Nazım Mutlu
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 15 Ağustos 2025 19:55 - Okunma sayısı: 18
İlk ayak sesleri İkinci Dünya Savaşı yıllarına dayanan karşıdevrim sürecinin 2002’den bu yana finalini oynayan ve Cumhuriyet’in bilimsel, halkçı, aydınlanmacı ve tam bağımsızlıkçı niteliklerini, değerlerini yok etmek için var gücüyle çaba harcayan siyasal İslamcı AKP, mevcut Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin aracılığıyla karma eğitimi yok etmeyi amaçlayan adımlarını sıklaştırdı. Kendisi için üç günlüğüne çıkarılan yasayla sicilinde -eskilerin deyimiyle- “hile-i şeriye” yoluyla “kariyer yapma” başarısı(!) bulunan Tekin, anımsanacağı gibi göreve gelir gelmez kızlar için ayrı okul açma isteğinde bulunmuştu. Bunu da herhangi bir somut veri ya da kanıt göstermeksizin “bazı velilerin kendilerinden böyle bir istekte bulundukları” gibi gerçeklikle ilgisi olmayan, aklınca konuyu meşrulaştırmak için kurnazca bir yalana başvurmuştu.
Karma eğitimi bitirme işi 23 yıllık AKP iktidarının örtük ajandasında hep vardı. Ama stratejik nedenlerle bekletmek zorunda kaldığı, koşullar elverdiğinde de ilk fırsatta el atacağı karma eğitimi bitirme planının ön uygulamaları özellikle 2012’de çıkarılan 4+4+4 yasasıyla başladı. Bu yasadan sonra kimi okullarda kız ve erkek öğrencilerin koridorlarını, derse giriş-dersten çıkış saatlerini, hatta merdivenlerini ayırmak gibi anayasa dışı uygulamalarla kendisini gösterdi. Karşıdevrim kapsamında atmak istedikleri her adımda yaptıkları gibi bu konuda da koşulların olgunlaşmasını bekleyen MEB yönetimi, sonunda bu öğretim yılına Ankara’daki Nevzat Ayaz Kız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bünyesinde açtığı kız ortaokuluyla yola koyuldu. Basına yansıyan haberlere bakılırsa yakında buna yedi ortaokul daha eklenecek.
2013-2018 arasında MEB’de müsteşar, 4 Haziran 2023’ten bu yana da bakan olan, görev bölgesinde renk renk tarikat ve cemaatlerle çalışmayı çok seven Tekin’in temeline dinamit koymak için can attığı karma eğitimin dünyada ve bizdeki başlangıç aşamasının hiç de kolay olmadığı görülür. Konuya yakından bakıldığında hem doğal hem toplumsal yaşamın zorunlu kıldığı kadın-erkek birlikteliğinin eğitim alanındaki olgunlaşma ve uygulama evrelerinin de karşıdevrim güçlerinin zorlamasıyla zaman zaman tartışmalara, gerilimlere yol açtığı görülür. 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakırken karma eğitim üstünden 100-150 yıl öncesinde yaşananlara benzer bir iklimin yaratılmaya çalışılması, iktidarın, dolayısıyla onun eğitim ayağını oluşturan Tekin ve kadrosunun nasıl bir ideolojik koşullanmayla yapay gündemler yarattığını yeterince anlatmaktadır.
DÜNYADA VE BİZDE KARMA EĞİTİM
Günümüzde kısaca “kız öğrencilerle erkek öğrencilerin aynı ortamda eğitim görmesi” olarak bilinen “karma eğitim”, gerek ülkemizin gerekse başka ülkelerin eğitim tarihlerinde, özellikle 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında, farklı uluslarla farklı dinlere bağlı kişi ve toplulukların aynı ortamda eğitim görmesi anlamında da kullanılan bir kavramdır. (Günümüzde “kaynaştırma eğitimi” diye adlandırılan engelli bireylerle engelsiz bireylerin bir arada eğitim öğretim görmelerinin de zaman zaman “karma eğitim” olarak adlandırıldığı olmuştur.)
Batı’nın Aydınlanma Devrimiyle (Rönesans) bize göre daha erken dönemlerde (18. yüzyıldan bu yana) başlattığı dogmaları kırma eylemleri, karma eğitim yolunda atılan adımların da başlangıcını oluşturur. Bizim tarihimizde örgün eğitim kurumları içinde hemen her yaş aralığındaki Osmanlı tebaası için en yaygın eğitim kurumları medreselerdir. Medreselerin Osmanlı sınırları içinde özellikle başkent İstanbul’la öbür büyük kentlerdeki bütün varlığı, eğitim çağındaki nüfusun en çok yüzde 10’unu kapsayabilmiştir. Eğitime erişim koşulları bakımından eşitliğin hiç olmadığı, kısa süre içinde adaletsizliğin da kaynağına dönüşen medreseler, 6-7 yaşlarındaki çocukların da 30’lu yaşlardaki yetişkinlerin de içinde yer aldığı dinsel eğitim kurumlarıdır. Osmanlı’nın son yüzyılında ortaya çıkan sıbyan (çocuk) mektepleri, rüştiyelerle idadî ve sultanîler, medreselere göre daha çağdaş, laikleşme adımlarının başlangıcında önemli işlevleri olan kurumlar olsalar da geleneksel yapısıyla medreseler, öbürlerine göre daha baskın ve yaygın eğitim kurumlarıdır. Bunlar aynı zamanda Tanzimat’a dek daha çok birer “öbür dünya” okullarıdır. Bu özelliklerinden ötürü de bütünüyle erkek eğitim kurumlarıdır. Dolayısıyla medreseler, kız öğrencilere kapalı okullardır. Erkekler için doğaüstü güzellikleri ya da korkunçluklarıyla betimlenen “öbür dünya” tasarımı, medreselerin ürünü ve siyasal erkin odağındaki en önemli güç olan ilmiye sınıfı (ulema), kadınla erkeğin bir arada eğitim öğretim görmesini bir insan hakkı olarak kabullenebilecek düzeyde değildir.
Anlaşılacağı gibi, başka ülkelerde olduğu gibi bizde de karma eğitime geçişte derin, uzun sancılar yaşanmıştır. Bunun kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasal açıdan en büyük zararını kadınlar yaşamış, geçmişteki ağırlıkta olmasa bile bugün de yaşamaktadırlar.
Kısıtlı da olsa yalnızca sıbyan okullarına gidebilen ve bütün eğitim yaşamları ilkokulla sınırlı kalan kız çocukları için ilk kez 1858’de yeni bir okul açılır: Kız Rüştiyeleri. Hükümet de halkı bundan haberdar etmek ve kız çocuklarının okumasını sağlamak amacıyla Hicrî 26 Zilhicce 1278 (1861) tarihli gazetelerde şöyle çağrıda bulunur: “Okuyup yazmanın erkek ve kadınlar için elzem olup geçinmek için ağır işler gören erkeklerin ev işlerinde rahat etmeleri ancak kadınların dahi din ve dünyalarını bilerek kocalarının emirlerine itaat etmeleriyle ve istemediklerini yapmaktan sakınmalarıyla ve iffetlerini koruyup kanaat ehli olmalarıyla mümkün olacaktır.”[1]
Görüldüğü gibi ulema çevrelerinden tepki çekmemek için olsa gerek, kızların okutulmasına gerekçe olarak onların evlilik yaşamlarında erkeklere daha iyi hizmette bulunmaları gösteriliyor.
İlk kız rüştiyeleri açıldığında çocukları okutacak kadın öğretmen bulunmadığı için dikiş nakış dışındaki dersleri erkek öğretmenler verir. Kız rüştiyelerine öğretmen yetiştirmek için 1869’da Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) ve yine o yıl içinde ve 1878’de İstanbul ve Üsküdar Kız Sanayi Mektepleri’nin açılması, dönemin olumlu adımlardandır. Tanzimat’ın sonuna doğru (1874) Darülmuallimat'la birlikte kızlar için açılan okulların sayısı 10’a çıkar. O yıl bu okullardaki kız öğrenci sayısı 300, kadın öğretmen sayısı da 300’dür. Kuşkusuz bu, iç açıcı bir tablo değildir ama dönemin zihniyeti ve bağnazlıkla cehaletin koyuluğu düşünülürse bu da bir başarı sayılır.[2] Bütün çocuklar için sıbyan okullarına gitme zorunluluğu getirilir ama bunun ne ölçüde başarılabildiğini anlamak için Cumhuriyet’e devredilen okuryazar oranına bakmak yeterlidir.
Cumhuriyet’in başında ülke genelindeki okul, öğrenci, okuryazar oranıyla ilgili sayısal durum, MEB verilerinde şöyledir:
Cumhuriyet’in İlk Eğitim Öğretim Yılında Sayısal Durum[3]
Okul Türü (1923-1924) |
Okul sayısı |
Öğretmen sayısı |
Öğrenci sayısı |
İlkokul |
4.894 |
10.238 |
341.941 |
Genel ortaokul |
72 |
796 |
5.905 |
Genel ortaöğretim |
23 |
513 |
1.241 |
Mes. ve tek. öğr. |
64 |
583 |
6.547 |
Fakülte ve yük. Ok. |
9 |
307 |
2.914 |
Toplam |
5.062 |
12.437 |
358.548 |
1870’te açılan Dârülfünun’un inişli çıkışlı gelişim süreci içinde o günün koşullarına göre kız öğrenciler açısından oldukça ileri düzeyde bir olay yaşanır. Okulda önceleri serbest konferanslar biçiminde kadınlar için açılan dersler, bir süre sonra kızlara özgü ayrı sınıflarda sürdürülür. Kimi bağnaz Dârülfünun yöneticileri kızlarla erkeklerin aynı binada okumalarına karşı çıkınca 1914’te bu sınıflar birleştirilerek ayrı bir binada İnas (Kız) Dârülfünunu açılır. Ancak bir süre sonra kız öğrenciler bu duruma karşı çıkıp dersleri boykot ederler. Bunun üzerine kız öğrenciler 1921’de yeniden erkek öğrencilerin bulunduğu binaya geçerler, İnas Dârülfünunu bu olayla tarihe karışır. Artık hukuk ve tıp fakülteleri de doğrudan kız öğrenci kayıtlarına başlar. Bu olay aynı zamanda yükseköğrenimdeki karma eğitim uygulamasının önemli bir adımıdır.[4]
Kurtuluş Savaşımızın bütün sıcaklığıyla sürdüğü sırada, yakında kurulacak Cumhuriyet’le ilgili bütün tasarımların henüz yalnızca bir kişinin, Mustafa Kemal’in kafasında yer aldığı 1921 yılı, eğitim açısından aynı zamanda önemli bir adımın atıldığı yıldır: Maarif Kongresi.
Cumhuriyet’in izleyeceği eğitim siyasası için bir pusula işlevi gören Maarif Kongresi, yapılış biçimiyle aynı zamanda karma eğitimin artık devlet eliyle ve yasal dayanaklarla kurumsallaşacağının ipuçlarını taşır. Cumhuriyet’in eşiğinde, 8 Mart 1923’te Milli Eğitim Bakanı İ. Safa Özler’in yayımladığı ulusal eğitimin ilke ve amaçlarını belirleyen eğitim sözleşmesi (Misak-ı Maarif), 8 Nisan 1923’te taşradaki ilköğretmen okullarıyla liselerin genel bütçe kapsamına alınması, temel ilkelerin saptanması için uzmanlardan oluşan Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu)’nin toplanıp çalışması gibi gelişmeler, hem 3 Mart 1924’teki Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası’nın hem de sonrasındaki ulusal, bilimsel, karma eğitimin altyapısını oluşturan önemli adımlardır.
Maarif Kongresi’yle Öğretim Birliği Yasası arasında, dönemin savaş koşullarında Mustafa Kemal, türlü gerekçelerle eğitime ilişkin demeçler verir, var olan durumla geleceğe ilişkin açıklamalarda bulunur. Örneğin 1 Mart 1922’de TBMM’yi açış konuşmasında “… Yüzyıllardan beri ulusumuzu yöneten hükümetler eğitimin yaygınlaşmasını istemişlerdir. Ancak Doğu’yu ve Batı’yı öykünme sürdüğünden sonuçta ulusumuz ve köylümüz cehaletten kurtulamamıştır. (…) Kadınlarımızı da aynı eğitim aşamalarından geçirerek yetiştirmeye önem vereceğiz. (…)” der.
Eğitim tarihimize araştırmalarıyla ışık tutan eğitimci yazarlarımızdan Dr. Niyazi Altunya, Uzunkoşu adıyla yayımlanan anılarında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki karma eğitimle ilgili ilk uygulamaları şöyle özetler: “Enstitü’de (Gazi Eğitim), Ankara’ya taşındığı 1927-28 öğretim yılında[5] kız-erkek karma eğitim başlatılmıştır. Aynı yıl ortaokullarda da karma eğitime geçilmişti. Bu yıllarda İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nda sadece dersliklerde karma eğitim vardı. Ankara’da 1924’te açılan Musiki Muallim Mektebi de ilk yıllarından başlayarak karma idi; ancak bu okul ilköğretmen okulu düzeyinde bir ortaöğretim kurumuydu. Gazi’nin ötekilerden farkı, aynı çatı altında yatılı bir yükseköğretim kurumunda karma eğitim olması idi. Türkiye bu başarıları, Mustafa Necati gibi devrimci bir bakanın varlığına borçludur.”[6]
Karma eğitimin en dikkate değer uygulama alanlarından biri Köy Enstitüleri’dir. 5 yıllık köy ilkokullarını bitiren erkek ve kız çocuklarını seçerek alan Köy Enstitüleri’nin bütün öğrencileri yatılıdır. Enstitülere başlangıçta 5 yıllık ilkokulu bitirmiş yeterli sayıda öğrenci bulunamadığı için 3 yıllık köy ilkokullarını bitirenler de alınır. Bunlar beş yıllık ilkokulu girdikleri Köy Enstitüsü’nde tamamlarlar. Enstitülerin en kayda değer özelliklerinden biri, kuruluşlarından 1950’ye dek kız-erkek karma eğitim yapılmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayıp 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’yle gemi azıya alan karşıdevrim iktidarı (Demokrat Parti), kız öğrencileri kendi okullarından alıp iki enstitüye (Kızılçullu ve Beşikdüzü) yollar.
Bu, karma eğitime vurulan ilk darbedir. Sonra arkası peş peşe gelir. Yasa ve yönetmeliklerde olmamasına karşın aynı okulda okuyan birçok imam hatip ortaokulu ve liselerindeki kız ve erkek öğrencilerin katları, sınıfları, koridorları, hatta teneffüs saatleriyle bahçeleri ayrılır. Kız meslek liseleri, kız olgunlaşma enstitüsü gibi belli meslek dallarında eğitim öğretimde bulunan okulların varlığı 2000’li yıllara dek sürmüş, sonra bunlar yönetmeliklerle yeniden karma okullara dönüştürülmüşken 2012’de çıkarılan ve ilköğretimle ortaöğretimi 4+4+4 biçiminde parçalara ayıran 6287 sayılı yasayla kız imam hatip ortaokulu, Anadolu kız imam hatip lisesi, Anadolu kız teknik ve meslek lisesi gibi yeniden adları “kız”la başlayan okullar açılmaya başlar.
ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI’YLA KARMA EĞİTİM DÜŞMANLIĞI
Özü, bütün eğitim kurumlarını tek çatı altında toplayıp laik, bilimsel ve karma eğitim ilkeleri çevresinde birliği sağlamak olan ve yedi maddeden oluşan Öğretim Birliği Yasası, çıkışından günümüze dek bilim düşmanı karşıdevrim çevrelerinin başlıca saldırı alnıdır. Oysa ders izlencelerinden öğretmen atamasına, eğitimin parasal kaynaklarından ders kitaplarına dek bütün eğitim kurumlarında yüzyıllardır süregelen başıboşluğa ve bunun yol açtığı toplumsal karmaşanın önüne bu yasayla geçilmek istenmiş, eğitimin işleyişi ve denetimi yine bu yasayla tek elde toplanmıştır. Ancak yüzyıllardır eğitim alanını elinde tutup dinsel, siyasal ve ekonomik kazanç sağlayan dogmatik kurumlarla bunların çevresinde çalışmadan, üretmeden, vergi vermeden yaşayan, askerlik de yapmayan çıkar güçlerinin devlet içindeki etkileri de bu yasayla ortadan kaldırılmak istenmiştir. Deyim yerindeyse dananın kuyruğu da burada kopmaktadır. Hem o günkü hem bugünkü çalışmadan, üretmeden yaşayan, üstelik bugünkülerin vergi kaçırmayı “vergiden kaçınmak”a dönüştürüp bir elleri yağda bir elleri balda yaşamalarının önünde engel olarak gördükleri ne varsa onları yok etmek… Gericiliğin gerçek yüzü budur.
Karşıdevrimci anlayışın 100 yılı aşkın süredir genel olarak Cumhuriyet’in eğitim devrimine, özel olarak da Öğretim Birliği Yasası’na bakışı şu değerlendirmede görülebilir: “Cumhuriyet eğitim sistemi inanç ve düşünsel anlamda tevarüs ettiği (kendisine kalan) bütün birikimi özellikle Tevhid-i Tedrisât ile bir kenara bırakarak yeni bir zihniyetle işe başladığını ilân etmiştir. Zaten Tevhid-i Tedrisât’ı sadece eğitim kurumlarının tek çatı altında toplanması biçiminden ziyade, eğitimde farklı zihniyet, görüş, felsefe, inanç anlayışları, yorum ve yeni nesil yetiştirme tarzlarının tek tipleştirilmesi biçiminde okumak daha doğru olacaktır.”[7]
Cumhuriyet’e bakışı intikam duygusuyla biçimlenen bu anlayışın, Öğretim Birliği Yasası’nın çıkışından bir yıl öncesine dek Batı emperyalizmiyle Anadolu bozkırında dişe diş bir kavganın öncülüğünü edenlere “Batı’ya şirin görünme” suçlamasında bulunması, devrimlere duyulan öfkeden dolayı aklın ve vicdanın devre dışı kalmasıyla açıklanabilir.
AKP ile onun yan kuruluşu gibi çalışan vakıf, sendika, dernek, cemiyet ve türlü meslek örgütlerinin gizli ajandalarında varlığını hep koruyan karma eğitimi yok etme gündemi, ülkede oluşan elverişli siyasal iklimle orantılı olarak sürekli gündeme getirilir, tartışma alanına sokulur, bu yolla kimi noktalarda ödünler koparıldıktan sonra sorunun kalan bölümleri elverişli yeni bir siyasal iklime dek ertelenir, sonra aynı yolla o bölgeyi baltalama eylemi sürdürülür.
Bu dönemeçlerde kimi kez doğrudan iktidar temsilcilerinin, kimi kez de iktidarın kanatları altında palazlanan sözde “sivil toplum kuruluşları”nın rol aldıkları görülür. Bakan ve bakanlık bürokratları, il-ilçe milli eğitim yöneticileriyle okul yöneticileri, Eğitim Bir Sen, TÜRGEV, Ensar Vakfı, ÖNDER, İlim Yayma Cemiyeti gibi dinci örgütlerin, tarikat ve cemaatlerin en çok saldırdıkları alan, “karma eğitim”dir. Nitekim 2014’te toplanan 19. Milli Eğitim Şûrası’nda gündeme gelen konulardan biri de karma eğitim zorunluluğunun kaldırılmasıdır. Bu kapsamda ağırlıklı olarak ya da sadece kız çocuklarına eğitim veren okulların kız çocuklarının okullulaşmasında etkili olduğu yalanı işlenir sürekli. Şûradan önce de bu konu AKP’ye yakınlığı ile bilinen kesimlerce dillendirilmiştir. O yıllarda Eğitim Bir Sen genel başkan olan Ahmet Gündoğdu’nun “Çıkışı yok, dönüşü yok, karma eğitim son bulmalıdır” sözleriyle karma eğitime son verilmesi önerisi gündeme getirilmiştir.
Sorun, geçenlerde bir kez daha ve bu kez doğrudan bakan ağzıyla yeniden gündeme taşınmıştır. 3 Haziran 2023’te kurulan 67. Hükümet’in Milli Eğitim Bakanı olan Yusuf Tekin’in bir televizyon kanalında kendisiyle yapılan söyleşide geçen ve 11 Temmuz 2023 günlü basın yayın organlarına yansıyan şu demeci tarihin not defterine geçmiştir: “Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerin sıklıkla dile getirdiği bir şey, ‘Erkeklerin olduğu yerde olmasını istemiyorum’ şeklindedir. İhtiyaç duyulması halinde kız okulları kurulabilir. Karma eğitim var ancak biz bu kızlarımızı eğitime dahil etmeliyiz.”
Öncelikle örneğin geçen öğretim yılında kızıyla erkeğiyle okulda olması gerekirken olmayan yaklaşık 2 milyon dolayındaki ilk ve ortaöğretim öğrencisinin neden okulda olmadığına, ne okulda ne işte görünen 15-30 yaş arası 5 buçuk milyon gencin ne olacağına kafa yorması gereken en yetkili kişinin “eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmadığını” söylemesi, ideolojik hırsın insanı gerçekliklerden nasıl kopardığına güzel bir örnektir. Biz yine de böyle bir durumda ona Anayasa’nın 24. maddesini, 42. maddesini, 174. maddesini, ayrıca Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 15. maddesinde yer alan “eğitimin karma olduğu” yargısını anımsatalım.
SONUÇ
Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, pahalılık gibi bir türlü sonu gelmeyen belalarla milyonların canının yandığı bir ülkede yaşıyoruz. Ataması yapılmayan, yarıdan çoğu kadın olan yüz binlerce öğretmen adayına her yıl on binlercesi ekleniyor. Büyük kentlerin okullarında sınıf mevcutları olması gerekenin iki katını aşmaya başladı. Çocuklarına okul harçlığı veremeyen, beslenme çantaları boş kalan çocukların sayısı sürekli artıyor. “Tasarruf tedbirleri” gerekçesiyle servis araçları ellerinden alınan öğrenciler, yemekhaneleri kapatılan okullar var.
Konu özellikle kız çocuklarımızla ilgili olduğu için ekleyelim: Gün geçmiyor ki bir kadın ayrılmak üzere olduğu ya da ayrıldığı eşi, sevgilisi tarafından öldürülmesin. “Benim baş örtülü bacım” edebiyatıyla siyasal rant aracına dönüştürülen baş örtülü kadın öğretmenler atama istedikleri için gittikleri bakanlık kapısından kovuluyor, biber gazıyla dağıtılıyorlar.
Bu ülkeye bir iyilik yapmak istiyorsanız bu işlere bakın, iktidar paşaları ve beyleri, eğitimin başındaki Yusuf Tekin’leri! Kadını önce okullarını ayırma yoluyla, sonra toplumsal yaşamdan koparıp eve hapsetme beklentisiyle 150 yıl önceki medrese çağına götürerek, gerçeklikten kopuk çağdışı zorlamalarla elde edeceğiniz bir kazanç yoktur. Bilin ki bütün zorlamalarınıza karşın karma eğitime dönük saldırılarınız amacına ulaşamayacaktır. Cumhuriyet devrimlerinin tadına varan toplumumuz çoğunluğuyla bu tür yapay zorlamaları benimsemediğini gerek okul tercihleri gerekse yaşam biçimiyle göstermektedir.
Durum, her fırsatta “eğitim ve kültürde istedikleri başarıyı bir türlü sağlayamadıklarını” itiraf eden iktidara, MEB’e ve özellikle Yusuf Tekin’e önemle anımsatılır.
Eylül 2025
[1] Ergin, Osman; Türkiye Maarif Tarihi, 2. Cilt, 1977, s. 457-458.
[2] “ “ , s. 459.
[3] Akt. Gazalcı, Mustafa; MEB Milli Eğitim İstatistikleri 2012-2013.
[4] Unat, Faik Reşit; Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Milli Eğitim Basımevi, 1964, s. 56-57.
[5] Okul, Ankara’da uygun bir bina bulunamadığı için önce 1926’da Konya’daki Çelebi Konağı’nda açılmış, sonra Ankara’ya taşınmıştır.
[6] Altunya, Dr. Niyazi; Uzunkoşu, Eğitim İş Yay., 1. Baskı, 2021, s. 151.
[7] Gündüz, Mustafa; Maariften Eğitime, Doğubatı Yay., 2016, s. 558-559.
04 Eylül 2025 18:17
01 Eylül 2025 22:33
11 Eylül 2025 12:41
01 Eylül 2025 19:40
01 Eylül 2025 22:17
03 Eylül 2025 15:09
02 Eylül 2025 23:12
02 Eylül 2025 23:49
01 Eylül 2025 15:39
04 Eylül 2025 07:37