem ve hareketler söz konusu olmaktadır.[12]

Nazari felsefe, felsefenin teorik kısmını oluşturduğu için aynı zamanda buna teorik felsefe de denir. Kınalızade, nazari felsefeyi kendi arasında üçe ayırır. Birinci yüksek ilim, akıl yoluyla hayal edilebilen şeyler olarak tanımlanır. Akıl ve nefis gibi varlığı bilinip soyut olan şeyler için kullanılır. İkincisi orta ilim, bunda zihnin dışında var olmak için maddeye ihtiyaç olunur. Üçüncüsü ise aşağı ilim, bunda kesinlikle maddeye muhtaç olmak düşük ve aşağılık bir durum olduğu için kullanılır.[13]

Ameli felsefe ise Kınalızade’nin diliyle, kudret ve irademizin müdahalesi ile meydana gelen şeyler olarak tarif edilir[14] ve bu da kendi arasında üçe ayrılır. Bunlardan ilki sadece kişinin kendi yaptığı şeyler için değerlendirilen ilm-i ahlak adını alır. İkincisi ise ev halkından bahseder ve buna da ilm-ü tedbiri-l menzil (ev adresi/aile ahlakı) adı verilir. Üçüncüsü ise devlet ahlakı olarak bilinip bütün ülke halkının davranışları olarak adlandırılır.[15]

3- Nazari Ve Ameli Felsefe Kavramları Çerçevesinde Kınalızade’de Mutluluk Ahlakı

Mutluluk ahlakı dendiği zaman hemen ilk akla gelen İslam filozoflarından biri olan Farabi, mutluluğun (es-saade) ahlakın temel hedefi olması gerektiği noktasında kendinden o kadar emindir ki, mutluluğun ontolojik yapısı üzerinde hiç durmaz. Hatta ona göre mutluluğun varlığı çok açık ve nettir. Dolayısıyla bu konuda fikir belirtmeye gerek dahi yoktur.[16] Ona göre önemli olan, mutluluğun varlığı üzerine ahlakı bina etmektir. Bu konuda Farabi’nin, kendinden sonra gelen İslam filozof ve ahlakçılarına açık bir tesirinin olduğunu söylemek mümkündür. Mutluluğun, İslam düşünürleri tarafından ahlakın nihai amacı olarak tanımlanması[17] bize bu fikre ulaşmamız noktasında hayli yardımcı olmaktadır.

Kınalızade de ahlak felsefesi noktasında mutluluğu esas alan düşünürlerimizden bir tanesidir. O, kitabında mutluluk konusunu iki başlık şeklinde, sevgi ve saadet sözcükleri etrafında ele alır. Erdemler kazanılıp korunduktan sonra kişide davranış haline geldiğinde, adalet erdemi meydana gelir. İşte insan bu adalet erdemiyle edebi mutluluğu bulur. İnsan bu dünyada kemal zirvesine ulaştığında, ahirette saadete ulaşır. Bu dünyada ulaşılan saadet ise manevi ve ruhidir.[18] Kınalızade bu konuya dini yönden yaklaşır ve eğer insan tasavvuf anlayışını benimserse o zamanda mutlu olabilir görüşünü savunur. İnsan doğası itibariyle mutlu olmak ister ve Kınalızade’ye göre bu ameli felsefenin yanı sıra nazari felsefenin gerekliliğinin yapılması sonucunda da sağlanmış olması gerekir. Ameli ve nazari felsefeyi yerine getirenler gerçek saadeti kazanmış olur. Kınalızade kitabında hep ferdi mutluluktan bahseder fakat o da bilir ki insanlar birlikte yaşamak ve kaynaşmak zorundadırlar. Bu durumda bir insanın mutlu olması için diğer insanların yardımına ihtiyacı vardır. Mutluluk önce fertte sonra ailede, aileden topluma doğru genişletilir.

Kınalızâde'de ahlakın nihai bir amacı olarak kabul edilen mutluluk, Tanrı-evren ilişkisi, yani yaratma ile başlar, insanın ruhi yapısı üzerinde gelişip yükselir ve bilgi ve ahiret inancı ile son hedefine ulaşır. Ona göre mutluluk için temel ilke, iyi olma ve iyiyi yaşamadır. İyiyi bilme, onu yaşama bir yetkinliktir, insanın mutluluğu da kendisine özgü olan eylemlerin kendisinden doğal olarak meydana gelmesine bağlıdır. İnsanın yetkinlik ve mutluluğu, düşünce ve etkinlik yoluyla kazanmaya bağlıdır. İnsanın yetkinleşmesi bilgiyle olan bir olgudur. Bu yüzden mutluluk, ancak doğru bilginin kazanılması ile elde edilebilir.[19]

Bilgiye ısrarla vurgu yapan Kınalızâde'nin mutluluk anlayışında dış dünyanın verdiği hazlar yadsınmayıp, yalnızca aklın süzgecinden geçirilerek ruhsal dinginliği bozmayacak hatta buna katkıda bulunacak bir biçim almaktadır. Bir bakıma mutlu kişi ruhun önderliğinde iç dünyasını bir uyum içine sokan bilge kişi olarak belirmektedir.[20] İnsan, doğasında bulunan fiziksel güzelliklere ve maddesel hazlara olan eğilimleri, aklın egemenliği altına sokar ve bunları aklın hizmetine koşarsa sadece dünyada değil ahirette de mutluluğu yakalayabilecektir. Bundan dolayı sağlam itikada sahip olup, davranış ve amel bakımından güzel huylarla yaşayanlar, dünya ve ahirette sürekli mutlu kalacaklardır.

Kınalızade’ye göre insanın mutluluğu elde edebilmesi için iki şeye sahip olması gerekmektedir. Bunlardan birincisi; iyi bir itikada sahip olmaktan geçer ki, bunun için ilahiyat ilmini tahsil etmek gerekir. Kınalızade buna nazari felsefe demektedir. İkincisi ise; iyi bir ahlaka ve güzel işlere sahip olmaktır ki, bunun için de ameli felsefeyi bilmek, bu bilgiler doğrultusunda iyi işler yapıp kötü huyları terk etmek gerekir.[21] İnsanda bir huyun oluşması da iki emel etkenle ortaya çıkar. Bunlardan biri doğuştandır, diğeri de sonradan kazanılmaktadır. Sonradan kazanılan huyların oluşumu ise tamamıyla insanın kendi iradesi söz konusudur. Huyların oluşumu noktasında birçok sebep zikreden Kınalızade, bunların değişip değişmeyeceği meselesini de incelemeye tabi tutar. Vardığı sonuç itibariyle huyların kolay değişmeyeceğini savunur ama iradeye bağlı olarak oluşan huyların varlığını da kabul eder. Ona göre huyların değişmesi çok zordur ama imkansız değildir.[22]

Kınalızâde, insanı kendi cinsi ile bir araya gelme ihtiyacında olduğu için sosyal ve politik bir varlık olarak kabul eder. Öyleyse toplumsal iş bölümü, nizamın, mutlu yaşamının gerçekleşmesi için temel gereksinimdir. Sosyal birlikteliği temin etmek için belirli tedbirler gerekir ki bunlara siyaset adı verilir. Bu yüzden siyaset veya toplum bilim, herkesin öğrenmesi gerekli bir ilimdir. Toplumsal yapı insan organizması gibidir. Farklı grupların ve birbirine zıt milletlerin bir araya gelmesi, anlaşma ve nizamı gerektirir. Devletin unsurları arasındaki anlaşma ve yardımlaşma olursa o devlet her türlü tehlike ve yıkılmalardan emin olur. Şayet devleti meydana getiren kişi ve kurumlarda bir bozulma ayrılık ortaya çıkarsa, devlette zayıflama meydana gelir.[23]

Toplumun mutluluğu, yasalardan, ilkelerden gelir. Ruhsal ve bedensel mutluluğu ortak bir amaç olarak arayan bireylerin ortaya koydukları ve bu amacın gerçekleşmesi için birbirleriyle yardımlaştıkları ve bunun sonucu olarak duydukları mutluluk toplumsal mutluluktur. Bu toplumlar erdemli, faziletli toplumlardır. Özü gereği toplumsal bir varlık olan insan kendi doğasını, toplumsal varlık alanını kavradığı zaman kendi mutluluğu için toplumsal ilişki biçimini ve toplumsal mutluluğu ayakta tutmanın zorunluluğunu anlar. Düşünen ve eyleyen bir varlık olarak sosyal ilişkilerini sevgi, adalet, ihsan gibi parametrelere göre ayarlar. Bu ölçütlere göre gelişip korunan sosyal ilişkiler, toplumsal mutluluğu pekiştirir.[24]

SONUÇ

Kınalızâde, Aristoteles ve İslam filozofları gibi ahlak meselesinde gaye ve faydanın ne olduğunu araştırmakla başlar. Ona göre, pratik ahlak (ameli hikmet) fertlerin fiil ve amellerinden ve insan nefsinden bahseden ilimdir. Bu ilmin gayesi mücerred ilim değil, ameli mükemmelleştirmek ve davranışları güzelleştirmektir.

Kınalızade'ye göre ahlak, nazarî ve ameli hikmet diye ikiye ayrılır. Birincisi, daha çok insan bilgileriyle, ikincisi ise faaliyetleri ile ilgilidir. Birincisinde başarılı olmak bizi nazari kemale, ikincisinde başarılı olmak ameli kemale götürür. Her ikisinin aynı şahısta toplanması, tam ve hakiki saadetin gerçekleşmesi anlamına gelir. Kınalızâde'ye göre ameli felsefe veya hikmetin üç ana konusu vardır; Ahlak, aile ahlakı ve siyasi ahlak.

Kınalızade de ahlak felsefesi noktasında mutluluğu esas alan düşünürlerimizden bir tanesidir. O, kitabında mutluluk konusunu iki başlık şeklinde, sevgi ve saadet sözcükleri etrafında ele alır. Erdemler kazanılıp korunduktan sonra kişide davranış haline geldiğinde, adalet erdemi meydana gelir. İşte insan bu adalet erdemiyle edebi mutluluğu bulur. İnsan bu dünyada kemal zirvesine ulaştığında, ahirette saadete ulaşır. Bu dünyada ulaşılan saadet ise manevi ve ruhidir. Kınalızade bu konuya dini yönden yaklaşır ve eğer insan tasavvuf anlayışını benimserse o zamanda mutlu olabilir görüşünü savunur. İnsan doğası itibariyle mutlu olmak ister ve Kınalızade’ye göre bu ameli felsefenin yanı sıra nazari felsefenin gerekliliğinin yapılması sonucunda da sağlanmış olması gerekir. Ameli ve nazari felsefeyi yerine getirenler gerçek saadeti kazanmış olur. Kınalızade kitabında hep ferdi mutluluktan bahseder fakat o da bilir ki insanlar birlikte yaşamak ve kaynaşmak zorundadırlar. Bu durumda bir insanın mutlu olması için diğer insanların yardımına ihtiyacı vardır. Mutluluk önce fertte sonra ailede, aileden topluma doğru genişletilir.

Kınalızade’ye göre insanın mutluluğu elde edebilmesi için iki şeye sahip olması gerekmektedir. Bunlardan birincisi; iyi bir itikada sahip olmaktan geçer ki, bunun için ilahiyat ilmini tahsil etmek gerekir. Kınalızade buna nazari felsefe demektedir. İkincisi ise; iyi bir ahlaka ve güzel işlere sahip olmaktır ki, bunun için de ameli felsefeyi bilmek, bu bilgiler doğrultusunda iyi işler yapıp kötü huyları terk etmek gerekir. İnsanda bir huyun oluşması da iki emel etkenle ortaya çıkar. Bunlardan biri doğuştandır, diğeri de sonradan kazanılmaktadır. Sonradan kazanılan huyların oluşumu ise tamamıyla insanın kendi iradesi söz konusudur. Huyların oluşumu noktasında birçok sebep zikreden Kınalızade, bunların değişip değişmeyeceği meselesini de incelemeye tabi tutar. Vardığı sonuç itibariyle huyların kolay değişmeyeceğini savunur ama iradeye bağlı olarak oluşan huyların varlığını da kabul eder. Ona göre huyların değişmesi çok zordur ama imkânsız değildir.

Sonuç olarak Kınalızade, ameli ve nazari felsefenin tasnifini yapmış ve öğrenilip hayatta uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Özellikle nazari felsefenin saadete ulaşmak için çok gerekli olduğunu savunmuştur. Ameli ahlak ve nazari ahlak için kişinin doğru davranışlarda bulunması gerektiğini aynı zamanda dini niteliklerinin üstün olması gerektiğini savunan Kınalızade, insanın bunları kendi mutluluğu için yapması gerektiğini savunmaktadır.

KAYNAKLAR

  1. Cavit Sunar, İbn Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, AÜİF Yay., Ankara, 1981
  2. Farabi, Risaletü’t- Tenbih ala Sebili’s- Saade, Neş: Sahban Halife, Ürdün, 1987
  3. Hasan Hüseyin Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, İz Yayıncılık, İstanbul 2001
  4. İbn Miskeveyh, Tehzibü’l-Ahlak (Ahlakı Olgunlaştırma), Çev: Komisyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983
  5. İlhan Kutluer, Felsefe Tasavvuru, İz Yay., İstanbul, 1996
  6. Kınalızade, Ahlak-ı Alai, Hazırlayan, Mustafa Koç, Klasik Yay., İstanbul, 2007
  7. Nasıruddin et-Tusi, Ahlak-ı Nasıri, Çev: Abdulvahhab Taştan, Ankara, 2005

[1] Cavit Sunar, İbn Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, AÜİF Yay., Ankara, 1981, s. 33

[2] İbn Miskeveyh, Tehzibü’l-Ahlak (Ahlakı Olgunlaştırma), Çev: Komisyon, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983

[3] Bkz. Nasıruddin et-Tusi, Ahlak-ı Nasıri, Çev: Abdulvahhab Taştan, Ankara, 2005

[4] Kınalızade, Ahlak-ı Alai, Hazırlayan, Mustafa Koç, Klasik Yay., İstanbul, 2007, s. 53

[5] Kınalızade, Age., s. 97

[6] Kınalızade, Age., s. 56

[7] Kınalızade, Age., s. 55

[8] Kınalızade, Age., s. 58

[9] Kınalızade, Age., s. 69

[10] Kınalızade, Age., s. 47

[11] İlhan Kutluer, Felsefe Tasavvuru, İz Yay., İstanbul, 1996, s. 147-175

[12] Kınalızade, Age., s. 47-8

[13] Kınalızade, Age., s. 126

[14] Kınalızade, Age., s. 47 (Kısm-ı sani oldur ki anın vücudunda bizim kudret-ü irademizin medhali mükerrer ve anlarsız vücudu na müyesserdir).

[15] Kınalızade, Age., s. 48-51

[16] Farabi, Risaletü’t- Tenbih ala Sebili’s- Saade, Neş: Sahban Halife, Ürdün, 1987, s. 177

[17] Hasan Hüseyin Bircan, İslam Felsefesinde Mutluluk, İz Yayıncılık, İstanbul 2001, s. 60

[18] Kınalızade, Age., s. 151

[19] Kınalızade, Age., s. 48

[20] Kınalızade, Age., s. 50

[21] Kınalızade, Age., s. 54

[22] Kınalızade, Age., s. 86

[23] Kınalızade, Age., s. 479

[24] Kınalızade, Age., s. 514

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları