İklim krizi, günümüzün en büyük sorunlarından biridir. Yalnızca doğayı değil, insan haklarını ve sürdürülebilir kalkınmayı da tehdit ediyor. Bu kriz, var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini derinleştirerek, özellikle kadınların ve kız çocuklarının yaşamlarını, sağlıklarını, güvenliklerini ve geçim kaynaklarını ciddi biçimde riske atmaktadır.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, iklim değişikliğiyle toplumsal cinsiyet arasındaki güçlü bağı giderek daha açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu nedenle artık yalnızca “iklimin etkilerini” değil, aynı zamanda bu etkilerin kadınlar üzerindeki sonuçlarını ve kadınların geliştirdiği çözümleri nasıl destekleyebileceğimizi tartışmak zorundayız.
İklim değişikliği, cinsiyet eşitliği açısından mevcut koşulları daha da ağırlaştırmaktadır. Örneğin, 2016’daki Matthew Kasırgası sonrasında Haiti’de altyapının çökmesiyle birlikte kadınlar ve kız çocukları sağlık, güvenlik ve hijyen açısından daha büyük tehlikelerle karşılaşmış; suya erişim azaldıkça ev içi bakım yükü de kadınların omzuna daha fazla binmiştir.
Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ve BM İstatistik Bölümü’nün 2024 Cinsiyet Anlık Görüntüsü Raporu, bu krizin cinsiyet temelli boyutunu rakamlarla da gözler önüne sermektedir. Rapora göre, 2050’ye kadar 158 milyon kadın ve kız çocuğunun iklim değişikliği nedeniyle yoksulluğa sürüklenmesi beklenmektedir. Bu sayı, erkeklerden 16 milyon daha fazladır. Günümüzde bile erkeklerden 47,8 milyon daha fazla kadın açlık ve gıda güvensizliğiyle mücadele etmektedir.
Özellikle kırsal bölgelerde ve yerli topluluklarda yaşayan kadınlar, doğal kaynaklara hem daha çok bağımlı hem de bu kaynaklara erişimde daha fazla engelle karşı karşıya kalmaktadır. Su, gıda ve yakıt bulmak çoğu zaman kadınların sorumluluğundadır; bu nedenle kaynaklar azaldığında bu görevler daha yorucu ve tehlikeli hâle gelmekte, kız çocukları ise eğitimden kopmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, yoksulluğu kalıcı hâle getiren bir döngü yaratmaktadır.
Bolivyalı çevre gazetecisi Miriam Jemio, bir yazısında şu ifadeyi kullanmıştır:
“İklim krizinin sonuçlarıyla en çok yüzleşen kadınlardır; ancak onların çabaları çoğu zaman görünmez kalır.”
Gerçekten de, Bolivya’nın Chiquitanía bölgesinde yaşayan yerli kadınlar, su kıtlığı nedeniyle aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalmaktadır.
İklim değişikliği aynı zamanda cinsiyete dayalı şiddetin artışını tetikleyen bir faktördür. BM Spotlight (2025) raporuna göre, aşırı derecede ısınan hava kadınlara yönelik şiddeti artıran sosyal ve ekonomik baskıları yoğunlaştırmaktadır. Hatta sıcak hava dalgaları yaşandığı zamanlarda kadın cinayetlerinde %28 oranında artış gözlemlenmiştir.
Afetler ve çatışmaların yaşandığı bölgelerde durum daha da ağırdır. Kadınlar, bilgiye ve kaynaklara erişimde yaşadıkları eşitsizlikler yüzünden afetlerden daha fazla etkilenmektedir. Bu süreçte sağlık, güvenlik ve hareket özgürlüğü kısıtlanmakta; yardıma erişim zayıfladıkça iyileşme süreci de uzamaktadır.
Üstelik iklim krizi, anne ve yenidoğan sağlığını da tehdit etmektedir. Bilimsel veriler, aşırı sıcaklıkların ölü doğum oranlarını artırdığını; aynı zamanda sıtma, dang humması ve Zika gibi hastalıkların sıcaklık artışıyla birlikte yayılma alanlarını genişlettiğini göstermektedir.
Ancak bu etkiler tüm kadınları aynı biçimde etkilememektedir. Cinsiyet eşitsizliği; ırk, dil, din, ekonomik durum, engellilik veya cinsel yönelim gibi başka ayrımcılık biçimleriyle iç içe geçmektedir. Bu nedenle yerli kadınlar, göçmenler, yaşlılar, LGBTIQ+ bireyler ve engelli kadınlar çok daha yüksek risk altındadır.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, kadınlar yalnızca “mağdur” değildir. Aynı zamanda çözümün öncüleridir. Kolombiya’nın Tumaco bölgesinde yaşayan “conchera kadınları”, mangrov ormanlarının yok olmasının geçimlerini tehdit ettiğini fark ederek topluca ağaç dikme kampanyaları başlatmış; hem doğayı korumuş hem de karbon emilimine katkı sağlamışlardır. Bu örnek, kadınların çevreye dair bilgeliğini ve dönüştürücü gücünü açıkça göstermektedir.
IPCC’nin 2021 Raporu, eğer acil önlemler alınmazsa dünyanın 1,5 °C eşiğini aşacağını ortaya koymuştur. Buna karşın UNFCCC’nin 2024 verileri, ülkelerin %85’inin politikalarında toplumsal cinsiyet boyutunu ele almaya başladığını, ancak bu adımların hâlâ yetersiz olduğunu göstermektedir. Kadınların liderliğine ve bilgisine dayalı politikalar üretilmedikçe iklim adaleti sağlanamayacaktır.
İklim krizi, artık yalnızca çevresel bir mesele değil; insan haklarını, toplumsal dengeleri ve özellikle de kadınların yaşamlarını derinden etkileyen küresel bir eşitsizlik alanıdır. Bu nedenle çözüm, yalnızca teknik ya da ekonomik önlemlerle sınırlı kalmamalı; toplumsal cinsiyet eşitliğini merkezine alan, insan odaklı ve dönüştürücü bir yaklaşım içermelidir.
Kısa vadede, doğrudan hayatta kalma koşullarını iyileştirmeye yönelik adımlar atılmalıdır. Afet sonrası yardım paketleri kadınların özel ihtiyaçlarını dikkate almalı; güvenli barınma, hijyen malzemeleri, doğum ve çocuk bakımı desteği gibi unsurları içermelidir. Geçici barınma alanlarında güvenli bölgeler oluşturulmalı, kadınların güvenli biçimde hareket edebilmesi için özel düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca afet müdahale ekipleri, toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve korunma konularında özel eğitimlerden geçmelidir.
Orta vadede ise yapısal değişim hedeflenmelidir. Ulusal iklim politikaları ve afet yönetimi mevzuatı, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle yeniden ele alınmalıdır. Kadınların yeşil ekonomiye erişimini kolaylaştıracak finansal destekler, mikro krediler ve teknik eğitim programları hayata geçirilmelidir. Yenilenebilir enerji, sürdürülebilir tarım veya çevre dostu girişimler alanında kadınların liderliğini destekleyen projeler, hem ekonomik hem ekolojik fayda sağlayacaktır.
Eğitim alanında da kız çocuklarının kesintisiz öğrenimi güvence altına alınmalıdır. Kriz dönemlerinde uzaktan eğitim olanakları geliştirilmeli, burs ve destek programlarıyla genç kadınların eğitimden kopması engellenmelidir. Ayrıca yerel düzeyde kadın liderliği teşvik edilmeli; köy, mahalle ve belediye ölçeğinde çevre yönetimi ve erken uyarı sistemlerinde kadın temsilciler görev almalıdır.
Uzun vadede hedef, kalıcı bir dönüşüm yaratmaktır. Kadınların siyasal temsil oranı artırılmalı, karar mekanizmalarında cinsiyet eşitliğini esas alan yapılar kurulmalıdır. Yeşil ekonomi politikalarında kadın istihdamını önceleyen planlar hazırlanmalı; bakım emeği görünür kılınarak bu alan bir istihdam kaynağına dönüştürülmelidir. Sağlık ve sosyal hizmet sistemleri, iklim değişikliğinin neden olduğu yeni risklere karşı daha dayanıklı hâle getirilmeli; anne ve çocuk sağlığına yönelik altyapı güçlendirilmelidir.
Bu dönüşümün sürdürülebilir olması için finansal kaynaklar da toplumsal cinsiyet perspektifiyle yönetilmelidir. Ulusal bütçelerde ve uluslararası fonlamalarda kadın liderliğindeki projelere özel paylar ayrılmalı, fonların şeffaf biçimde nasıl kullanıldığı düzenli olarak raporlanmalıdır. Kırsal bölgelerde yaşayan kadınların geçim kaynaklarını güçlendirmek için mikro hibeler ve kooperatif destekleri sağlanmalıdır.
Tüm bu süreçlerin başarıya ulaşabilmesi, etkili bir izleme ve değerlendirme sistemiyle mümkündür. Kadınların karar alma organlarındaki temsil oranı, iklimle bağlantılı acil yardım hizmetlerinden yararlanma oranları ve kız çocuklarının eğitime devam etme oranları gibi göstergeler düzenli olarak ölçülmeli ve kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Bu çalışmalar yalnızca hükümetlerin değil, tüm paydaşların sorumluluğundadır. Devlet kurumları yasal düzenlemeleri ve bütçe planlamasını üstlenirken; yerel yönetimler uygulamayı organize etmeli, sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütleri sahadaki denetimi, eğitimleri ve topluluk desteğini yürütmelidir. Özel sektör, kadınlara yeşil istihdam alanı yaratmalı; akademi ise veri üretimi, araştırma ve etki analizleriyle sürece katkı sunmalıdır.
Böylesi bir işbirliği modeli, yalnızca kadınların değil, toplumun tamamının yaşam kalitesini artıracaktır. Çünkü iklim adaleti, toplumsal cinsiyet adaletinden ayrı düşünülemez. Kadınların bilgi birikimi, dayanıklılığı ve dönüştürücü gücü; iklim krizine karşı sürdürülebilir çözümler üretmenin en sağlam temellerinden biridir. Bu nedenle atılacak her adım, kadınların hem korunmasını hem de liderliklerini desteklemeyi hedeflemelidir.
Sonuç olarak, iklim değişikliğine karşı verilecek mücadelenin merkezinde eşitlik, adalet ve dayanışma olmalıdır. Bu yalnızca çevreyi koruma meselesi değil; aynı zamanda daha adil, daha güvenli ve daha yaşanabilir bir dünya kurma mücadelesidir.