Zerrin Keskin
Kategori: Sosyoloji - Tarih: 09 Ekim 2025 21:35 - Okunma sayısı: 523
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, köklerini Sanayi Devrimi’nden bu yana derinleştirmiş; ülkeden ülkeye farklı biçimlerde evrilmiştir. İskandinav ülkeleri, 1970’lerden itibaren eşitlikçi politikalarıyla umut verici bir tablo çizerken, bazı yerlerde bu dönüşüm daha yavaş ve sancılı bir süreç izlemiştir. Örneğin, İzlanda’da 1975 yılında gerçekleşen kadın grevi, ülke çapında üretimi durdurmuş ve toplumsal eşitlik konusunda güçlü bir farkındalık yaratmıştır. Aynı yıllarda Arjantin ve Hindistan’ın bazı bölgelerinde kadınlar iş gücüne daha fazla katılsa da, geleneksel normlar ve aile baskıları bu ilerlemeyi sınırlı tutmuştur.
Bugün baktığımızda, İsveç, Norveç ve Fransa gibi ülkeler iş yaşamında eşitlikçi politikalarıyla öne çıkıyor. Norveç’te halka açık şirketlerin yönetim kurullarında %40 kadın temsili zorunlu hale getirilmiş; bu da kadınların üst düzey pozisyonlara erişimini kolaylaştırmıştır. Öte yandan, ABD’de #MeToo hareketiyle büyük bir farkındalık oluşmuş olsa da, kalıcı ve yapısal çözümler konusunda hâlâ eksiklikler yaşanmaktadır.
İskandinav ülkeleri, kadınların karar alma mekanizmalarında yer almasını destekleyen politikalarıyla dikkat çekiyor. Norveç’te 2003’te çıkarılan yasa, yönetim kurullarında kadın temsili için %40’lık bir zorunluluk getirmiştir. Bu adım, kurumsal kültürde önemli bir dönüşüm yaratmıştır.
Fransa’da 2011’de yürürlüğe giren Copé-Zimmermann Yasası, büyük şirketlerde kadınların yönetim pozisyonlarına gelmesini teşvik etmiş; bu sayede kadın temsili %10’lardan %45’lere ulaşmıştır. İsveç’te ise kamu kurumları ve özel sektör, cinsiyet dengesi gözeterek atamalar yapmakta; bu da daha eşitlikçi bir yönetim yapısının oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye’de ise kadınların üst düzey pozisyonlardaki temsili hâlâ %10’un altında seyretmektedir. Yasalar eşitliği desteklese de, kurumsal kültür ve toplumsal normlar bu ilerlemeyi sınırlamaktadır. Japonya’da da benzer bir tablo görülmekte; uzun çalışma saatleri ve erkek egemen iş kültürü, kadınların kariyer yolculuğunu zorlaştırmaktadır.
İsveç ve Norveç gibi ülkelerde ebeveyn izni politikaları, annelere ve babalara eşit süre tanıyarak kadınların kariyer kesintilerini azaltmayı hedefliyor. Bu uygulamalar, çocuk bakımının yalnızca kadınlara yüklenmesini engelleyerek iş yaşamındaki eşitliği destekliyor. Ancak bazı ülkelerde bu tür politikalar ya hiç yok ya da sadece kadınlara yönelik. Örneğin, ABD’de federal düzeyde ücretli ebeveyn izni bulunmamakta; bu da özellikle düşük gelirli kadınların iş hayatından uzun süre uzak kalmasına neden oluyor. Türkiye’de ise ebeveyn izni süresi sınırlı ve çoğunlukla kadınlara yönelik. Babaların bu süreci kullanma oranı oldukça düşük; bu da bakım yükünün kadınlara kalmasına ve kariyerlerinin sekteye uğramasına yol açıyor.
İsveç ve Norveç’te iş yerlerinde tacizle mücadele, hem yasal düzenlemeler hem de kurumsal protokollerle destekleniyor. Şirket içi eğitimler, anonim bildirim sistemleri ve hızlı müdahale mekanizmaları bu süreci etkin kılıyor. Türkiye’de ise 6284 sayılı yasa kapsamında koruma tedbirleri uygulanabiliyor olsa da, iş yerlerinde tacizle ilgili özel protokoller yaygın değil. Taciz vakaları çoğu zaman görünmez kalıyor; kadınlar sessizliğe zorlanıyor. Hindistan’da da benzer bir durum söz konusu: Yasal düzenlemeler var, ancak uygulamada caydırıcılık zayıf. Özellikle kırsal bölgelerde kadınlar taciz karşısında yalnız bırakılıyor.
ABD’de #MeToo hareketi, iş yerinde cinsel tacize karşı küresel bir farkındalık yaratmış olsa da, birçok sektörde hâlâ sistematik koruma mekanizmalarının eksikliği eleştiriliyor. Bu durum, farkındalık ile yapısal dönüşüm arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.
İskandinav ülkelerinde devlet destekli medya kampanyaları, kadınların farklı mesleklerdeki başarılarını görünür kılmakta ve eşitlikçi temsilleri teşvik etmektedir. İsveç’te kamu yayıncılığı, kadın bilim insanlarını, mühendisleri ve liderleri düzenli olarak ekranlara taşıyor. Türkiye’de ise medya hâlâ kalıplaşmış temsiller üretmekte: ev kadını, çekici sekreter, duygusal figür. Güçlü kadın karakterler genellikle yalnız, kırılgan ve erkek desteğine muhtaç biçimde sunuluyor. Bu temsiller, iş hayatındaki eşitsizliğin kültürel kodlarını pekiştiriyor. Güney Kore’de de benzer bir tablo var; kadınlar popüler kültürde estetik ve duygusal rollerle tanımlanıyor, iş dünyasındaki başarıları geri planda kalıyor. Bu da medyanın toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretme gücünü gösteriyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelede etkili sonuçlar elde edebilmek için bütüncül politikalar geliştirmek şart. Bu politikaların başarısı, sadece varlıklarıyla değil; uygulama gücü, toplumsal kabul ve kurumsal sahiplenme ile ölçülmelidir.
İsveç’te şirket içi mentorluk programları, kadın çalışanların kariyer gelişimini destekliyor; kreş desteği ve esnek çalışma saatleri, iş-aile dengesini kurmalarına yardımcı oluyor. Kanada’da bazı üniversiteler, kadın akademisyenler için özel destek ağları kurarak bilimsel üretimde eşitliği teşvik ediyor. Türkiye’de ise kreş desteği hâlâ bir ayrıcalık olarak görülüyor; mentorluk programları ise gönüllülük esasına dayandığı için sürdürülebilirlikten uzak kalıyor. Meksika’da kadın çalışanlar için ayrılan destek mekanizmaları çoğu zaman sembolik düzeyde kalıyor; gerçek kariyer ilerlemesi için yeterli altyapı sunulamıyor.
Norveç’te şirketler, cinsiyete duyarlı performans değerlendirme sistemleri ve taciz karşıtı protokollerle kurumsal eşitliği güvence altına alıyor. Almanya’da bazı büyük firmalar, işe alım süreçlerinde cinsiyet körü algoritmalar kullanarak ayrımcılığı azaltmayı başarıyor. Türkiye’de ise birçok kurumda performans değerlendirme sistemleri hâlâ cinsiyet normlarına göre şekilleniyor; örneğin, annelik izni sonrası düşük puanlama gibi uygulamalar yaygın. Brezilya’da bazı sektörlerde taciz protokolleri bulunsa da, uygulamada caydırıcılık zayıf kalıyor ve kadınlar şikayet mekanizmalarına güven duymuyor.İ
İzlanda’da eşit işe eşit ücret yasası, 2018’den itibaren şirketlerin ücret eşitliğini belgelemelerini zorunlu kılmıştır.
UN Women’ın “HeForShe” kampanyası, erkekleri de eşitlik mücadelesine dahil ederek toplumsal dönüşümün kapsayıcı olmasını sağlamıştır.
Finlandiya’da eğitim müfredatına toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri eklenmiştir.
Türkiye’de 6284 sayılı yasa kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlasa da, iş hayatında uygulanabilirliği sınırlıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ise kadınların kamusal alandaki güvenlik algısını zedelemiştir. ABD’de federal düzeyde ücretli ebeveyn izni bulunmaması, kadınların iş gücünden uzun süre uzak kalmasına neden olmaktadır. Hindistan’da toplumsal kampanyalar çoğunlukla kent merkezlerinde etkili olurken, kırsal bölgelerde eşitlik politikaları hâlâ dirençle karşılaşmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, yalnızca bireysel çabalarla değil; kurumsal ve toplumsal dönüşümle aşılabilir. Olumlu örnekler, eşitliğin mümkün olduğunu gösterirken; olumsuz uygulamalar, bu mücadelenin hâlâ ne kadar kırılgan ve çok yönlü olduğunu hatırlatır.
Elbette her düğümün bir çözümü vardır. Bu konuda izlenebilecek genel bir yol haritası şöyle şekillenebilir:
- Her iş yerinde kreş hizmeti yasal bir zorunluluk haline getirilmeli. Kadın çalışanlar için mentorluk, liderlik eğitimi ve psikolojik destek programları yaygınlaştırılmalı. Esnek çalışma modelleri yalnızca kadınlara değil, tüm ebeveynlere açık ve erişilebilir olmalıdır.
- Kurumlar, işe alım ve terfi süreçlerinde cinsiyet eşitliği denetimi yapmalı. Taciz ve ayrımcılıkla ilgili şeffaf, hızlı ve güvenilir bildirim sistemleri kurulmalı. Kurumsal kültürün dönüşmesi için yöneticilere toplumsal cinsiyet farkındalığı eğitimi verilmelidir.
- Kamu ve özel sektörde cinsiyet kotası uygulamaları yaygınlaştırılmalı. 6284 sayılı yasa iş yerlerinde daha etkin biçimde uygulanmalı. Taciz ve ayrımcılık durumlarında hızlı müdahale mekanizmaları devreye sokulmalı.
- Ebeveyn izni politikaları, kadınların kariyer kesintilerini en aza indirecek şekilde yeniden düzenlenmeli. Medyada eşit temsili teşvik eden kamu kampanyaları artırılmalı; kadınların başarı hikâyeleri görünür kılınmalıdır.
- Eğitim müfredatına toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri eklenmeli. Öğretmenler bu konuda özel eğitimler almalı ki, gelecek kuşaklar eşitlik bilinciyle yetişebilsin.
Ve belki de en önemlisi, bu mücadelede yalnız olmadığımızı bilmek. Çünkü:
"Kadınların haklarını savunmak, sadece kadınlar için değil, tüm insanlık için daha adil ve eşit bir dünya kurmanın bir yoludur. Hepimiz, cinsiyetimiz ne olursa olsun, bu mücadelede yan yana durduğumuzda, toplumsal bilinci yükseltir ve birlikte daha güçlü bir gelecek inşa ederiz." (Bell Hooks)
zerrinkeskin@proton.me
06 Ekim 2025 18:38
09 Ekim 2025 21:35
01 Ekim 2025 15:10
04 Ekim 2025 13:26
10 Ekim 2025 21:28
08 Ekim 2025 09:47
05 Ekim 2025 19:33
07 Ekim 2025 20:19
14 Ekim 2025 22:44
17 Ekim 2025 22:16