Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Miras Yükü Olarak Önyargı

Prof. Dr. Faik KANATLI

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 22 Ekim 2025 16:53 - Okunma sayısı: 22

Miras Yükü Olarak Önyargı

Miras Yükü Olarak Önyargı

Prof. Dr. Faik KANATLI[1]

Bir kavrama ilişkin konuşmak ya da yazmak, kimi zaman kavramın ne olduğunu kimi zaman da ne olmadığını açıklamayı gerektirir. Soyut ve kapsamlı bir kavram üzerine yazmayı deneyen neredeyse herkes benzer bir ikilemi yaşamıştır. Örneğin Uluğ Nutku, “Felsefe ne değildir?” yazısında Spinoza’nın “her belirleme bir olumsuzlamadır ” ilkesinden esinlenerek “her olumsuzlama bir belirlemedir de” vurgusunu yapar. Hele söz konusu kavram sosyoloji ve sosyal psikolojinin önemli konularını oluşturan önyargı ise, o zaman ne olup olmadığını belirlemek yetmez; komşu kavramlarla olan ilişkisi ve çelişkisini de açığa çıkarmak kaçınılmazlaşır. Bu bağlamda yakın komşu olan önyargı, öngörü ve sezgi arasındaki ince çizgiyi de görünür kılmak bir önceliğe dönüşüyor. O zaman da konuyu sınırlandırıp bir yazıya sığdırmak, neredeyse olanaksızlaşıyor. İşte bu yüzden önyargıyı geçen ayki yazımda belirginleştirdiğim “miras yükü” kavramıyla ilişkilendirerek irdelemeye çalışacağım bu yazımda. Elbette öncelikle söz konusu kavramlara ilişkin yazılanlara bir göz atmak ve yazılası olanı belirlemek gerekiyor. Birlikte deneyelim mi?

İtiraf etmeliyim ki, bu alanda çok okumama ve iletişim bağlamında konferanslar vermeme rağmen yazmaya kalkışıncaya kadar önyargının bu kadar çetrefilli olduğunu bilmiyordum. Bu alanda o kadar çok kuram geliştirilmiş ve deneyler yapılmış ki, neredeyse kurduğunuz her cümle bir kurama veya kuramcıya çarpar. Kurama ve kuramcılara boğmadan önyargıyı miras yükü bağlamında nasıl irdeleyeceğimi düşünmek, neredeyse iki haftadır yaptığım tek iş. Öncelikle önyargının ne olduğunu belirleyip sorularla ilerlemeye karar verdim. Okuduğum onlarca tanım arasından Peter O. Güttler’in "Sosyal Psikoloji" adlı yapıtındaki tanımını kapsayıcı olduğu için seçtim. Güttler, önyargıları "insanlar ve insan grupları hakkında yanlış,erken, genelleyici ve klişe olan, gerçekliği sınanmamış, genellikle son derece olumsuz bir değerlendirme içeren ve değişime karşı son derece dirençli, yani yeni bilgilerle değiştirilmesi zor veya neredeyse imkânsız olan ve bu nedenle dikkate değer bir istikrarla karakterize edilen yargılar veya ifade biçimleri" olarak tanımlıyor.

Güttler’in tanımını çözümlediğimizde ya da tanımda yer alan saptamaları düz cümle haline dönüştürüp ufak dokunuşlar yaptığımızda önyargının temel özellikleri açığa çıkar:

* Önyargı, insanlara ve insan gruplarına yönelik insanal bir tutum alıştır, dolayısıyla neredeyse hiç kimse bütünüyle önyargıdan muaf değildir. Önyargılar, genelde başkaya, faklı olana yöneliktir. Söz konusu başkalıklar, kimi zaman cinsiyette, kimiz zaman dinde, kimi zaman sosyal statüde, kimi zaman yaşta, kimi zaman etnik kökende, kimi zaman farklı cinsel yönelimlerde, kimi zaman da ten renginde aranıp bulunur.

* Önyargı, genellikle erken ve hızlı bir yargılamayı yansıttığı için (çoğu kez) yanlıştır. Ancak bu herhangi bir yanlış değil, doğruya direnen bir yanlıştır.

* Genelde klişelerde yuvalanan önyargı, aşırı genellemelerle doruk noktasına ulaşır. Bu bağlamda; bütün, hep, hiç, asla, kuşkusuz ile başlayan cümleler önyargının habercileri olabilir. Örneğin, “Bütün Mersinliler…” ile başlayan bir cümle, hangi sıfatla bağlanırsa bağlansın önyargıdan kurtulamaz, çünkü aşırı genelleme bireysel farklılıkları siler.

* Önyargılar, gerçekliği sınanmamış yargılara dayanır. Gerçekliğini sınamadığınız yargılarla eylediğiniz ve dış görünüşle yetindiğiniz an, önyargıya en açık olduğunuz andır.

* Önyargılar değişime dirençlidir, bu yüzden tıpkı hastalıklar gibi önyargıların oluşumunu önlemek daha akılcı, çünkü sonrası çok zahmetli, pahalı ve belirsizdir. Belki de, Einstein’ın dillere pelesenk olmuş “Önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan dada zordur” uyarısı, önyargıların oluşum süreçlerine dikkat çekmeye yöneliktir.

* Her ne kadar olumlu ve olumsuz önyargılardan söz edilse de, genelde önyargılar olumsuzluğa odaklandığı için olumsuzluğu istikrarlaştırır. Zaten önyargıyla yaklaştığınız birinin sürekli hatalarına ve kusurlarına odaklandığınız için onda mutlaka önyargınızı pekiştirecek davranışlar bulursunuz. Nede olsa hiç kimse mükemmel değil. Ayrıca önyargılı tutumunuz davranışlarınıza yansıdığı için karşıdakinin davranışlarını da olumsuz etkileyebilir, bu da sizi haklı kılmak için yeter de artar! Burada kategorik, toptancı, kabalacı ve hatta kaba bir yaklaşım söz konusudur, bu yüzden günlük hayatta genellikle farklı düşünenlere zorbalık, farklı davrananlara ve farklı görünenlere karşı ayrımcılığa yol açar ve kolayca nefret ve saldırganlığa dönüşür.

*Alan yazınında, toplumsal önyargılar ile bireysel önyargılar, pozitif önyargılar ile negatif önyargılar, açık önyargılar ile örtük önyargılar arasında ayrım yapılıyor. Örtük önyargılar, genellikle zaman baskısı ve ani durumlarda açığa çıkabiliyor. Denetimli dille önyargıların üstü örtülüyor.

Önyargıya ilişkin alan yazınında kaybolmamak için sorularla ilerleyelim. Şu ana kadar “Önyargı nedir ve hangi özellikleri gösterir?” sorusuna ana hatlarıyla yanıt verdik. Bu alanda en çok sorulan sorulardan biri, önyargıların nasıl oluştuğudur. Bunu olabildiğince kısa yanıtlamayı deneyelim:

Her gün bilgi bombardımanına maruz kalırız. Bu kadar bilgiyi işlememize ve ayrımlaştırmamıza zaman yetmez. Günlük hayatta yönümüzü ve yolumuzu bulmamız için beynimiz bu bilgileri basitleştirir ve kalıplara sokar, hatta bizden olmayanı/farklı olanı ayrı kutulara koyar, böylece daha kolay ve daha çabuk karar vermemizi sağlar. İyi-kötü, dost-düşman gibi kategorik ayrıştırmalar, tekrarlarla önce alışkanlığa sonra önyargıya dönüşür. Önyargıları benimsediğimizde kendimizi güvende hissederiz, çünkü bunların gerçekten doğru olup olmadığını düşünmemiz gerekmez. Zaten hayatın her alanında bize eşlik ettiği ve bir parçamıza dönüştüğü için onlara mesafe de koyamayız çoğu kez. Bu dar ve sorgusuz bakış açısı, Almancada Schubladendenken (kategorilere dayalı, ayrımlaştırılmamış, dar görüşlü, toptancı düşünme) kavramıyla, Türkçede ise at gözlüğüyle bakmak veya at gözlüğü takmak deyimleriyle dile gelmektedir. Çoğumuz başkasının at gözlüğüyle baktığını görürüz, ama kendi at gözlüğümüzün farkına varmayız. Bunu küçük bir anıyla pekiştirmeme izi verin lütfen. Yüz yüze gerçekleşen çok katılımlı bir iletişim konferansımdan sonra merdivende beni bekleyen beş-altı kişilik bir grubu görünce sevindim. Hele “Hocam size bir şey sorabilir miyiz” deyince gururum okşandı. Anlattıklarımın çabucak yankı bulduğunu düşündüm. Hocam nerelisiniz? Arkadaşlarla bahse girdik de! Biz Adanalı, arkadaşlar Malatyalısınız diyor. Anlaşılan söylediklerimden çok, beni nereye konumlandıracaklarına odaklanmışlardı. Üzülme özgürlüğümü kullandım!

Alan yazınında öne çıkan bir başka soru, kategorik düşünmeden nasıl kurtulabileceğimizle ilgilidir. Başka bir anlatımla, önyargılar yıkılabilir mi? Bu soruya ilişkin tartışmaları özetleyelim:

Önyargıyı yıkmada başarı şansının az olduğunu vurgulamıştık, çünkü önyargıyı yıkabilmek için beynin ördüğü duvarları beyinle yıkmak gerekir. Başka bir söylemle, beyin kendi oluşturduğu kategorilere itiraz etmeli ki, önyargılar sarsılabilsin. Ancak bu durum, burada hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmez. Birçok ülkede önyargıları önlemek için yasal düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, Alman Anayasası'nın 3. Maddesinde yer bulan "Hiç kimse cinsiyeti, kökeni, ırkı, dili, geldiği ülke, inancı, dini veya siyasi düşünceleri nedeniyle dezavantajlı konuma düşürülemez veya kayırılamaz” yaklaşımı, önyargılara önlem alma çabalarının bir sonucudur. Ancak, yasal düzenlemelere bu sorunu çözmenin olanaksızlığı yaşantılanmıştır, çünkü toplumsal tutumlar yasalarla değiştirilemiyor ne yazık ki. Özsorgulama sonucunda kendimizi tanımanın önyargıyı kırabileceğine ilişkin yaklaşımlar var, çünkü genelde insanlar başkalarının önyargılarına odaklanır. Nerede, ne zaman, nasıl önyargılı dil kullanımına başvurduğumuzu saptayabilirsek, buna ilişkin önlemler alabiliriz belki. Empati ve aktif dinlemenin önyargıları yıkmaya ve başkalarıyla bağlantı kurmaya yardımcı olabileceği vurgulanıyor alan yazınında. İnsanların hikâyelerini dinleyerek önyargı kaynaklarına ulaşılabileceği ve onlara daha anlayışla yaklaşılabileceği varsayılıyor, çünkü önyargılar kişinin hayatta neler yaşadığı hakkında çok şey söyler. Hoşgörü, öğrenmeye açıklık, başkayla buluşma ve diyalog önyargının panzehiridir. Zihinlerimizdeki duvarları yıkıp çeşitliliğe değer vermeyi başarırsak, tüm insanların kendilerini gerçekleştirme fırsatı buldukları daha kapsayıcı, daha adil ve eşitlikçi bir toplum yaratmayı umut edebiliriz.

Artık başta vaat ettiğim “önyargı ne değildir?” sorusuna yanıt arayabiliriz. Yazının kapsamı gereği, yanıtı bir cümleyle sınırlandırmak istiyorum: Açıklık, şeffaflık, hoşgörü, bir şey üzerine derinlemesine düşünme, çok yönlülük, ufuk çeşitliliği, tarafsızlık, nesnellik, sabırlılık, özeleştiri, başkaya açılım, başkayı gözetme ve uzlaşı; önyargıya yabancıdır. Zaten tüm yabancılar önyargının hedefinde değil midir?

Önyargı, öngörü ve sezgi arasındaki ilişki ve ayrışmalar ayrı bir yazıyı hak ve talep etse de, burada kısaca değinmekte yarar olabilir. Bu üç kavrama az bilinen bir kişi, olay ve olguya ilişkin acil karar vermek gerektiğinde başvurulur. Üç kavramda da az bilgiyle sonuca ulaşma çabası var. Öngörü, var olan koşulları hızlı değerlendirerek geleceğe ilişkin kestirimlerde bulunmaktır. Sezgi burada var olmayan koşuları da hesaba katar, ama gerekçelendiremez. Önyargı, kaba sınıflandırmaya başvurarak sonuca varmaya çalışır. Ancak, hem öngörü hem de sezgi yanılmayı hesaba katarken; önyargı yanılmamakta direnir. Eğer öngörü ve sezgi yanılmamakta diretirse önyargıya dönüşür.

Önyargı bir miras yükü müdür?

Geçen ayki yazımızda miras yükü bağlamında genetik, tarihsel/kültürel ve ekonomik mirastan söz etmiştik, dolayısıyla bu soruya da bu üç mirasın penceresinden yanıt arayacağız. Bu alanda yaptığım okumalar, önyargının genetik bir miras olmadığını net bir şekilde söylüyor, dolayısıyla önyargı genetik olarak nesilden nesile aktarılmıyor. Bu yüzden önyargı sorununun daha kolay çözülmesi beklenebilir! Ekonomik miras kişinin eğitiminde önemli bir rol oynasa da, tamamen belirleyici olamaz. O halde önyargının miras yüküne dönüşmesinde dil, tarih ve kültürün etken olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kalıp sözler ve klişelerde saklanan önyargılar, daha çok pozitif önyargıyla yaklaştığımız sevdiklerimiz tarafından nesilden nesile aktarılıyor. Örneğin, hepimizin pozitif önyargıyla yaklaştığı annelerimizin, kendi çocuğunu koruma refleksiyle, çocuğunun komşu çocukla oynamasını yasakladığı gerekçe (pis, yaramaz, küfürbaz…), onarılamaz bir önyargı mirasına dönüşebilir. N. Peseschkian’a dayandırılan kısadan hisse, önyargı mirasını daha iyi anlamamıza katkı sunabilir:

Genç bir adam rüyasında bir dükkâna girer. Tezgâhın arkasında duran yaşlı bir adama heyecanla sorar: "Ne satıyorsunuz efendim?"

Bilge adam nazikçe cevap verir: "Ne istersen." Genç adam saymaya başlar: "O zaman dünya birliği ve dünya barışı, önyargıların yıkılması, yoksulluğun ortadan kaldırılması, dinler arasında daha fazla birlik ve sevgi, erkekler ve kadınlar için eşit haklar ve ... ve ...". Bunun üzerine bilge adam gencin sözünü keser: "Affedersin genç adam, beni yanlış anladın.

Biz meyve satmıyoruz, sadece tohum satıyoruz."

Düşünüyorum da, acaba önyargı tohumu saçan ve satan dükkân ve dükkâncılarda bir artış mı var?

Kaynakça

Nutku, Uluğ (2011). Gezgin Felsefe. Adana: Baştuğlar Matbaacılık.

Allport, G.W., Treibjagd auf Sündenböcke, Berlin, 1951.

Güttler, P. O., Sozialpsychologie – Soziale Einstellungen, Vorurteile,

Einstellungsänderungen, München, 2000.

[1] Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları
Hesaplaşma

Fikir Yazıları 02 Eylül 2025

Hesaplaşma

KENDİ

Fikir Yazıları 01 Eylül 2025

KENDİ