UĞUR ÖZEREN
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 25 Kasım 2021 19:47 - Okunma sayısı: 3.166
"ÜLKEMİZDE ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİ VE ÖĞRETMENLİK "
Uğur Özeren: Sayın Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit, kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Tabiki. Ben Osman Basit. Okul Öncesi Öğretmeniyim. Şu anda Necmettin Erbakan Üniversitesi Ereğli Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalında Doktor Öğretim Üyesi olarak çalışmaktayım. Çukurova Üniversitesi’nden 2009 yılında mezun oldum. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı’na Okul Öncesi Öğretmeni olarak atandım. 3,5 yıl çeşitli köy okullarında okul öncesi öğretmenliği yaptıktan sonra ÖYP (Öğretim üyesi Yetiştirme Programı) kapsamında Araştırma Görevlisi kadrosuna atandım ve böylelikle akademiye geçiş yaptım. Gazi Üniversitesinde 2017 yılında yüksek lisansımı, 2020 yılında da doktoramı tamamladım. Okul Öncesi Eğitimi, Öğretmen Eğitimi, Üstün Yetenekli Çocuklar, Anne Çocuk İletişimi, Drama, Anne Baba Eğitimi konularında çalışmalarımı sürdürmekteyim.
Uğur Özeren: Erken Çocukluk Eğitimi, hem aile hem de çocuk için çok önemli bir ilk adımdır. Bu dönem çocukları ile çalışacak olan öğretmenlerin vasıfları neler olmalıdır?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Erken Çocukluk Dönemi (0-8 yaş) çocukların yaşamında son derece önemli bir dönem. Bu dönemde okul öncesi eğitime başlayan çocuklar aile üyelerinin dışında yeni insanlarla etkileşime giriyorlar. Bu yeni tanışıklıkların belki de en önemlisi okul öncesi öğretmeni ile olanıdır. Geleceğimiz olan çocukların ilk öğretmenleri kimler olabilir sorusuyla başlamakta fayda görüyorum.
Okul öncesi öğretmeni istihdamı söz konusu olduğunda kamu ve özel sektörü ayrı ayrı ele almak lazım. Okul öncesi öğretmeni olmak için kamuda da özel sektörde de farklı uygulamalar var. Kamuda Okul Öncesi Öğretmeni olabilmek için “Okul Öncesi Öğretmenliği, Ana Okulu Öğretmenliği, Çocuk Gelişimi ve Okul Öncesi Eğitimi Öğretmenliği, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Öğretmenliği, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü*, Çocuk Gelişimi Bölümü* ve Çocuk Sağlığı ve Gelişimi Bölümlerinden* birinden mezun olmak şartı bulunuyor. Aslında sağlık lisansiyeri olan Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü, Çocuk Gelişimi Bölümü ve Çocuk Sağlığı ve Gelişimi Bölümlerinden mezun olanların Bakanlık ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) iş birliği ile açılan / açılacak olan Öğretmenlik Meslek Bilgisi Tezsiz Yüksek Lisans Programını ya da Pedagojik Formasyon Eğitimi Sertifika Programını başarı ile tamamlamaları gerekmektedir. 0-18 yaş arasındaki çocukların gelişimleri ile ilgili dersler alan hastanede staja çıkan çocuk gelişimcilerin formasyon alarak okul öncesi öğretmeni olarak atanmaları Eğitim Fakültesi bünyesindeki okul öncesi öğretmenliği bölümlerinde okutulan “matematik eğitimi, fen eğitimi, müzik eğitimi, okuma yazmaya hazırlık, drama, çocuk edebiyatı vb”. gibi dersleri almadan görev yapacak olmaları anlamına gelmektedir. Mesleki Eğitim Fakültelerinin kapatılması sonucunda Ana Okulu Öğretmenliği, Çocuk Gelişimi ve Okul Öncesi Eğitimi Öğretmenliği, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Öğretmenliği bölümleri günümüzde mezun vermemektedir ve bu alandan mezun olanların günümüzde kamuya okul öncesi öğretmeni olarak atanması olası değildir. Geçmişte öğretmen istihdamı ile ilgili hatalı kararlar alınmıştır. Önceleri öğretmen açığının hızlıca kapatılması amacıyla istihdam edilmiş ziraat mühendisleri, biyologlar, makine teknisyenlerinin eğitim sistemimize verdiği zararlar ortadadır. Eğitim sisteminin çıktıları çocuklarımızdır. Çocuklarımızın kaliteli erken çocukluk eğitimi alabilmesi için nitelikli okul öncesi öğretmenlerine olan ihtiyacımız ortadadır. Nitelikli okul öncesi öğretmenleri Eğitim Fakülteleri’nden mezun olmaktadır.
Okul öncesi öğretmenlerinin özel sektörde istihdamı kamudakinden çok daha kötü durumda. Öncelikle erken çocukluk eğitimi ile ilgili bir kurum açmak istediğinizde üç farklı bakanlıktan birinden izin almanız gerekiyor. Ve bu üç bakanlığın mevzuatı birbirinden çok farklı. Çocukların eğitimi konusunda tek yetkili olması gereken Milli Eğitim Bakanlığının mevzuatı daha kapsamlı olduğundan eğitim kurumlarını “kar odaklı” bir şekilde “işletmek” isteyenler genelde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı bir kurum açmayı tercih ediyorlar. Burada eğitim odaklı faaliyet yürüten kurumları tenzih ediyorum. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı bir kurum açmak isterseniz kreş yönetmeliğine göre kurum müdürü olarak; “Kreş ve gündüz bakımevlerinde; sosyal hizmet bölümü, rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümü, eğitimde psikolojik hizmetler bölümü, psikoloji bölümü, çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmenliği, okul öncesi eğitimi öğretmenliği, anaokulu öğretmenliği, çocuk gelişimi ve eğitimi bölümü, çocuk gelişimi bölümü, sınıf öğretmenliği alanlarından birinde dört yıllık yükseköğretim yapmış olmak ya da sosyal hizmet, çocuk gelişimi, anaokulu öğretmenliği önlisans mezunu olup, mezun olduktan sonra en az iki yıl resmi veya özel okul öncesi eğitim kuruluşlarında görev yapmış olmak,” grup sorumlusu olarak; “Kreş ve gündüz bakımevlerinde görevlendirileceklerin yükseköğretim kurumlarının çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmenliği, okul öncesi eğitimi öğretmenliği, anaokulu öğretmenliği, çocuk gelişimi ve eğitimi bölümü, çocuk gelişimi bölümü lisans veya önlisans mezunları öncelikli olmak üzere kız meslek liselerinin çocuk gelişimi ve eğitimi bölümü mezunu olmaları gerekir.” ifadesi yer almaktadır. Özetle öğretmen demiyor ama grup sorumlusu kız meslek lisesi mezunu bir olabilir diyor. Yönetmelik böyle deyince de Milli Eğitim Bakanlığından birini bağırarak sesinizi duyurabileceğiniz kurumlarda bile lise mezunu personel istihdam ediliyor. Belki de bu kurumlarda Milli Eğitim Bakanlığında görevli uzman personellerin çocukları “eğitim” alıyordur.
Erken çocukluk eğitimi kurumlarında (kreş, anaokulu, anasınıfı, gündüz bakım evi) öğretmen olarak istihdam edilecek olan kişilerin okul öncesi öğretmenliği lisans mezunu olması çok önemlidir.
Kurumlardaki öğretmen istihdamı çarpıklığından sonra gelelim okul öncesi öğretmen adayının niteliklerine. Her şeyden önde okul öncesi öğretmenleri çocuk sevgisi ile dolu olmalı. Çocuklarla zaman geçirmekten ve oyun oynamaktan hoşlanmalı. Çocukların gelişim özelliklerini çok iyi bilmeli ve hem çocuklarla hem de yetişkinlerle kolay iletişim kurabilmeli. Çocukların gelişimlerine uygun zengin bir oyun, şarkı ve kitap repertuvarı olmalı. Drama konusunda kendini geliştirmeli. Çocuklarda kazandırmayı hedeflediğimiz tüm davranışları onlara model olmak için kendisi sergilemeli. Alternatif eğitim yaklaşımları ve değerlendirme yöntemleri konusunda bilgili olmalı. Doğrudan bilgi aktaran değil çocuklarla birlikte öğrenen, onların öğrenmelerini destekleyici eğitim durumlarını planlamalı ve etkinlikler sırasında rehber rolünde olmalı. Türkçeyi iyi güzel konuşmalı ve ses tonunu etkili kullanmalı. Her çocuğun biricik ve özel olduğunun bilincinde olmalı. Her koşulda ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARINI savunmalı.
Biraz uzun bir cevap olsa da bu röportajı okuyacak olan bir ebeveyn bile okulun temizliği, beslenme listesi, okulda yapılan etkinlikleri sorgulamak yerine öğretmenin vasıflarını sorgulamasına vesile olursak ne mutlu bana.
Uğur Özeren: Ülkelerin gelişmişlik düzeyi geliştikçe erken çocukluk dönemine daha fazla eğilim gösterdiklerini görüyoruz. Erken çocukluk ülkelerin gelişimini devam ettirmek için neden önemlidir?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Bu soruya milattan önce yaşamış biri aracılığıyla cevap vermek istiyorum. Aristoteles çok uzun zaman önce eğitime erkenden başlanılması gerektiğini doğum öncesi sürecin bile çocuğun gelişiminde önem arz ettiğini belirtmiş, çocuğun eğitimi konusunda sorumluluğun aileden ziyade devlette olması gerektiğini ileri sürmüştür. Bugünkü anlamda bir gelişmişlikten söz etmenin mümkün olmadığı bir dönemde bile erken eğitimin önemi ortaya konmuş. Çocukların 17 yaşına kadar olan zihinsel gelişiminin yüzde 50'si 4 yaşına kadar, yüzde 30'u da 4 yaşından 8 yaşına kadar elde edildiğini düşünürsek erken çocukluk yıllarının ne kadar önemli olduğunu daha net ortaya koymuş oluruz.
Okul öncesi eğitimin önemi konusunda nobel ödüllü iktisatçı James Heckman çocuklara yapılacak yatırım için onların okula başlamalarını beklemeden 0-6 yaşta yapılması gerektiğini savunuyor. Okul öncesi eğitime yapılan her 1 dolarlık yatırımın 7 dolarlık bir kazanç sağlayacağını iddia eden Heckman okul öncesi eğitimin sadece çocuğun gelişimine değil uzun vadede toplumun refahına da ciddi katkıları olduğunu ifade ediyor. Yapılan bilimsel çalışmalar 0-3 yaştaki çocukların hızlı bir zihinsel gelişim gösterdiklerini ortaya koyuyor. Bu bilimsel veriler ışığında nitelikli öğretmenler tarafından zengin uyarıcı çevre imkanlarında sunulan erken çocukluk eğitiminin gerekliliği gün gibi ortadadır.
3 yaş altı çocukların okullaşma oranlarını ele alacak olursak; 2019 yılı verilerine göre Kore % 65,2, Norveç %58, İsrail %57,5, Danimarka %55,8, OECD ortalaması %24,1 Türkiye %0,01 olduğunu görmekteyiz. 3-5 yaş arası okullaşma oranları 2019 yılı verilerine göre Türkiye’de %39, OECD ortalaması %83, AB ortalaması %90, Fransa, Belçika, Danimarka, İzlanda, İsrail, Norveç ve İspanya gibi ülkelerde %95’in üzerinde. Gelişmiş ülkelerin okul öncesi eğitime ciddi yatırımlar yaptıklarını ve okullaşma oranlarını okul öncesi eğitimin zorunlu olmadığı ülkelerde dahi %100’e yaklaştırdıklarını söyleyebiliriz.
Uğur Özeren: Erken çocukluk eğitimin amaçlarından biri de çocuğun kendi kişiliğine karşı olumlu bir tutum geliştirmesidir. Bunu sağlamak amacıyla yapılacak etkinlikler günümüz koşulları içerisinde nasıl geliştirilmelidir?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Erken çocukluk yıllarındaki çocuklara kazandırılması gereken önemli özellik nedir diye anne babalara soracak olsak kendi işlerini yapabilsin, bağımsız kararlar verebilsin, problem çözebilsin, kendini iyi bir şekilde ifade edebilsin, sorumluluklarının bilincinde olsun vb. şeklinde cevaplar alırız. Ancak ebeveynlerin çocuklarında olmasını istedikleri özelliklerin gelişmesini engelleyici tutumlar içerisinde olduklarını söylersek hata yapmış olmayız. Mesela çocuklarının kendi işlerini yapmasını isteyen ebeveynler aynı zamanda çocuklarının neredeyse tüm işlerini (oyuncaklarını toplamak, ayakkabısını bağlamak vs.) yapmaktalar. Aileler çocuklarının sorumluluklarının bilincinde olmasını istiyor ama ev işlerinde çocuklarının kolaylıkla yapabilecekleri küçük sorumluluklar dahi vermiyorlar. Eğer çocuklarımızın problem çözmesini istiyorsak onları bir takım problem durumları ile karşılaştırmalıyız. Çocuklarımızın bağımsız karar almasını istiyoruz ancak aldıkları kararların bizim isteklerimize uygun olması gerektiğini onlara örtük olarak öğretiyoruz.
Çocuklar erken çocukluk yıllarında öğreniyorlar hayatı. Onların yaşamlarının şekillendiği bu yıllarda onlara üstesinden gelebilecekleri sorumluluklar sunmalıyız. Tüm risklerden arınık bir ortamda yetiştirdiğimiz çocukların ileride karşılaştıkları zorluklarla mücadelelerinde başarısız olma olasılıkları yüksektir. Çocuklara model olmamız da son derece önemlidir. Çocuklar çok iyi gözlemcidirler. Bizim yaptığımız eylemler ile söylediklerimiz arasındaki çelişkiyi kolay bir şekilde anlarlar. Eğer siz birisinden (eşiniz ya da çocuğunuz da olabilir) bir şey aldığınızda teşekkür etmiyorsanız; çocuğunuzdan kendisine verilen bir şeyler için teşekkür etmesini beklememelisiniz.
Bu noktada çocukların deneyim kazanmalarına yönelik de bir şeyler söylemek gerekir. Eskiden daha geniş aileler şeklinde yaşıyorduk. Geniş aile olmasa da insanların sosyal çevreleri günümüzden daha genişti. Çocuklar daha fazla insan görüyor ve bu insanlar arasındaki ilişkileri gözlemliyorlardı. Hele şu son iki sene de salgın sebebiyle insanlar çok daha izole hayatlar yaşamaya başladı. Eskiden birbirine yatıya, yemeğe, akşam oturmalarına giden insanlar ayrı ayrı hayatlar yaşıyorlar. Öbür taraftan aileler buluş riski sebebiyle çocuklarını sinemaya, çarşıya, markete, pazara da götürmez oldu. Dolayısıyla çocuklar eskiye göre çok daha az sosyal ilişkiler kurar oldu. Çocukların kişiliklerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesi için ihtiyaç duydukları her türlü deneyimi onlara sunmamız gerekir.
Uğur Özeren: Dijital okuryazarlık eğitimini erken çocukluk döneminde çocuklarımıza olumlu olarak nasıl verebiliriz?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Çocuklarda teknolojik cihazların kullanımına ilişkin iki farklı görüş var. Birincisi bu cihazların olabildiğince geç yaşlarda çocukların kullanımına sunulması gerektiği görüşü. Dünya’da yaygın olarak kullanılan waldorf okullarında mesela herhangi bir teknolojik cihazın sınıflarda olmaması gerektiğini savunur. Dönem dönem sosyal medyada karşımıza çıkan “silikon vadisindeki yöneticilerin çocukları sıfır teknolojik cihazların olduğu okullarda okuyorlar” şeklinde paylaşılan okulun benimsediği yaklaşımın adıdır “Waldorf School of the Peninsula”. Diğer görüş ise bunun tam tersini savunmaktadır. Tıpkı erken çocukluk eğitimi gibi ne kadar erken o kadar iyi mantığına dayanmaktadır. Teknolojik cihazların bizi çepe çevre sardığı bir ortamda çocukları bu cihazları kullanmaktan alıkoymamak gereklidir görüşünü savunmaktadır. Arkadaşlar arasında yaygın olarak oynanan bir bilgisayar oyunu varsa kısıtlanmış bir çocuk bu konuda konuşamayacak paylaşımda bulunamayacak kendini ifade edemeyecek ve dışlanacak şeklinde bir argümanı var bu görüşü savunanların.
Bu iki görüş arasında bir yol bulmak gerekir düşüncesindeyim. Özellikle ilk 12 ayda sıfır ekran kullanımı olması gerektiğini düşünüyorum. 2 yaşından sonra günde 15 dakika ile sınırlı olmak ve gelişimine uygun içerik olması koşuluyla ekranla tanıştırılabilir çocuklar. Yaş ilerledikçe süre arttırılabilir. 5 ve 6 yaşlarda 45 dakikadan fazla olmamak koşuluyla kavram öğretimi amacıyla kullanılan web 2.0 araçlarından faydalanılabilir. İçeriklerin çocukların gelişim özelliklerine uygun olmasına özen gösterilmelidir.
Uğur Özeren: Zamanın ruhu ile ortaya çıkan yeni normlarda, Erken çocukluk döneminde çocuklarımızın yarına hazırlanabilmesi için yeni eklenecek müfredat olmalı mıdır? Neler önerirsiniz?
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Program konusunda Dünya’da alternatifler çok fazla her gün farklı bir yaklaşım ortaya konuyor. Tek başına bir yaklaşımın benimsenmesinin uygun olmadığını düşünüyorum. Ulusal düzeyde bir erken çocukluk programı olacaksa bu tek tip kurum merkezli bir model yerine alternatif modellerin uyum içerisinde olacağı bir program olmalı. Farklı sosyo ekonomik ve sosyo kültürel çevreden gelen çocuklara ancak bu şekilde tam olarak ulaşılabilir. Ailelerin ve yaşanılan çevrenin olanakları değerlendirilmeli ve çocuğun üstün yararını gözeten ve maksimum sayıda çocuğu erken çocukluk eğitimi sisteminin içerisine alan bir yaklaşım benimsenmeli. Risk altındaki çocuklar ve dezavantajlı gruplar için özel önlemler alınmalı.
Ele alınacak olan yaklaşım her ne olursa olsun aile eğitimine önem verilmeli. Ebeveynlerin bir kısmı kendi anne ve babalarından gördükleri şekliyle ebeveynlik yapmaya çalışıyorlar. Bir kısmı da ebeveynliği sosyal medyadan öğrenmeye çalışıyor. Ülke olarak ciddi bir ebeveyn eğitim programına ihtiyacımız var. Bu eğitim programı bir kere katılım gösterilip sertifika alınacak cinsten bir program olmamalı. Uzun bir süreci kapsaması gereken aile eğitimi programında belirli sayıda aileye danışman olarak çocuk gelişimi uzmanları görevlendirilmeli. Aile sağlığı merkezlerinde her ailenin bir aile hekimi olduğu gibi her ailenin çocuğu ile ilgili sağlıklı bilgi alabileceği uzmanlar görevlendirilmeli. Aile hekimlerinde olduğu gibi sorumlu olunan kişi sayısı korkunç sayılarda olmamak koşuluyla makul sayıda çocuğun gelişiminin takibi bu uzmanlar tarafından düzenli olarak yapılabilir. Özellikle risk altındaki çocukların gelişimlerinin uzman kişilerce takibi ve ailenin çocukların gelişimleri ile ilgili ihtiyaç duydukları bilginin aktarımının yapılması önemli bir fayda sağlayacaktır. Ailelerin çocukların gelişimleri ve eğitimleri konusunda aktif rol oynamaları zaruridir.
Bunun dışında eklemek istediğim son husus okul dışı öğrenme ortamlarının eğitim sürecine dahil edilmesidir. Eğitim sadece okul bahçesinin duvarları arasına sıkıştırılmamalıdır. Özellikle Avrupa ülkelerinde uygulanan orman pedagojisi ve okul dışarda günü uygulamaları ile ilgili faaliyetler yürütülmeli ve eğitim programları bu anlamda güncellenmelidir. Özellikle orman pedagojisi yaklaşımı küresel iklim krizinin etkilerinin her geçen gün daha çok hissettiğimiz şu dönemde çevre duyarlılığı yüksek bireyler yetiştirmek için önemli kazanımlar sunacaktır. Okul dışında kazanılacak deneyimlerin de çocukların gelişimlerine ve kalıcı öğrenmelerine imkan sunacaktır. Öğretmenlerin orman pedagojisi ve okul dışı öğrenme ortamları konusunda bilgilenmelerini sağlamak amacıyla eğitimler düzenlenmelidir.
Uğur Özeren: Sayın Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit, değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi ailesi adına hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.
Dr. Öğr. Üyesi Osman Basit: Ben teşekkür ediyorum. Okuyucularınıza, anne ve babalara ve dolaylı olarak da çocuklara faydalı olmasını diliyorum. Görüşmek dileğiyle.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52