Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Yeni Dil Sızıları

Nazım Mutlu

Kategori: Dil Felsefesi - Tarih: 15 Ağustos 2025 09:54 - Okunma sayısı: 21

Yeni Dil Sızıları

Dilin mi var, derdin var!

Yazarsın bir dert, konuşursun ayrı dert!

Ne derdi, dert zinciri!

Yazarsın; sözdiziminden noktalamaya, yazım kurallarından örneklerin yerindeliğine dek her şeyiyle güzel görünür gözüne.

Sonra ne olur ne olmaz diye ertesi gün bakarsın, bir kusur… İki gün sonra bakarsın, üç kusur… Altı ay, on ay sonra bakarsın; şurası şöyle, burası böyle olsa daha iyi olacak demeler…

Sonu gelmez.

Konuşurken de öyle. Sözcük seçiminden vurgulara, örneklerden tonlamaya, her bir şey için özen, özen, özen…

Türkçe, Fransızca, Arapça, Rusça, İngilizce, Çince… Nece olursa olsun, dil konusunda böyle kaygıları olanlar için konuşmak da yazmak da kolay değil. İkisinin de her aşamasında dikkat, özen, incelik gerekiyor. Değilse gazetede, dergide ya da kitapta basılan eksikli, kusurlu yazımla karşılaştığında gözlerin fal taşı gibi açılır, için içini yer, ama iş işten geçmiştir.

Dilin sözlü kullanımında da geçerli benzer durumlar. “Keşke öyle demeseydim!...” Ya da “Keşke şunu da söyleseydim!”

Dilin kullanımı konusunda bu tür kaygıları olmayanlar için sorun yoktur!

Öyle yazsa da yoktur, böyle ya da şöyle yazsa da yoktur!

Sözlü anlatımda (iş sözlü ya da başka türlü kavgalara yol açılmadığı sürece) şöyle dese de olur, böyle dese de olur! Yeter ki konu anlaşılsın, iş görülsün! (Bu yönden konunun olumlu yanını da görmek gerek: Sıradan, hata yapma kaygısı taşımayan insanın sözlü anlatımdaki rahatlığının, kaygısızlığının dilin gelişimine sağladığı katkıyı yadsımayalım. Ünlü deneme yazarı Montaigne’e beş yüz yıl önce “Keşke Paris’in sebze pazarında kullanılan sözcüklerle konuşabilsem…” dedirten şey rahatlıktan, kaygısızlıktan, hata yapma korkusundan uzak tavır olmalı. Dilin canlı bir varlık olarak serpilmesinde, aramızda dolaşıp durmasında işin bu yanını da görmeli.)

Moda Buluşların Öncüleri

Konuya “dert”li girdiğimize göre oradan yürüyelim.

Hem sözlü hem yazılı anlatımda sürekli ayağımıza dolaşan, özellikle iletişim araçlarında kısa sürede bir tür modaya dönüşen kimi örnekler gerçekten Türkçenin baş belası oldu. İşin acı yanı, neredeyse tümünü üniversiteden diplomalıların (üstelik gerçek diplomalıların!) oluşturduğu haber ya da izlence sunucularının, siyasal parti ya da sendika-dernek gibi kitle örgütü yöneticilerinin bu modalara öncülük etmesidir.

Kimisi sözcük, kimisi sözcük öbeği (deyim ya da birleşik eylem diyebileceğimiz) biçiminde dile pelesenk olmuş kimi yeni buluşlar, Türkçenin güzelliğine karşı girişilmiş silahlı saldırı örnekleri gibi duruyor. Bunların kendilerine özgü ilginç huyları da var, ayrıca. Bulaşıcıdırlar. Hem de hızla… Kısa sürede ortalığı sarmaları, dil konusunda daha özenli olması beklenen çevrelerde bile kendilerine ayrıcalıklı yer bulmaları, yapıştığı yerlerden kolayca kopmamaları gibi.

“Günün Sonunda” Ne ki?

Somut örneklere gelelim: Son günlerde bunların en yaygın olanı, “günün sonunda”! Sunucusu, konuşmacısı, tartışmacısıyla ekran bülbüllerimizin birçoğu çok sevdi bu sözü. İkide bir Karagöz’deki tekerlemeler gibi yineleniyor. Günün sonunda şu oldu, günün sonunda bu oldu…

Bununla “bir günün bitiş anı”nı vurgulamak değil elbette kullanıcının amacı. Bir zamanlar Süleyman Demirel’in sık kullandığı “binaenaleyh”e ya da Turgut Özal’ın sık kullandığı “netice itibariyle”ye çok benzeyen, “özetle” gibi bir anlamda kullanılan bu söz parçası, Demirel’le Özal’ın eskinin de eskisi sayılabilecek o bağlaçlarından daha tatsız, daha tuzsuz bir şey!

“Sonuçta” ya da “özetle” dense yetecek oysa.

“Rıza Üretme” Heveslileri

Aynı sunucu ve konuşmacılarımızın son günlerdeki bu tür tatsız tuzsuz buluşlarından bir başkası da “rıza üretmek”!

Sabah akşam televizyon kanallarında bir tür kişilik gösterisi sandıkları yabancı kavram kullanma hastalığı gibi yerli ya da yabancı oluşuna bakmaksızın uydurulan deyimi andırır buluşlara tutunan kimi sunucu ve konuşmacılara göre “İktidar, ‘Terörsüz Türkiye’ açılımı konusunda rıza üretemiyor”! Ya da “Anamuhalefet partisi ‘Terörsüz Türkiye’ komisyonuna katılım konusunda seçmen tabanında rıza üretemiyor” bir türlü! Aynı şeyi “topluma benimsetemiyor” ya da “kimseyi ikna edemiyor” diye dese kişiliği zedelenecek, izleyicilerin ilgisini çekemeyecek demek ki!

“Rıza”, yani “razı etme, bir durumu birine ya da bir kesime benimsetme, bir konuda insanları ikna etme” anlamındaki bu sözcükle “üretmek” eylemini bir türlü birbirine yakıştıramadım ben, başkasını bilmem. Bu kötü, yakışıksız dil buluşunun yaygınlaşmaması, tutmaması, ayakaltında çok dolaşmadan silinip gitmesi, hatta toplum katında bununla ilgili “rıza ürememesi”, en büyük dileğim!

“Katılım Sağladık” Bağımlıları!

Sözlü anlatımda değil ama son dönemlerde özellikle X, İnstagram, Facebook gibi “sosyal medya” araçlarında sık sık ayağa dolaşmaya başlayan moda buluşlardan birisi de “katılım sağlamak”!

Çoğunlukla partilerin, dernek ya da sendikaların yöneticileri, milletvekilleri vb. bir süredir düğünlere, cenazelere, türlü toplantı, eylem ya da gösterilere katılmıyorlar bir süredir, onun yerine katılım sağlıyorlar sürekli! Tanıdığım, nazımın geçeceğini sandığım kimi katılım sağlayanları uyardım, uygun dille. Biri dışında hiçbiri oralı olmadı. Katılım sağlama’yı sürdürüyorlar sayın politikacılarımızla başkanlarımız. Ne diyelim, katılmayı kişiliğine, konumuna yakıştıramayanların hem anlamı hem biçimiyle Türkçesizlik anıtı gibi duran katılım sağlamak’tan da bir an önce kurtulmalarını dileyelim.

Sıra “Hoş Buldum”cularda!

Bana öyle mi denk geliyor ya da genel olarak öyle mi, emin değilim ama son zamanlarda gençlerin “Hoş geldin” karşılamasına “Hoş buldum” demeleri, dilimizin tadını iyiden iyiye bozmaya başladı. Yüzyıllar boyunca Türkçede en yaygın kullanım alanına sahip “Hoş bulduk”ta anlamca ya da biçimce bir kusur bulunmuştur, onun da ancak şimdi ayrımına varılmıştır, ondan böyle kullanılıyordur diye düşündüğüm oldu çok. Ama bulamadım. Öyleyse nedir bu güya buluş yapma hevesi, farklı olma hastalığı?

Yıllar öncesinden beri yanımızda yöremizde şarj’a şarz, kameriye’ye kamelya, dalalet’e delalet, gardrop’a kardolabı diyenleri…

Sözüm Gerçek Diplomalılara…

Şenliklerde, düğün dernek ortamlarında söze “Değerli konuklar, kıymetli misafirler” diye başlayıp bu törenlere “katılım sağlayan”ların “ilgi ve alaka”larına teşekkür ederek sonlandıran sunucuları, sanatçıları(!) duyar, görürüz hepimiz. Kendi adıma, onları yukarıda sözü edilenler arasında görmedim hiçbir zaman. Düz yurttaşlardır onlar. Türkçenin inceliklerinden, güzelliklerinden

haberli olmaları beklenmez onlardan, hatta gerekmez de bu. Bu anlamdaki eksiklikleri, yetersizlikleri eğitimlerine, kültürel düzeylerine verilir, hoş görülür, ses çıkarılmaz bile. Ama aynı özgürlüğü, hoşgörüyü öbürlerine nasıl gösterelim? Kocaman diplomaları (Hem de sahte olmayanlardan!), “yüksek lisans”ları, akademik unvanları, yazarlıkları ve edindikleri toplumsal konumlarıyla dile, Türkçeye özensizlikleri bağışlanabilir mi onların?

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Dil Felsefesi Yazıları
Faşizmin Dili

Dil Felsefesi 16 Kasım 2024

Faşizmin Dili