Prof. Dr. TUNCAY AKÇADAĞ
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 31 Aralık 2025 11:21 - Okunma sayısı: 21
Danışmanlık yaptığım okullardan birinde, doktora eğitimini tamamlamış ama hâlâ öğretmen olarak görev yapan bir meslektaşımla kısa bir sohbet etmiştim. Heyecanla şunu söyledi: Bilgisini ve deneyimini paylaşmak istiyor; ama bunun okulda bir karşılığı olmadığını düşünüyor. Ciddiye alınmadığını, bu durumun moralini ve motivasyonunu düşürdüğünü, giderek üzüldüğünü… Sonunda da “Ne yapmalıyım?” diye sordu.
O an ona şunu önerdim: “Sessiz kal. Ama yalnızca susmak için değil; bilgin ve deneyimin gerçekten ihtiyaç olduğunda konuşmak için… Talep geldiğinde katkı sun.” Bu öneri onu durdurdu. Bir an düşündü, sanki yeni bir şey fark etmiş gibi “Evet ya…” dedi. Ardından da içini çekip ekledi: “Hocam, çok zor ya…”
Gerçekten de zor. Daha iyi yolları bileceksiniz; yapılan yanlışları göreceksiniz, gerekçelendireceksiniz; doğrusu için içinizde bir şey yanıp duracak… Ama çoğu zaman görünmez olacaksınız. Örgütsel yaşamda bundan daha yıpratıcı bir duygu var mı? Kendi kendinize “Abartıyor muyum?” diye sorarsınız. Fakat değil. Çünkü bu sadece bir kişinin hikâyesi değil. MEB’de görev yapan ve potansiyeli neredeyse hiç değerlendirilmeyen doktoralı öğretmenlerin önemli bir kısmı benzer bir duyguya temas ediyor.
Peki bu insanlar ne yapmış? Okumuşlar. Kendi imkânlarıyla; bin bir zorluğun içinden geçerek; engellere takıla takıla; yılmadan, bıkmadan hedeflerine yürümüşler ve başarmışlar.
Şimdi kendinize şu soruyu sorun: Kendi iş yeriniz olsa, verim alabileceğiniz en donanımlı insanları “doğru çalıştırmama”, hatta zamanla “değersizleştirme” yolunu seçer misiniz? Hiç sanmıyorum. Çünkü bu, açıkça bir kayıptır. Gelişmiş örgütler tam tersini yapar: Yetkin insanı arar, bulur, tutar; örgüt içinde anlamlı roller vererek onu kurumsal kapasiteye dönüştürür. Hatta kimi zaman, o kişi ayrılmasın diye örgütünü daha cazip hâle getirir.
Gelelim bizdeki tabloya…
Doktoralı bir öğretmen okula geldiğinde, öğretmenler çoğu kez hemen yakınlaşmaz; önce bir “ölçme-biçme” başlar: “Bilgiçlik taslayacak mı?” Bazen içten içe özenenler çıkar: “Ne güzel doktora yapmış.” Zamanla ilişkiler kurulur. Öğretmenler genellikle iyi niyetlidir; adalet duygusu güçlüdür; mağduru korumaya çalışırlar.
Okul yönetimi ise çoğu zaman daha temkinlidir. Dille “kıymetli” mesajı verilir; ama pratikte doktoralı öğretmen, gerektiğinde “kullanılacak bir kaynak” gibi bir köşeye çekilir. Günlük işleyişte rolü değişmez; yetkinliği örgütsel süreçlere yansımaz. Bu da zamanla normalleşir: Doktoralı olmanın iş yaşamında bir fark yaratmadığı düşüncesi, okulun sessiz kabullerinden birine dönüşür.
Peki kapılar ne zaman çalınır?
Genellikle “acil servis” ihtiyacı doğduğunda… “Hocam proje yapalım.” “Kongre varmış, bildiri sunalım.” “Şu makaleyi yazalım, bizim de adımız geçsin.” Ya da temsiliyeti yüksek komisyonlarda, toplantılarda “isim” gerektiğinde… Yani doktoralı öğretmen, çoğu kez öğrenmenin değil, temsilin ve vitrin işlerinin parçası yapılır.
Oysa bu öğretmenler, yalnızca “unvan sahibi” değildir. Birçoğu veri okuryazarıdır; veriye dayalı karar alma süreçlerinde güçlü katkı sunabilir. Mesleki gelişim döngülerinin kurucu aktörü olabilir. Alanına göre öğretmenlere yol gösterebilir; okulun öğretim kültürünü besleyebilir. Kurumsal hafızanın taşıyıcısı hâline gelebilir. Öğretim liderliği rolü üstlenebilir. Bir okulun “öğrenen örgüt” olma iddiasını, kâğıttan hayata taşıyacak sac ayaklarından biri olabilir. Okullarda mesleki gelişim döngüsünün mimarı ve uygulayıcısı olarak değerlendirilebilirler. İl ve ilçe düzeyinde, hatta bakanlık düzeyinde liyakat esaslı görevlerde konumlanabilirler. Böylece yalnızca bireysel başarıları değil; kurumsal öğrenmenin üretken bir parçası hâline gelirler. Bu bir hayal değil; doğru rol, doğru süreç ve doğru kültürle mümkün.
Ne var ki MEB, öğrenen bir kurum görüntüsünden hâlâ uzak. Bu yüzden doktoralı öğretmeni çoğu yerde “süs” gibi görüyor; meseleyi kişisel gelişim etkinliğine indirgemek gibi anlaşılması zor cümleler kuruyor. Oysa gerçekten öğrenmek isteyen bir kurum, doktoralı öğretmeni “öğrenme motoru” olarak görür; süreçlerin içine alır; onu duyulur ve etkili kılar.
Geldiğimiz noktada unvanlar duvarda asılı kalıyor. Oysa öğrenen örgüt olmak, öğrenmenin yalnızca duvarlara asılmasından değil; örgütün damarlarına girmesinden geçiyor. Sonuç olarak MEB’in öğrenmeyi kurumsallaştırma kapasitesi, doktoralı öğretmeni işlevsel kılacak düzeye henüz taşınmış görünmüyor. Sorun doktoralı öğretmen değil; onu dinlemeyi öğrenemeyen yönetim refleksidir.

01 Aralık 2025 09:55

10 Aralık 2025 16:42

24 Aralık 2025 19:38
13 Aralık 2025 19:19

12 Aralık 2025 23:09

05 Aralık 2025 06:37

03 Aralık 2025 03:51

04 Aralık 2025 22:56

10 Aralık 2025 11:30

12 Aralık 2025 12:24