Doç.Dr. Barış Parkan
Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 16 Kasım 2022 21:26 - Okunma sayısı: 1.000
Kadın ve Emek 5
Son yazımda Nancy Fraser (2009)’ın New Left Review’da yayımlanan “Feminizm, Kapitalizm ve Tarihin Kurnazlığı” ve Mann ve Huffman (2005)’ın Science and Society’nin Bugün Marxist Feminist Düşünce temalı sayısında yayımlanan “İkinci Dalga Feminizmin Merkezsizleşmesi ve Üçüncü Dalganın Yükselişi” başlıklı makalelerinden faydalanarak günümüz kapitalizminin gelişimi ile ikinci ve üçüncü dalga feminist hareketler arasındaki ilişkileri incelemeye başlamıştım. Fraser (2009) kapitalizmin gelişimi açısından önemli bir dönüm noktasında durduğumuza dikkat çekerek, bu kritik eşikte feminist eleştiriyi kapitalizm eleştirisinden koparmamanın önemini vurgulamıştı.
Benzer bir kaygı ile, Mann ve Huffman (2005) üçüncü dalga feminist hareketler ile yeni küresel ekonomiyi niteleyen çalışma biçimleri arasındaki paralelliklere değinir. Mann ve Huffman (2005) üçüncü dalga feminizm içinde (i) kesişimsellik kuramları, (ii) post-yapısalcılık ve (iii) post-kolonyal düşünceyi tartıştıktan sonra (iv) yeni nesil feminist hareketlere odaklanır; yeni nesil feminist hareketlerin ruhunu ‘farklılık’, ‘merkezsizleşme’ ve ‘yapısöküm’ gibi kavramlarla yakalamaya çalışırken, bu yaklaşımlarla aralarına eleştirel bir mesafe de koyarlar.
Bilindiği gibi, post-Fordist yönetim modelinin en sık işaret edilen özellikleri arasında, yatay yapılanmanın yanı sıra, işin gerekliliklerine göre esneklik gösterip değişebilen işgücünün tercih edilmesi bulunur. (Sennett, 1998; Mann ve Huffman, 2005 içinde, s.82) Bu açıdan, Mann ve Huffman (2005), post-yapısalcı düşüncenin benimsediği ve salık verdiği yatay ilişkiler ve akışkan kimlik anlayışının post-Fordist işyerinin gerekliliklerini yansıttığını gözlemler. Üçüncü dalga feminizm içinde kimlik politikasının yerini kesişimsellik kuramları ve akışkan kimliklere bırakmasının önemli bir nedeni sermayenin ulus aşırılaşması ve emek gücü, sermaye ve metaların serbest dolaşımının önündeki ulusal bariyerlerin azalmasıdır. (Mann ve Huffman, 2005) Her ne kadar küreselleşme ilk etapta kimlik ve farklılıkların farkındalığını artırsa ve mali güvensizlik içindeki bireylerin mikro gruplar içinde aidiyet ve güvence aramasına yol açsa da; zamanla bu gruplar içindeki heterojenlik ve küresel ekonomi içinde emekçinin sürekli yer değiştirmesinin gerekmesi kimlik politikalarının yeniden gözden geçirilmesini gerektirmiştir.
Kimlik politikalarına yöneltilen eleştirilerin başında özcülük eleştirisi gelir: sosyal kimliklerin verili bir öze sahip olduğunu varsaymak bir illüzyona dayanır; kısıtlayıcı bir ontoloji ve ayrımcı bir politik dünya görüşü üretir. Bu eleştiriye karşılık, çeşitli sosyal kimliklere duyulan aidiyeti vurgulamanın politik örgütlenme ve temsil açısından yine de stratejik olarak anlamlı olduğunu düşünen feministler, özcülük eleştirisini bertaraf edebilmek için “kimlik politikası” yerine “farklılık politikası” ifadesini kullanır. Young (1996) bu stratejiyi özcü ve ayrımcı gruplaşmalardan ayırmak için, farklılık politikasının dışlayıcı değil, kapsayıcı, sınırları muğlak ve geçirgen olan bir kimlik anlayışına dayanması gerektiğini hatırlatır. Young (1996)’ın bu hatırlatması, kimlik politikalarının yerini akışkanlığa, aynılık eleştirisine ve özgürlüğün ontolojik sınıflandırmalara karşı durmayı gerektirdiği inancına bırakışının kristalize bir örneğidir.
Nietzsche’nin Batı metafiziği eleştirisinden beslenen bu düşünsel dönüşüm aynılık eleştirisiyle beraber, ikiliklere ve kutuplaşmalara dayalı düşünce sistemlerinin de yapısöküme uğratılmasını ve böylelikle bu düşünce sistemlerinin içindeki gizil hiyerarşik varsayımların deşifre edilmesini teşvik eder. Bu bağlamda ikilikli toplumsal cinsiyet rollerinin, yani heteronormativitenin reddi yeni nesil feminizmin belirgin bir özelliği olarak ön plana çıkar. İkinci nesil feministler toplumsal cinsiyet rolleriyle mücadele ederken, yeni nesil feministler ‘toplumsal cinsiyet’le beraber ‘cinsiyet’i de biyolojik olmaktan ziyade kültürel kodlarla yüklü bir kavram, ideolojik bir araç olarak, tartışma konusu, hatta direniş noktası haline getirmişlerdir.
Yeni nesil feminizmin en önde gelen kuramcısının Judith Butler olduğu söylenebilir. Butler’ın performativite kavramı Foucault’nun söylem analizi ile J .L. Austin’ın söz edimleri kuramının özgün ve çarpıcı bir sentezini sunar. Foucault’nun söylem analizi, neyin doğru ya da anlamlı sayılıp sayılmayacağının, yani bilgi ve anlam üretiminin meşruiyetinin güç ilişkileri ve tarihsellik içinde nasıl belirlendiğini ve iktidar tarafından meşru sayılan bilginin toplum içinde tekrar edile edile nasıl yayıldığını göstermeyi amaçlar. J.L. Austin’in söz edimleri kuramı ise , emir vermek, söz vermek, “karı-koca ilan etmek” gibi sözedimlerini örnek göstererek bir şey söylemenin bir bildirimde bulunmaktan öte bir edimselliği olduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda Foucault ve Butler bedenin belirli bir toplumsallık ve söylem içinde “cinsiyetlendirilmesinden” söz ederler (Butler, s. 166) Foucault ve ve Butler’a göre cinsiyet kavramı “anatomik öğeleri, biyolojik işlevleri, davranışları, duyumları ve hazları bir birlik çerçevesinde toparlar” ve bu “birlik” yapaydır; onu üreten iktidar ilişkilerini yaygınlaştırır ve gizler. (Butler, s.166)
İkinci dalga feministlerden bir grup, üçüncü dalga feminizmin bu okumasına şiddetle karşı çıktığı için, bugün feminizm ve LGBQIAA+ hareket içinde yer yer kutuplaşmaya, hatta husumete varan ciddi bir ayrışma söz konusudur. Bazı radikal feministlere göre (Jones, 2019) cinsiyetin maddi bir gerçeklik değil kültürel bir inşa olduğunu savunmak, tarih boyunca kadının maddi, maternal ve yeniden üretken emeğini görmezden gelmeye ve dışlamaya çalışan patriyarkal sistemin ekmeğine yağ sürmektedir. Jones (2019)’a göre, Butler gibi yeni nesil feministlerin çalışmalarının konusu feminizm bile değildir, kuir teoridir ve kuir teorinin kendine dert edindiği şeyler feminizminkinden farklıdır. Öte yandan, yeni nesil feministler, asıl dişi bedene ve anneliğe söylemsellik öncesi bir anlam ve teleoloji atfetmenin anneliği ve kadın bedenini şeyleştirmek ve patriyarkal sistemin dışlayıcı söylemini sürdürmek olduğunu öne sürerler. (Butler, 2020, s.167)
Feminizmin ve LGBTQIAA+ hareketin politik mücadelede ve muhalefette gittikçe daha anahtar bir konumda, otokratik, faşist ve totaliter liderlerin hedefi haline geldiği bir dönemde, bu tartışmayı felsefi platformlarda sürdürmenin anlamlı ve önemli, ama stratejik politik bir ayrışma noktası haline getirmenin sakıncalı ve üzücü olduğunu düşünüyorum; asıl patriyarkanın ekmeğine yağ sürecek olan bu tutum olur. Bu nedenle, bu tartışmayı açmadan önce, hem ikinci hem de üçüncü dalga feminist düşünceyi kapsayacak şekilde, şu noktayı vurgulamayı önemli buluyorum: Marxist bakış açısından, feminizm ve LGBTQIAA+ hareketin diğer kimlik politikalarından ayrı bir yerde durduğunu öne sürmek olanaklıdır. Kimlik kavramı sıklıkla, ortodoks Marxistler tarafından sınıf kavramını gölgelemekle ve sınıf bilincinin oluşmasının önünde bir engel teşkil etmekle itham edilmiştir. Ancak kadın emeğinin sömürüsüne odaklandığı ölçüde feminist düşünce yöntemsel olarak Marxist düşünceden kopmamıştır. “Kadın” kimliğinin konu edilmesi “kadın” kimliği adına kadınlara yüklenen toplumsal sorumlulukların ve görevlerin, yani ücretsiz ev emeği işinin kapitalizmi ayakta tutan bir sömürü biçimi olması nedeniyledir. Benzer bir şekilde, bir önceki yazımda öne sürdüğüm gibi, arzu ve libidinal enerjiyi altyapıya ait üretici bir güç olarak ele alırsak, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kategorilerinin yapı-sökümü ve hiyerarşik yapılanmaları destekleyen ideolojik araçlar olarak deşifre edilmesi de Marxist yöntemle süreklilik gösteren bir çözümlemeyi olanaklı kılacaktır. Bu olasılığı değerlendirebilmek için önce arzunun ve/ya libidinal enerjinin ne anlamda üretici bir güç olarak anlaşılabileceğini açmak gerekir.
Marx (2009) kendi düşüncesinde altyapıyı teşkil eden üretici güçlerin arasında elbette emek gücünü ve emeği de sayar. Kapital’de emek gücünden kas ve sinir gücü olarak söz etmiştir. Bu, materyalist bir indirgeme çabasıdır; ama unutulmamalıdır ki, Marx emek ve emek gücü arasında bir ayrım da yapar ve emek gücünü materyalist bir indirgeme ile tanımlasa da, emek harcama etkinliğinin kendisini böyle bir indirgemeye tabi tutmaz.
Öte yandan 1844 El Yazmaları’nda da, Kapital’de de, insanın üretim etkinliğini hayvanın üretim faaliyetinden ayırırken insanın bir şeyi üretmeden önce onu zihninde tasavvur edebilmesinin öneminden söz eder. Bu söz konusu imgelem gücü Marx’ın emek betimlemelerinde kilit bir yer tutarken, ne onun yazılarında ne de emek üzerine yapılan diğer çalışmalarda halen yeterince irdelenmiş değildir. Bu konunun ihmal edilmesinin bir nedeni Kant-sonrası Kıta felsefesinde özne kavramı yapı-söküme uğratılmışken, imgelemi hala—bir yeti olarak— geleneksel özne anlayışı ile ilintili olarak düşünüyor oluşumuz, literatürde genel kabul gören, geleneksel özne anlayışından bağımsızlaşmış, tatmin edici bir imgelem açıklamasının belirginleşmemiş olmasıdır. Oysa geleneksel özne anlayışının kendisi çoktan-- Nietzsche ve Freud’dan beri—tahtından edilmiştir.
Şimdi, üretim sürecinde bir faktör olarak Marx’ın sözünü ettiği, bilincinde bir sonuç tahayyül edip bunu gerçekleştirmeye çalışan özne yerine arzu’dan söz edebilir miyiz? Belki Deleuze ve Guattari’nin sözünü ettikleri “arzu makineleri” tam da böyle bir çabadır. Fakat Deleuze ve Guattari’ye kadar gitmeden önce Freud’a bakarsak, libidinal enerjinin yatırımından söz edebiliriz. Bu yatırımın neye/nereye ve nasıl yapacağı sorusunun cevabı, kapitalistin ya da (ya da biyoiktidarın) kendi kontrolünde tutmaya çalıştığı şeydir. Çünkü arzu, dolaylı olarak da olsa, üretimi motive eder; üretim sürecinin devamlılığını sağlayan yakıttır.
Arzu aynı zamanda tüketicidir. Marx, yine Kapital’de hayvansal gereksinimlerimizi karşılamak için yaptığımız “bireysel tüketim”in yanısıra, yaptığımız “üretken tüketim”den söz eder. Emek harcayan kişi üretirken bir yandan da tüketir : hem, Marx’ın terimleriyle, “beyin, sinir ve kas gücü” tüketir, hem hammaddeyi tüketir, hem de üretim araçlarını aşındırır. Ama tükettiğinden daha fazlasını üretir. Bu, “üretken tüketim”dir.
Günümüz kapitalizminde Marx’ın sözünü ettiği “üretken tüketim”in yanı sıra “bireysel tüketim”in üretkenliğinden de söz edebiliriz: Sosyal platformda arzuyu sürekli çoğaltan ve yeniden üreten kullanıcı emeği…
Günümüzde kadın emeğini ele alırken elbette güncel teknolojilerin kitle kültürüne ve özellikle de tüketimciliğe etkisini de göz ardı edemeyiz. Yeni neslin sosyal medya ve iletişim teknolojilerini kullanımları imgesellik, gözetim ve dışavurum açısından daha önceki nesillerin deneyimlemediği bir yoğunluk içindedir; bunun en önemli sonuçları arasında ‘kişisel olan’ ve ‘politik olan’ arasındaki ilişkinin dönüşümü ve belki dejenerasyonunun yanı sıra zaman ve mekan algısında değişiklikler de sayılabilir. (Çubukçu ve Demirörs, 2023) zaman algısı ve zamanın kullanımındaki değişiklikler ışığında, zaman kavramının Marx’ın emek-değer teorisine etkileri açısından yeniden yorumlanması, kapitalist sömürünün yeni görünümlerinin çözümlenmesi için hayati önem taşımaktadır. Benzer şekilde mekan algısındaki değişiklikler bedenin ve bedensel emeğin anlamının genişletilmesini gerektirecektir.
Kadın emeğinden bu tartışmalar bağlamında, yani arzunun merkezde olduğu bir ekonomik sistem bağlamında söz etmenin yolu ve anlamı nedir?
Bu soruların cevaplarını sonraki yazılarımda aramaya devam edeceğim.
Kaynakça:
Butler, J. (2020) Cinsiyet Belası: feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. Çev: Başak Ertür. Metis Yayınları.
Fraser, Nancy. (2009) “Feminism, Capitalism and The Cunning of History”. New Left Review 56. Mart/Nisan 2009.
Jones, J.C. (2019) “Postyapısalcılık, Butler ve bedenler” Çev: Serap Güneş Gazete Duvar, 18 Ağustos 2019
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/08/18/postyapisalcilik-butler-ve-bedenler
erişim tarihi: 15Kasım 2022, 09:45
Mann, S.A. ve Huffman D.J. (2005) “The Decentering of Second Wave Feminism and the Rise of the Third Wave” Science and Society. Cilt 69, Sayı 1. Marxist_Feminist Thought Today. ss. 56-91.
Marx, K. (2009). Kapital. Birinci Cilt. Çev: Alaattin Bilgi. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2005) 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe. Çev: Kenan Somer, Ankara: Sol Yayınları.
Şafak-Çubukçu, Ö &Demirörs, S. (2023) Digitilization of Working Space: Women working from home in Turkey. Eds: Gulen, H., Sungur C ve Yesşilyurt, A. “At the Frontiers of Everyday life: New Research Practices and Imaginaries in radical Geography” içinde.. Springer. Berlin.
Young, I. (1996) “Social Movements and The Politics of Difference” Morality and Moral
Controversies içinde. Editör: John Arthur. Prentice Hall, ss. 516-527.
01 Kasım 2024 14:01
03 Kasım 2024 21:01
01 Kasım 2024 14:27
07 Kasım 2024 20:34
05 Kasım 2024 20:23
01 Kasım 2024 21:43
03 Kasım 2024 20:23
09 Kasım 2024 12:57
04 Kasım 2024 09:34
06 Kasım 2024 18:53