Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Yalan ve Göndergeci Kuram

Mustafa Pala

Kategori: Dil Felsefesi - Tarih: 29 Eylül 2025 19:57 - Okunma sayısı: 15

Yalan ve Göndergeci Kuram

DİLSEL ANLAMIN KURULUŞU

İnsanın konuşma ve yazma, söyleneni, yazılanı anlama yeteneği evrimsel bir tansıktır. Daha önce duymadığımızı, okumadığımızı, hiçbir yerde karşılaşmadığımızı, duyunca, okuyunca, doğru olup olmadığından bağımsız olarak anlayıveriyoruz; yeter ki sözcükler ve o sözcüklerin bağlanış biçimleri anladığımız dilden olsun… İşte yazılmadan önce aynıyla hiç kimseden duymadığımız, hiçbir yerde okumadığımız, yaşanmamış, gerçekleşmemiş, tümüyle yalan ve yanlış olduğu halde, okur okumaz anlayabildiğimiz bir metin:

“Kabataş’taki kalabalığı fark ettim. Gezi Parkı eylemcilerine destek eylemi olduğunu düşündüm. Elimde bebek arabası yolun karşısına geçtim… Ne olduğunu anlayamadığım bir anda üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlar yetmiş-yüz kadar adamın ortasında kaldım… Bir kadın, “Ne geldiyse bu ülkenin başına bunların başörtüsü yüzünden geldi, vurun şuna…” deyince, bir adam arkamdan tekme tokat vurmaya başladı. Sonra bağırmaya başladılar. Devrim yaptıklarını, ihtilal yaptıklarını, ülkeyi bize teslim etmeyeceklerini, Erdoğan’ı asacaklarını… Bir taraftan… tekmeliyorlardı. …küfrettiler, vurdular, vurdular… Bir amcaydı sanırım müdahale etmeye çalıştı, onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte. Sonra uzaklaştılar… Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu. Yerimden kalktım, bebeğimi bulmaya çalıştım…”(Star, Elif Çakır, Zehra Develioğlu Röportajı, 13 Haziran 2013)

Bu, “Kabataş Yalanı” olarak bilinen olaydı. 2013 Taksim Gezi Parkı protestoları sırasında Bahçelievler Belediye Başkanı’nın gelini Zehra Develioğlu, Gezi protestocularının saldırısına uğradığını iddia etmişti. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da 7 Haziran 2013 günü partisinin grup toplantısında“Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler.”açıklamasını yapmış, açıklama birçok gazeteci ve siyasetçiden, tanık olmadıkları halde destek bulmuş ve “olay” tepkilere neden olmuştu. Kısa süre sonra olayın gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı ama ne çare…

Peki biz, bu ifadeleri okuyunca, duyunca olmamış bir olayı “dillendirdiği” halde nasıl oldu da anlayabildik? Anlama sürecimize biraz yakından bakacak olursak, şunların olduğunu söyleyebiliriz: Önce konuşurken çıkardığımız sesleri temsil eden anlamsız birtakım işaretler gördük: (1) “ç-ı-p-l-a-k-e-l-l-e-r-i-d-e-r-i-e-d-i-v-e-n-l-i…” Onları çoğu bir başına anlamsız birtakım öbeklere ayırdık: (2) “baş-la-rın-da-tu-haf-bant-lar…” Sonra bu öbeklerden anlamlı birlikler oluşturduk: (3) “yetmiş-yüz-kadar-adamın-ortasında-kaldım.” Ama bu diziliş öyle değil de şöyle olsaydı, anlamayacaktık: (4) “elleri adamın yetmiş çıplak tuhaf kadar bantlı ortasında eldivenli üzerleri yüz kaldım deri başlarında”

Dil pek çok yorum ve kuramla dolu bir bulmaca olmaya devam ediyor. Süren tartışmalar ve disiplinlerarası yaklaşımlara duyulan gereksinim, dilin kökenini ve işleyişini anlama sorununun karmaşıklığını ve eksiksiz bir kavrayışın farklı çalışma alanlarından elde edilen bilgileri uyumlulaştırmayı gerektirdiğini gösteriyor. Dilbilimsel analizi arkeoloji, paleontoloji, sinirbilim, genetik ve hayvan davranışlarından elde edilen kanıtlarla birleştirmeye devam eden araştırmalar, dilin doğuşuna ve gelişimine dair daha kapsamlı ve sağlam kuramların geliştirilmesi için yaşamsal öneme sahip.

DİL KURAMLARI

Dili sözcüklerle başlatan erken dönem kuramlarda, ilk sözcüklerin ortaya çıkışına dair bir dizi tez ileri sürülmüştü. Bunların içinde iletişimin sözcükleşmesinin acı, sürpriz gibi içgüdüsel duygusal ünlemlerden evrimleştiğini ileri süren “Oh Oh Kuramı” da vardı; dünyadaki sesler ve anlamlar arasında mistik bir rezonans veya uyumdan doğduğunu savunan “Çın Çın Kuramı” da. Sözcüklerin ortak emek sırasında üretilen ritmik şarkılar ve homurtulardan evrimleştiğini savunan “Hey Ho Kuramı” da var; aşk, oyun ve özellikle ninni gibi şarkıyla ilişkili seslerden geliştiğini öne süren “La La Kuramı” da…

Neyse ki günümüzde, ilk dönemlerdeki kurgusal kuramların çoğu artık geçerliliğini yitirmiş durumda. Bunun yerine, dilin evrimsel bir süreçte mi geliştiği yoksa ani bir genetik değişimle mi ortaya çıktığı gibi konular daha çok tartışılıyor. ‘Evrimsel Kuram’ olarak adlandırılan yaklaşım, dilin zaman içinde kademeli olarak mı yoksa bir anda mı ortaya çıktığına dair farklı görüşleri içeriyor. Ayrıca, ‘Jest Kuramı’ da dilin sözlü iletişimden önce el hareketleriyle başladığı fikrini destekleyen önemli bir tez olarak öne çıkıyor.

Evrimsel dil kuramı, dilin zaman içinde kademeli olarak, çevresel değişikliklere veya nüfus artışı gibi evrimsel baskılara yanıt olarak geliştiğini öne sürmekte. Bu kurama göre dil, mevcut biçiminde aniden ortaya çıkmak yerine yavaş ve aşamalı olarak gelişmiş. Dil, türün ihtiyaçları tarafından şekillendirilen ve seçici baskıya yanıt olarak gelişen çok sayıda iletişim tekniği olarak görülebilir. Süreç içinde ortaya çıkan dil adaptasyonları, insan türünün mevcut duruma daha iyi uyum sağlamasıyla sonuçlanmakta

Evrimsel dil kuramı içinde süreklilik tezini savunanlar, dilin primat atalarımızda dil öncesi sistemlerden kademeli olarak evrimleştiğini ileri sürüyor; çoğu dilbilimci de bu görüşü destekliyor. Bu yaklaşım, dilin karmaşıklığının daha basit sistemlerden evrimleştiğini vurguluyor. Dilsel evrimle hayvan iletişimleri arasında koşutluklar kurarak primatların sesleri ve jestlerinde dilin öncüllerini görüyor. Antropolog Robin Dunbar’ın önerdiği “vokal tımar” hipotezi, insan toplulukları büyüdükçe fiziksel tımarın yerini daha verimli bir sosyal bağ kurma biçimi olarak erken konuşmaların aldığını ileri sürüyor.

Evrimsel dil kuramını süreksizlik teziyle savunanlar ise dilin, insanlara özgü benzersiz bir özellik olarak nispeten aniden ortaya çıktığını savlıyorlar. Noam Chomsky, dilin hayvanlardan evrimleşemeyecek kadar karmaşık olduğunu söyleyerek “dil organı” kavramını öne sürüyor. Bu ani ortaya çıkışın, yaklaşık 100.000 yıl önce gerçekleşen “Büyük İlerleyiş” ile çakıştığı düşünülüyor. Dil ve konuşmanın gelişimi için temel olan FOXP2 genindeki hızlı değişiklikler de bu görüşü destekliyor.

Chomsky’le sürdürelim… “Evrensel dilbilgisi kuramı” önemli bulunuyor. Kuram doğuştan gelen dil yeteneklerini ve olası insan dillerinin kısıtlamalarını anlamak için bir temel oluşturuyor. Kuram, dil yeteneğinin doğuştan gelen biyolojik bir bileşeni olması ve dil edinimini yönlendiren evrensel ilke ve parametreleri içermesi fikrine dayanıyor. Çocukların sınırlı ve kusurlu girdilere rağmen karmaşık dilbilgisel bilgiyi edinmesini açıklayan “uyaran yoksulluğu” argümanı, bu düşünceyi destekliyor; kuram, çocuklarda hızlı dil edinimini ve farklı diller arasındaki temel benzerlikleri açıklamada anahtar oluyor.

Dilin kökeni ve doğuşu konusunda yapılan araştırmalar, geliştirilen kuramların, konunun aydınlatılması yolunda önemli mesafelerin geçildiğini gösteriyor. Ne var ki dilin işleyişi ve edinimi hâlâ bilinmezliklerle dolu; dilin çoğu kez “tansık”la tanımlanmasının nedeni tam olarak bu. Yukarıda verdiğimiz (3) örneğindeki sözcükleri öyle dizince anlamlı bir ifade elde ediyoruz; örneğin şöyle dizersek anlamsız oluyor: (3’) “kadar-yüz-kaldım- yetmiş-ortasında-adamın.” (4) örneğinin sözcüklerini öyle dizersek anlamsız, örneğin şöyle dizersek anlamlı oluyor: (4’) “Elleri deri eldivenli, başlarında tuhaf bantlar yetmiş-yüz kadar adamın ortasında kaldım.” Görüldüğü gibi seslerin işaretlerini (harfleri) ya da onlardan oluşan sözcükleri, öyle dizdiğimizde anlamlı, böyle dizdiğimizde anlamsız kılan nedir bilmiyoruz ve bunu açıklamak hiç de kolay görünmüyor.

GÖNDERGECİ KURAMIN YETERSİZLİĞİ

Ama şunu görüyoruz: Dil ve dilsel ifade deyince daha ilk adımda anlam ve anlama ile karşılaşıyoruz. O nedir der demez de sözcükleri şeylerin simgeleri olarak konumlandıran, doğrudan göndermeye dayanan “göndergeci kuram”; saymaca bir durumu benimseme konusunda yapılan anlaşmaya çekiyor dikkatimizi. Çekince de her dilsel ifadenin bir şey ya da durumla üzerinde uzlaşılmış bağı olduğunu ve bu bağa anlam dediğini; anlamanın ise kişinin bu uzlaşmadan haberli olmasıyla olanaklı olabileceğini söylüyor. Yani “s-a-ç” işaretlerinden oluşan gösterenle “baş derisini kaplayan kıl” gösterileni arasındaki uzlaşımı bilmezsek “saç” ifadesini anlamlı bulmamız olanaklı görünmüyor.

Peki ama bu “göndergeci kuram” her şeye kadir mi bakalım? “Ne aldın?” diye sorduğumuz kişiden “Hiçbir şey.” yanıtını aldığımızda, olmayan şey alınamayacağına göre, bunu nasıl anlamlandırıp doğru anlıyoruz peki? Hani sözcükler şeylerin etiketleriydi? Olmayanın etiketi nasıl oluyor? Belli ki anlam ve anlamak, göndermeyle sınırlı değil; “göndergeci kuram”, anlam kurmak için yeterli kabul edilse de anlam ve anlamak için uzlaşımdan başka şey ya da şeylere de gereksinim var.

Bir gösteren ile gösterilen arasındaki “uzlaşma”da, algının doğasından kaynaklanan öznel niteliği nedeniyle anlam ve anlamada olası kaymalar olabileceği anlaşılabilir bir şeydir. Peki uzlaşımsal olmayan yansıma sözcükleri, aynıların sesleri dünyanın her yerinde aynı olduğu halde onları neden farklı kuruyoruz? Türkiye’deki köpekle İngiltere’deki köpek neden aynı biçimde havlamıyor? Bizimki “hav hav” diyor onlarınki “woof woof”. Buradaki kuş “cik cik” diye öterken oradaki “chirp chrip” ediyor. Bizim kedimiz “miyav”lıyor, onlarınki “meow”luyor. Biz kapıyı “tık tık” çalıyoruz, onlar “knock knock”. Ördeklerimiz “vak vak” dolaşırken su kenarlarında, onlarınkiler “quack quack” diye dolaşıyorlar. Kuzularımız “me me” diye meleşiyor, kuzuları “ba ba” diye balaşıyor… Hatta aynı dilde, aynı sesin farklı yansıması farklı anlam iletiyor: “Mıy mıy mıy” konuşmakla, “vır vır vır” konuşmak aynı mı? Daha da anlaşılmaz olanı yansımanın olup da sesin olmaması: “O anda kafama dank etti.” dediğimizde, “dank”ın yansıma olduğu belli ama taklit ettiği ses nerede? Ya “Beynim zonkluyor”ken “zonk” sesinin kaynağı? “Damarlarımızda dolaşan kanın uğultusu” hangi sesin yansıması?

Kemal Tahir sık sık “ayrım”ı “ayrıntı”, “özgü”yü “özge” diye yazıyor romanlarında; anlamları arasında yakınlık bile yok, sadece sesleri çok yakın bu sözcüklerin, o nedenle yanlışlıkla kolayca karıştırılıyor. Ama biz sesleri tümüyle farklı, hatta zıt anlamlı sözcükleri bile birbirinin yerine kullanıyoruz, hatta anlamı güçlendirdiğimiz bile oluyor: “Adamı iyi dövdüler.” diyoruz örneğin, dövmenin neresi iyi! Bir şeyi nasıl oluyor da “Şiddetle arzulayabiliyoruz.” ya “Felaket güzel.” nasıl bir güzelliktir? Biri “Eyvah kolumu kırdım!” diyor, hiçbirimiz “Aptal mısın, neden kendi kolunu kırıyorsun?” demiyoruz! “Ayşe güneştir!” dendiğinde, buna ne güzel anlamlar yüklüyoruz; “Orhan tam bir yağmur.” dendiğindeyse yağmurun beti bereketi kalmıyor!

Bir durum ne zaman “sırıtmak” ne zaman “gülümsemek” olur, bunu çok iyi anlıyoruz; anlamadığımız, bu iki eylemin bunca benzerliğiyle nasıl bu kadar farklı iki anlam üretebiliyor olması! “Oda arkadaşım İtalyan.” cümlesi mimikle söylenirse, “arkadaş”ın ulusu dışında da bir anlam ediniyoruz; mimiksiz söylenirse arkadaşın İtalyan olduğu dışında bir bilgimiz yok. Sokaktan geçen adamla aramıza “Sizi bir yerden tanıyorum.” diyecek kadar mesafe koyarken, yüce Tanrı’yla “Allah’ım sen beni koru!” diyecek kadar senli benliyiz! “Yunanlı” var “Çinli” var, “Fransızlı” ve “Türklü” yok mesela. Hem Çinli “çan çin çon” ise Arap ne? “Paralı” var, “parasız” da var, tamam; peki “kitapsız” var da “kitaplı” nerede? “Evli” “evli” ise “evsiz” neden “bekar” değil? “Oğlancı” var, örneğin “kızcı” yok! Hem “lahanacı” da kim Allah “aşk”ına? Peki bu “aşk”a ne dersiniz? “Hoş geldin!”e “Hoş bulduk!” olur mu? Özne-yüklem uyumundan vazgeçtik ama hani soru-yanıt uyumu? Ünsüzler ne kadar şanslı değil mi, “suikast” hep ünlülere yapılıyor…

BİR DİLEK

İşaretleri anlamların etiketleri gibi gören “göndergeci kuram”dan bu ve benzeri sorulara yanıt bekliyoruz. Beklerken de dilden ‘yalan’ı ‘doğru’dan ayırıp anlamsız kılacak bir tansık umuyoruz. Söz doğruysa anlamlı olmalı, yalansa anlamsız…

Olmalı ki ne bir daha Kabataş saldırısı gibi Gezi yalanları tekrarlanıp durmalı ne de “Uzay yolculuğumuz başladı!”, “Ekonomimiz şahlanıyor!”, “Karadeniz’de ülkemizin tüm doğalgaz ihtiyacını karşılayacak rezerv bulduk!”, “İki ayyaş camilerimizi ahır yaptı!”, “Bu 100 liranın 25 lirası sahte!”, “Küresel ısınma ve iklim değişikliği yalan!”, “Amerika’yla harika sözleşmeler yaptık!” yalanları söylenebilmeli.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Dil Felsefesi Yazıları
Faşizmin Dili

Dil Felsefesi 16 Kasım 2024

Faşizmin Dili