KUR’AN KISSALARININ SEMBOLİK ANLAM İMKANI
GİRİŞ
Kur’an’ı kerim, insanlığın hidayeti ve mutluluğu için Allah tarafından Cebrail (a.s) vasıtasıyla, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen en son ilahi kitaptır. Bu sebeple kıyamete kadar her çağın insanına hitap eden ve yol gösteren prensiplere sahiptir. Kur’an’ın getirmiş olduğu prensipler evrenseldir. Dolayısıyla bu evrensel mesajın objektif bir biçimde, kişisel önyargılardan soyutlanarak yorumlanması gerekir. Kur’an’ın doğru yorumlanabilmesi için önce onun anlaşılması gerekir.[1]
Kur’an’ı doğru anlamada hiçbir şey onun bizzat kendi mantığını kavramak ve ona has olan esaslara dayanmak kadar önemli değildir. Her şey nasıl kendi kurallarıyla ayakta duruyorsa, doğru bir Kur’an tefsiri de ancak, bu ilmin kendine has esaslarıyla ayakta durur.[2]
Kur’an, insanlardan kendisini sadece anlamakla yetinmelerini yeterli görmemektedir. O, ayrıca kendisinin bir “Hatırlatma” bir “uyarı” ya da “hidayete ulaştırıcı” olduğunu mütemadiyen üstüne basa basa söylediğine göre, aynı zaman da bizim duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı da etkileme ve yönlendirmeyi amaçlar.
Kur’an belağat ve fesahat yönünden mükemmel bir kitaptır. Kur’an’ın belağat ve fesahat yönünden büyüleyiciliğini ve etkileyiciliğini, sadece sözcüklerin seçilişine bağlamak son derece eksik olur. O’nun bu etkileyici özelliğini aynı zamanda sözcüklerin kullanımında da aramak gerekir. Nitekim Kur’an bu üslubu kullanır. En iyi üslup kastedilen anlam için mümkün olan en iyi yapıyı yakalayan üsluptur; ki bu da amaca uygun düşen en etkileyici sözleri seçmek ve onları en iyi bir şekilde yerleştirmektir. Bu yönden kur’an da en iyi nazmı kullanır.
Kur’an; kendi üslubuyla ilahi mesajları muhataplara sunarken beşeriyetin özünde mevcut sosyal ve psikolojik yönleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifade de daha cazip, daha canlı ve etkileyici bir üslup takip etmektedir.
Gerçekten insan fıtratı anlayış ve kavrama yönünden kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere mütemayildir. İnsanın yaratılışını göz önünde tutan, Kur’an’ı Kerim en güzel kıssaları gözlerimizin önündeymiş gibi anlatır. Kur’an’ın bu anlatım tarzıyla fikirler adeta müşahhaslaşır. Böylece onu dinleyenlerin onu anlaması kolaylaşır. Çünkü devamlı çıplak hakikatler, soyut manalar aklı yorar ve dikkatleri dağıtabilir.
İşte Kur’an en üstün davet metodunu kullanarak bir taraftan ilim ehline yüksek hakikatleri ve mücerret manaları sunarken, diğer taraftan da ekseriyeti teşkil eden avamı dikkate alarak daha kolay anlaşılır bir tarzda teşbihler istiareler meseller gibi yollarla en güzel bir şekilde kendini anlatır.[3]
- SEMBOL KAVRAMI
Tek başına soyut manalar bilinen görülen şekillerle örneklendirilmedikçe insan düşüncesinde boş ve köksüz kalır.İnsan zekasına ne kadar saf manayı anlayabilecek güç verilmiş olursa olsun, yine de kavrayabilmek için bu soyut mananın semboller, işaretler,ve çizgiler halinde gösterilmesi gerekir.[4]
Grek asıllı olduğu düşünülen sembol; Bir fikri somutlaştıran işaret, görülmez bir hakikati temsil eden tasavvur veya nesnedir.[5] Kapalı bir şey içinde görülmeyen bir realiteyi yansıtan bir simge ya da maddi bir nesnedir.[6] Açıklanamazın ifade biçimidir.[7] Sembol gizli bir anlamı ortaya çıkaran bir tasvirdir. O bir gizin tecellisidir.[8] Sembolü doğal bir ilişki aracılığıyla mevcut olmayan veya algılanması imkansız bir şeyi çağrıştıran somut bir işaret olarak tanımlayabiliriz.[9] Sembol bir nesne de bazı boyutları görmemize imkan veren, düşünce ve tasavvur odaklarına kendini benimseten öz ve delalettir.[10] v.b.
Bunun gibi birçok tanımı bulunan sembolün genel bir tanımını yapmak istersek o zaman şöyle bir tanım yapabiliriz. Genel olarak, tüm işaret, alamet, nişan, ve belirtilerle kastedilen şeyleri içine alan sembol; geniş anlamda ele alındığın da kendi dışındaki bir şeye karşılık olmak üzere akla getirilen herhangi bir şey olarak tanımlanmaktadır. Yani bir şey kendi dışında ki bir gerçekliği temsil ediyorsa veya onun yerine geçiyorsa sembol sayılmaktadır.[11] Şunu da belirtmek gerekir ki, imge, işaret, alegori, sembol, mecaz, mesel, müteşabih, vb. kelime ve kavramlar bir çok yazar için fark gözetilmeksizin, birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.[12]
Aslında sembolizmin gayesi, bir yerde sembolize edilen şeyin önemini artırmaktır.[13]Doğrusu sembollerin insan hayatında son derece büyük bir yeri vardır. Sembollerin görüntüleri zaman, zaman değişse bile ruhun realitesinden hiçbir zaman kaybolmazlar.[14] Dille ifade edilmesi zor olan veya dilin erişemediği hakikatlerin, başka türlü anlaşılma ve kavranma şekilleri bulunabilir. Sanat ve edebiyat’ta olduğu gibi, din alanında da nesnel ve katı gerçekliğe dayanan veya onu çağrıştıran bir dil yerine, bireye hakkını veren sezgiye dayalı esnek bir dil, bu şekilde anlama ve kavrama imkanını bize verebilir.[15] Ancak sembolde sadece esnek dili kabul etmekte pek tutarlı görünmemektedir.
Bir sembol, insanın ruhuna vurunca, hakikat sanılan bir psikolojik olayın doğmasına sebep olabilir; yani bir manada yeni dini hakikatler ortaya çıkabilir.[16] Aslında semboller, soyut kavramları, manaları, psikolojik halleri, gözle görülen sahneleri, insan tiplerini, ve beşerin tabiatını, zihinde somut bir biçimde canlandırır. Bize bunları sanki canlı tablolarmış gibi ifade eder, sonra çizdiği bu tablolara somut canlı bir hayat, veya sürekli yenilenen bir hareketlilik kazandırır. Böylece zihinsel kavramlar ve olgular, şekillere veya hareketlere dönüşür.[17]
Yine sembolik dili savunanlar, dini ifadelerin durağan, oturmuş ve herkes için genel geçer geçerliliği olan bir anlama sahip olmaktan çok, canlı, devingen, ve daha çok çağrıştırıcı özelliğe sahip ifadeler olduğunu söylemektedirler.[18] Sembol bizi anlatmak istediği şeye çağırırken bakışlarımızı esasen yöneltmek istediği yer, somut olanın arkasında ki manevi özdür.[19]Sembol için bir başka fayda olarak şunu da söyleyebiliriz; sembol gerçekliğin, başka türlü bize kapalı olan düzeylerini açmasıdır. Çünkü sembol, genel olarak hayatın ve tabiatın sunmuş olduğundan daha fazla olan bir şeyi açığa vurur.
Her türlü sanat ve edebiyatta ki sembolik anlatımlar, hakikatin başka yollardan elde edilmesi mümkün olmayan boyut ve unsurlarını bize açma girişimi olarak görülebilir. Öte yandan sembol, ruhumuzun gerçekliğin,bu boyut ve unsurlarına tekabül eden yönlerini de açığa çıkarır. Aynı zamanda bu durum sembolün, ruhun bir inşası olarak ortaya çıktığını gösterir. [20] Dolayısıyla, biz sembollerle bir bakıma kendimizi keşfederiz. [21] Dinin doğru anlaşılması söz konusu olduğunda dolaylı anlatım, yani sembolik dil, ölçülü ve yerinde kullanılacak olursa şiir, resim ve müzikte olduğu gibi bize yeni ve umulmadık ifade imkanları sağlar ve aşkın olana ilişkin kavrayışımızı açar.
Gerçekte nesneler dünyasına semboller penceresinden bakmak, düşünceye başka bir kanal açmakta, ona Hakikat’in ta bizlere kadar uzanan, ama gerçek akış noktası çok aşkın bir yerlerde olan dalga boylarıyla, ilahi frekanslarla karşılaşma imkanı sağlamaktadır. Genel durumuyla düşüncenin hizmetinde olan, inancın da kullanacağı bir yoldur. Bu nedenledir ki, gerçek iman, görünen şu tezahürler alemini bu yüce Hakikat’in sembolik bir anlatımlar bütünü olarak görmektedir. [22]
Spiritüel olanın tasvirine yönelen sembolleştirme [23] işte bu gizli ve örtülü olana ulaşmak için bir sondaj; sezilen, ama düşüncemizin hakimiyet alanı dışında kalan bir olguya yaklaşabilme onu his ve idrak alanımıza indirebilme deneyimidir.[24]
Sembol gerçek anlamda görülen bir surette görülmeyen bir hakikate işaret eder ve ruh derinliğine, şuur altında ki sahalarına kadar tesirler bırakıp bir çok fikir ve duyguları uyandıracak kadar kuvvetlidir. Sembol, kutsal olanın iki tarafını heybet ve korku uyandıran celali ile, hayranlık ve zevk bahşeden cemalini ihtiva etmektedir. [25]
Tabi ki sembolün bu anlamları ifade edebilmesi için, etkin ve müessir olması gerekir.[26] Manevi doluluklar dünyasına dalabilmek, sembolün daima diri olması, yani onun bu duygu boyutunu dile getirebilecek olan en iyi biçim; manevi ve tarihi açıdan da daima mana çerçevesinin dopdolu olmasına bağlıdır.[27]
- SEMBOL-MANA İLİŞKİSİ
Her sembolün iki unsuru vardır ki onlardan biri sembolleştirilen madde, ötekisi bu maddenin temsil ettiği manevi hakikattir. Bu iki unsurun işbirliğinden ötürü husule gelen sembol hayatın her sahasına ait olabilir. [28] Sembol çift anlama sahiptir, biri somut öz; diğeri de imalı ve mecazi olanıdır.[29]
Aslında iletişim dil sembolizmine dayanır. Biz bilinçli yada bilinçsiz olarak bu semboller içinde ve onlar aracılığıyla faaliyet gösteririz. Bir yerde dil ya da dile tekabül eden işaretler olmaksızın düşünmenin olması da imkansız gözükmektedir. [30] Bu nedenle sembolle delalet ettiği şey arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu, bu ilişki bazen üstü kapalı bir şekilde ifade edilirken bazen de direkt olarak ifade edilmiştir.
Yine de bu sembollerin, delalet ettiği şeyi kastetmesi o sembollerin, toplum hayatın da neyi ifade ettiği ile de yakından alakalıdır. Bazı semboller, bir kimse ya da bir gurup için, belli bir anlam, ya da anlamlar taşıyan bir tasvir, bir ifade, veya her hangi bir şey olarak karşınıza çıkmaktadır. Yani semboller bulunduğu ortama göre evrensellik özelliği gösterebilir veya sadece o ortamla sınırlı kalarak yerel bir özellik taşır. Bu nedenle sembollerin anlam ve değerleri fonksiyon icra ettiği toplum, çevre ya da kültürel bağlamlarla bir yerde sınırlı kalmaktadır. Genellikle sembol tekabül ettiği şeyi kesin bir andırışla değil, müphem bir ima, ya da arizi bir ilişki içinde temsil eder.[31]
Sembolleri gerçek dışı, ve salt bir yanılsama tezahürleri olarak görmek doğru değildir. Bunları sembolize ettikleri şeyle olan içsel ve karşılıklı referansları bağlamında anlamamız gerekir. Aksi takdirde dış dünyada karşılığı olamayan sadece zihni bir tutum ya da ruh hali olarak kalmaları söz konusudur. [32]
Mana sembol arasında ki ilişki bazen hakiki, bazen de mecazi olabilmektedir. Bundan dolayı sembolleri sadece bir işaret olarak görmek, ya da hayali bir tasavvur olarak düşünmek bizi bir çok açıdan yanlış anlamalara ve tutarsız görüşlere sürükleyebilmektedir. Bununla ilgili olarak ileri ki bölümlerde örnekler verilecektir.
Temsil ettikleri şeyler bakımından sembolleri ikiye ayırabiliriz:
- a) Arkasını görebileceğimiz semboller ; Bunlar bir şeyi başka dil ve terimlerle daha açık bir biçimde kavrayabileceğimiz şekilde temsil eden semboller.
- b) Arkasını göremediğimiz semboller ; Tanrı hakkında kullanılan her türlü sembolik ifade ve tanımı bu guruba sokabiliriz.
Bizim için aslında önemli olan da bu ikinci tür sembollerdir ki burada da asıl anlatılmak istenen şey, tecrübenin işaret ettiği yani tecrübe alanın dışında kalan şeyler hakkında bilgi vermektir. [33] Mesela, cin, şeytan, melek vb. Aslında sembolizmde, delalet eden ile delalet edilen tamamen birbirinin yerine geçmez. Çünkü bunun gerçekleşmesi durumunda, sembol kendi mahiyetini yitireceği gibi, onun aksettirme durumun da olduğu gerçekte gizlenmiş olur.[34]
Sembolde kutsal bir hakikat mevcut olduğundan, sembol kutsal olanın heybet ve korku uyandıran celali ile hayranlık ve zevk bahşeden cemalini ihtiva eder.[35] Öte yandan hemen hemen hiçbir sembol her zaman herkesi aynı şekilde etkilemez. Bu durum sembollerin kültürel bağlam ve kişisel tecrübelerle çok sıkı bir ilişkisi olduğu gösterir.[36]
Bilindiği gibi sözlü dini sembollerin araştırılmasında metinle uğraşmak durumundayız. Burada önem ve öncelik arz eden husus metnin dolaysız, yani sözlük anlamını yakalamaya çalışmaktır. Bu durum sembolik ifadelerin birey ya da toplumun hayatına sıkı sıkıya bağlı olmakla birlikte onunla özdeş olamayan, kendi hayatlarına sahip oldukları anlamına gelir. Bu bakımdan geleneksel sembolleri anlamsız bularak reddetmek yerine, onları iyi bir çözümlemeye tabi tutarak, evrensel anlamların belirlenmesi yoluna gidilmelidir.[37]
Sembolik ifadeleri yorumlarken karşılaşılabilecek en önemli sorun, bunların karşısında tarafsız ve doğrudan doğruya bir gözlemci gibi kalınamayıştır. Çünkü varlık ya da anlam “bakış açısıyla ilgili bir şeydir”.[38] Yani hem sembolün, hem de onu yorumlayanın bir ufku vadır. Önemli olan sembolün ufkunu kendi ufkumuzun içine hapsetmemek ve onun bilinmeyen anlam ve kendi dışımızdaki gerçekliğe ilişkin açtığı imkanları iyi okumaktır. [39]
Ancak sembol ve anlam ilişkisi her zaman uyum içinde olmayabilir. Nitekim; sembolü anlamlandırma da birbirinden farklı aşırı uçlar bulunmaktadır. Bunları üç gurup halinde sınıflandırabiliriz :
1) Tabiatı sırf katı gerçeklik olarak anlamamız gerektiğini söyleyen tabiatçılardır. Bunlar sembolizm konusunda aşırıya kaçmışlardır. Bunlara göre kainat; kendinden başka bir şeye delalet eden bir işaret (sembol) değil, kendisi bizzat nihai gerçekliktir.[40]
2) Gerçekliği sembolik olarak yorumlama da, aşırı ruhileştirmeye giden görüştür. Bunlara göre ise sembolik bir ifadenin karşılığını ruhi durum ve tutumlarda aramak gerekir. Yani sembolik dil başka bir şekilde anlatılamayan, bir duygu, düşünce, tecrübe ve tutumun dolaylı anlatımıdır demektedirler. Burada sembolün temsil ettiği şeye değil, ondan daha çok ruhi yaşantıya ağırlık verilmektedir.[41]
3) Sembolizmin diğer bir aşırı şekli ise, dini sembolleri bağlamında kopararak olağan ve tabii dünyadan bütünü ile tecrit ederek soyut bir dünya takdim etmeye çalışan görüştür ki, bu da sembolizmin ifrata vardırılmış halidir.[42] Bu durumda mevcut dini sembollerin anlaşılması durumu ortadan kalkmaktadır. Zira sembole yüklenen anlam ile sembol arasında ki ilgi ve münasebet tamamen göz ardı edilmektedir. [43]
Söylediklerimizden bir sonuca varmak istersek, sembolle delalet ettiği şeyi, tam olarak anlayabilmek için sembolleri bulunduğu çevre, ortam, bilgi birikimi ve hayal gücünü kullanma nisbet’in de anlayabiliriz. Sembollerin anlaşılmasında yine onların hakiki ve mecazi olmaları da çok önemlidir. Hakiki bir sembolü, mecaz olarak anlamak anlatılan konunun anlaşılmasında bir problem olarak karşımıza çıkacaktır. Onun için bir sembol aynı zamanda bir işarettir. Biz o işaretin veya sembolün üzerinde yeterince kafa yorduğumuz zaman bizi hakikate ulaştırmada bir kılavuz görevi yapacaklardır.
- KUR’AN KISSALARINDA SEMBOLİK İMKAN
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Kur’an’ın temel özelliklerinden biri hidayet kitabı olmasıdır. İnsanları eğitmek ve onları hidayete kavuşturmak değişik eğitim metotlarına başvurmayı gerektirir.
Kur’an incelenildiğinde bu metotların hepsinin kullanıldığı görülür[44] toplumlara hakim değişmez kanunlar bulunduğuna göre geçmiş toplumların başından geçen olaylar, gelecek toplumların eğitimin de başvurulması gereken hususlardır. Kur’an-ı Kerimde kıssa çok kullanılan bir anlatıdır.
Günümüzde roman ve hikaye edebi türler arasında en fazla okunan ve en fazla dikkat çeken edebi türlerdir. Bunların anlatımında da gerçeklik aranmaz. Kur’an ı Kerim de ki kıssalar tarihen var olup acaba bunda da gerçeklik aranmalımıdır diye bir soru akla gelebilir.
Tarih araştırmaları bunların hepsini tespit edememektedir. Bu nedenle bazı batılı müsteşrikler bu kıssaları dile getirerek bu kıssaların tarihi gerçeklerle bağdaşmadığını ileri sürmüşlerdir.
Batılı müsteşriklerin saldırıları karşısında psikolojik yenilgiye uğramış bazı Müslüman araştırmacılar, Kur’an kıssalarının gerçek olaylara dayanma mecburiyetlerinin bulunmadığını; kıssaların hikmetlerinin insanların ibret almaları olduğunu ve onlardan ibret alınması için de gerçek olmalarının gerekmediğini savunmuşlardır, olayları tarihin bu döneminde gerçekleşmiş olarak değil, sadece edebi tür olan hikaye tarzına benzeterek, onlara sadece sanatsal bir değer vermişlerdir.[45]
Kur’an ı Kerimde kıssa uslubu, birinci derecede müminlerin ruhlarına, kalplerine, akıl ve vicdanlarına, inanç esaslarını sağlam bir şekilde yerleştirmek için etkili bir araç olarak kullanılmıştır. Bu sebeple bir kıssa veya kıssanın bölümleri münasebet gereği bir çok surelerde dağıtılarak anlatılmıştır.[46]
Kur’an bu kıssalardan belli kesitler almış teferruatı ise terk etmiştir[47]Kur’an ı Kerim bilgi kaynağı olarak tarihe, tarihin izlerine önem verirken, bununlada yetinmeyerek uygun siyaklarda zikredilen özellikle on üç kadar ayet-i kerime ilede aynı bilgi kaynağına yönelmemizi çok açık ifadelerle istemektedir. Bkz,3/137, 6/11.
Ancak burada net bir şekilde bir defa daha vurgulamamız gerekir ki, Kur’anda tarih vardır. Kur’an tarihe önem vermektedir veya bilgi kaynağı olarak tarihe yönelmemizi istemektedir ifadeleri kesinlikle Kur’an-ı Kerimin, tarihçilerin uslubu ile geçmiş milletlerin haberlerini anlatan bir tarih kitabı olduğunu ifade etmez. Kur’an‘ın anlattığı tarihi her olay ve her haber gerçekten tarihte yaşanmış, meydana gelmiş gerçeklerden başka bir şey değildir.[48]
Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna inanmayan muarızlar, inkarcılar, değişik şekillerde Kur’an’a saldırmışlardır. Bu saldırı ve ithamların meşhur olanlarından biriside Kur’an’ın dokuz ayrı yerde kaydedip koruduğu, Kur’an‘ın bir kısmının veya tamamının esatirul evvelin (öncekilerin masalları veya geçmişe ait efsaneler) ithamıdır. Kur’an’ın bir uslubu, önemli bir bölümü olması sebebiyle kıssalar konusunda ileri sürülen, Kur’an da anlatılan olaylar gerçekten tarihte meydana gelmiş hadiseler değildir, öncekilerin masalları, geçmişe ait efsanelerdir, mittir, sembolik veya tarihi gerçekliği olmayan edebi bir anlatıdır, gibi görüş ve ithamlar da aynı şekilde saldırı olarak değerlendirilebilir.[49]
Özellikle son asırda İslam aleminin maruz kaldığı gerileme ve düşüş durumunda ki, bunalımlı dönemlerde, kimliği zedelenmiş, kendisine yabancılaşmış islami hassasiyeti büyük oranda zayıflamış, hatta ve hatta büyük bir bölümü gayri Müslimlerin istilasına uğrayıp sömürge devletler haline getirilmiş İslam toplumlarında yaşayan Müslümanlar üzerinde, sözü edilen Kur’an gerçeğine zıt görüş ve düşünceler, ithamlar maalesef bilerek veya bilmeyerek de olsa gerçekleşmiştir.
Maalesef bu görüşlere alet olan Müslüman düşünürlerde çıkmıştır. Bunlardan biride Muhammed Ahmed Halefullah’tır, mısırlı bir düşünür olan Halefullah, Kur’an kıssalarının gerçek hakikatler olmadığını, onların sadece peygamberi teselli eden hikaye veya edebi bir tür olduğunu iddia etmişti. Bu nedenle de birçok itham almış hatta üniversite hocalığından atılmıştı. Onun fikirlerinden bazıları şunlardır.
- a) Kur’an da dramatik temsili kıssalar mevcuttur bunların hakiki olmasına gerek yoktur.[50]
- b) Kur’an da usturi( mitolojik) kıssalar mevcuttur.[51]
Şimdi bunları nasıl açıkladığını açıklamaya çalışalım.
Temsili Kıssa: Kur’an da örnek olarak verilen temsili kıssa mevcuttur ve bu kıssa türü sanatsal bir karakter taşımaktadır. Temsili anlatım sanatsal anlatımdan ibarettir. Temsili kıssaların mutlaka yaşanmış olması gerekmediği gibi, kahramanlarının da mutlaka yaşamış olması ve diyologların gerçekleşmiş olması da gerekmeyebilir. Bütün bu anlatımlarda veya bazısında varsayım ve kurguyla yetinilebilir.[52]
Kur’an kıssalarında veya temsillerinde kurguya ihtiyaç duyulması, materyalleri ifade etme konusunda yüce Allah’ın kurguya muhtaç olmasından dolayı değil insanoğlunun bu kurguya muhtaç olmasındandır. Çünkü bu uslup Kur’ân’ın insanda ki duygu ve düşünceleri ifade etmede izlediği bir yöntemdir.[53]
Yine Halefullah kıssa’ya şu tanımı getirmiştir. Kıssa, gerçek olmayan bir kahraman etrafında dönen olayları veya gerçek olan bir kahraman etrafında dönen gerçek olmayan olayları, kıssacının kurgulamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan edebi bir eylemdir.[54]
Mitolojik Kıssa: Kur’ân lafızlarında mitoloji etkisi olmasını ve bu hurafe olgulara göre ifadelerin kullanıldığını ve aynı şekilde Kur’an‘ın indiği dönemdeki edebiyatçıların yabancısı olmadıkları biçimde uslup kullanılmasını ve putperestlere ait hurafeleri edebi bir araç yapmasını caiz görmektedir.[55]
Halefullah daha sonra Kur’an da geçen “esatir” kelimelerini ve geçtiği ayetleri yorumlar ve bunların şu nedenlerle mitoloji olduğunu anlatmağa çalışır.
- a) Kur’an’ın bizzat kendisi muhtevasında “esatir” bulunmasını olumsuzlamamış, sadece bu “esatir”in Allah’tan gelmeyip Muhammed’e ait olduğu isnadını reddetmeye özen göstermiştir.
- b) Kur’an muhtevasında mitoloji olduğunu inkar etmiyor, fakat bu mitolojilerin vahiy eseri olmadığı ve semadan inmediği, sonuç olarak ta Muhammed(a.s)’e ait olduğu iddiasını reddediyor. Bu yüzden bir bilgin veya edebiyatçının Kur’anda mitolojik unsurların bulunduğunu ispatlaması bize sıkıntı vermemelidir. Çünkü böyle bir ispat hiçbir Kur’an metnine ters düşmez.[56]
Öğle anlaşılıyor ki günümüzde bazıları modern düşüncenin mahsülü olan müsteşrik kaynaklı görüşlerden hareketle Kur’an kıssaları için “tarihen gerçekleşmiş olaylar değildir. simgesel veya sembolik ifadelerle yapılan bir anlatım şeklidir diyor. Daha da ileri giderek efsanedir, mittir, mitolojidir” demektedirler. Aslında sözü edilen bu tür iddiaların ve ithamların temeli, Fransız yazar, Guénon’un çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi şu gerçeğe dayanmaktadır. “modern düşünce kendi şablonuna uymayanları hemencecik efsanevi hükmüyle yaftalamaktadır. Buda şuna dayanmaktadır; çünkü modern zihniyet, gerçekte geleneye karşı olan bir zihniyetten başkası değildir. Bu sebeple geleneği hor görür…” modern batılı toplumların bir başka karekteride, pozitif düşüncenin dışındaki bilgi ve gerçeklik alanlarını yani “metefiziği” reddetmektedir. Yine Guénon’un başka bir ifadesi ile modern düşüncenin karakteri akıl ve beşer üstü hakikat düşmanlığı olarak ifade edilmektedir.
İslam aleminde Kur’an kıssaları için mit, mitoloji ve efsane iddiaları tamamen batıya endeksli düşünce tarzı ve düşünce kalıplarından kaynaklanmaktadır.[57] Şu bir hakikattir ki temelde Kur’an ve İslam düşmanlığından kaynaklanan Kur’an kıssalarıyla ilgili asılsız görüş ve ithamlar modern düşüncenin karakteri olan akıl ve beşer üstü hakikat düşmanlığı, her şeyi insan gücü ve bilgisi çerçevesinde değerlendirme saplantısıyla beslenmiştir bu bakış ve değerlendirmeler ise; Batılıları Kur’an-ı Kerimi de kendi muharref kitapları seviyesine indirme çabaları doğrultusundaki yoğun propagandaları neticesinde gelişen batıya endeksli düşünce tarzı ve düşünce kalıplarından kaynaklanan yorumlar, Müslümanlardaki geri kalış psikolojisinden kaynaklanan kompleksler ve Kur’an kıssalarında genellikle zaman ve mekan unsurlarına yer verilmeyip kapalı geçilmesi olgusunu Kur’an-i çerçevede değerlendirememekten doğan yanlış anlamalar neden olmuştur.
Şimdi Kur’an kıssaları konusunda M. Halefullahın görüşlerine kısada olsa değinip, onları tahlil edelim. Halefullaha göre, Kur’an-ı Kerim tarihi meselelerden bahsederken, indiği toplumun bu vakıalar hakkındaki malumatını malzeme olarak kullanmakta ve onları edebi bir uslup içerisine sokarak vermek istediği talimat ve öğütlere vesile kılmaktadır. Bu sebepledir ki Kur’an, nakl ettiği bu olayların vuku bulup bulmadığına, gerçekle uyuşup uyuşmadığına önem vermez demektedir.oysa Kur’an-ı Kerim Halefullah’ın iddiasının aksine müşriklerin “evvelkilerin Masalları” nitelemelerini açık bir şekilde reddetmektedir. Halefullah ın kendisine destek olarak nakl ettiği bir ayeti şöyle buyrulmaktadır.[58] “inkar edenler bu ( Kur’an ) yalandan başka bir şey değildir.(Muhammed) onu uydurdu başka bir toplulukta kendisine yardım etti dedilerde muhakkak bir haksızlığa ve iftiraya vardılar. Dediler, evvelkilerin masalları, onları yazdırmış sabah akşam onlar kendisine okunuyor. Deki:(hayır) onu göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi o çok bağışlayan çok esirgeyendir.[59]
Ayetler sadece Kur’an-ı başkaları tarafından Muhammed’e yazdırıldığı iddiasını değil, evvelkilerin masallarıdır iddialarını da reddetmektedir.Allah’ın göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bildiğine dikkat çekilmesi bunun açık bir delilidir. Yine Kalem suresinde şöyle buyrulmaktadır. “kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman ;evvelkilerin masalları dedi. Biz onu, burnunun üzerine damga vurup işaretleyeceyiz.[60] ( bu ayette yüce Allah, Kur’an için “evvelkilerin masalları iddiasında bulunanların cezalandırılacaklarını açıkça ifade etmektedir.bu iddiayı ileri sürenler, şayet hak olan bir şeyi söylüyorlarsa, bu söyledikleri niçin bir suç olarak değerlendiriliyor ve cezalandırılacakları ifade ediliyor? Ayrıca hemen hemen bütün kıssalardan sonra bu kıssaların gayb haberlerinden olduğu ;bu olaylar vuku bulduğunda Muhammed’in (S.A.V) orda hazır bulunmadığı vurgulanıyor.[61] Bunun nedeni ne olabilir? Eğer kıssalar gerçek hayattan alınmamış olsaydı, bu hususun ifade edilmesine ne ihtiyaç vardı.[62] Yine Halefullah’ın iddialarından biride ;Kur’an’ın gerçek hayattan alınmamış olan uydurmaları nakletmek zorunluluğunun bulunduğudur, demektedir.
Yüce Allah, Ashab-ı Kehf kıssasına dikkat çektikten sonra,kıssanın anlatımına şu ayetle başlamaktadır. “ Onların başından geçenleri, gerçek olarak anlatıyoruz.[63] Ashab-ı- kehfin mağarada nasıl uyudukları anlatıldıktan sonra da şöyle buyrulmaktadır. “eğer onları görseydin dönüp kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korkuyla dolardı.[64]
Hayali bir hikaye anlatılırken yüce Allahın bu şekilde buyurması düşünülebilir mi? [65] Ayrıca Halefullah’ın yapmış olduğu kıssa tanımı da tamamen farklıdır. Halbuki kıssa: Kıssa; bir kimseye veya bir şeye dair, hadiseleri adım adım takip etti.( bizi takip etti) ve bunları haber olarak nakletti.[66] Haber nakletmek anlamında Yusuf suresinin üçüncü ayetinde kullanılmaktadır. “ Ey Muhammed biz bu Kur’an-ı vahyederek sana an güzel haberi naklediyoruz.[67]Kasas suresinde şöyle buyrulmaktadır. “Musa ona gelince, başından geçeni anlattı[68]
Buradan da şunu anlayabiliriz, halefullahın yapmış olduğu kıssa tanımı ancak kendi fikirlerini, desteklemek için, yapılmış bir tanımdır. O kıssa kelimesini Kur’an da geçtiği anlamıyla değil, edebiyatta geçen, Roman ve hikaye tarzında ele alıyor. Halbuki yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimeler kıssa kelimesini onun anladığı gibi, anlamanın doğru olmadığını göstermektedir.
Gerçekten ilmi ve objektif olarak bir çok açılardan Kur’an kıssalarına bakıldığında kıssaların sembolik, simgesel veya tarihi gerçekliği olmayan edebi anlatımlar olduğu iddiasının ne derece Kur’an gerçeği ile çeliştiği rahatlıkla anlaşılacaktır. O halde şimdi değişik açılardan Kur’an kıssalarına bakıp, kıssalar uslûbu ile anlatılan tarihi hadiselerin gerçek olaylar olma zaruretini anlamaya çalışalım.
3.1. Kur’an Kıssalarının Tarihi Gerçekliği
1) Kur’an-ı Kerim’de kıssalar konteksi içinde kullanılan kelimelerin semantiği açısından kıssaların gerçek olma zarureti:
Her şeyden önce şunu tespit etmek gerekir ki, Kur’an-ı Kerim’de önemli bir yekûn teşkil eden tarihi olaylara “kasas” denilmesi rast gele olmamıştır. Bu isim Kur’an’da anlatılan tarihi olayların anlatılış keyfiyet ve boyutlarını gösteren çok ince anlamlar gözetilerek seçilmiştir. Bu sebepledir ki, lûgat manası; bir şeyin mislini benzerini getirmek veya ister vukû bulsun ister hayali olsun anlatılan her şey anlamına gelen ve ilk bakışta kıssalar için daha uygun gözüken “hikaye” kelimesi kullanılmamıştır.
Kur’an-ı Kerim Nebe ve Enba kelimelerini de aynı bağlamda, geçmişten bahsetme maziyi anlatma anlamında kullanmıştır. (11/ 49, 100/26) Çünkü “Nebe ve Enba” kelimesi lûgat itibari ile kendisi ile bir ilim veya en azından zannı galip elde edilen büyük önemi haiz haber anlamındadır. Bu itibar ile mutlak habere, bu üç unsuru ihtiva etmedikçe Nebe denemez. Aynı şekilde kendisine “Nebe” adı verilen haberin yalandan uzak olması gerekir. İşte “Nebe” kelimesinin kök yapısında bulunan anlamlar açısından Kur’an kıssalarına insaf ile bakıldığında, kıssaların yalandan uzak, olayların akışında mutlak gerçek ve prensiplerin işlendiği, dinleyenleri, okuyanları ve ilim veya zann-ı galip sahibi kılan önemli haberler, tarihi olaylar olduğu kolaylıla anlaşılabilir.[69]
3.2. Tarihi Bilgiler ve Arkeolojik Keşifler Açısından Kur’an Kıssalarının Tarihen Gerçek Olaylar Olma Zarureti
Tarihi bilgiler ve arkeolojik keşifler açısından Kur’an kıssaların tarihte gerçekten meydana gelmiş, yaşanmış, hadiseler olduğuna dair bizzat müslümanların yaptığı çalışmalar yok gibidir. Yakın gelecekte müslüman ülkelerde söz konusu teknik imkanlara ve akademik potansiyele sahip olursa benzer çalışmaların Kur’an kıssaları konusunda da yapılacağı muhakkaktır. Bütün bu ilmi ve teknik çalışmalar bir yana, geçmişte helak olmuş arap kavimleri ve diğerleri ile ilgili Kur’an’da gelen haberlerin doğruluğuna şehadet eden günümüze kadar varlığını korumuş tarihi izlere ve kalıntılara bakmak bile yeterlidir. Hatta bazılarının tarihi izleri ve kalıntıları için bizzat Kur’an-ı Kerim dikkat çekmektedir. Meselâ; Hud Sûresi’nde Yüce Allah sırası ile Nuh (a.s)’ın kavmini Ad Kavmini, Semud Kavmini, Lût Kavmini, Şuayb (a.s)’ın Kavmi olan Medyen Ahalisini anlatıp, Musa (a.s) ile Firavun’a kısa bir atıfta bulunduktan sonra işte bunlar helak olmuş bir kısım memleketlerin haberleridir ki sana onları anlatıyoruz onlardan izleri halâ ayakta olanlar da var, biçilip yok olan (izleri tamamen silinmiş) olanlarda vardır buyurulmaktadır. [70]
Kur’an kıyamete kadar hükmü devam edecek olan ilahi bir mesaj olduğuna göre, bugün maddi ilimler ile tam izah edilemeyen bir çok Kur’an-i ve özellikle kıssalar ile ilgili haberler, gelecekte ilmin inkişafı ile daha iyi anlaşılabileceği kuvvetle muhtemel bir gerçektir. Zaten Kur’an’ı Kerim bu tür araştırma ve keşiflere özellikle tarihi izlerden ibret almaya teşvik etmekte, insanlığa ilmin en ileri noktasını hedef göstermektedir.[71]
3.3. Kur’an’ın Hedef ve Gayeleri Açısından Kıssaların Gerçek Olaylar Olma Zarureti
Kur’an’ın bütün uslûp çeşitleri ile asıl hedefinin insanlığı doğru yola hidayet, hakka davet olduğu açık ve kabul edilmiş bir hakikattir. Kıssalara Kur’an’ın temel indiriliş gayesi zaviyesinden bakıldığından Kur’an’da yer alan tarihi anlatımların gerçek olaylar olma zarureti vardır. Bir çok kıssa müminlere teselli verip gönüllerinin pekiştirilmesi için anlatılmıştır. Özellikle Kur’an: kıssaları, iman esaslarını, kalplere iyice yerleştirip sağlamlaştırmak, her devirde ki bütün peygamberlerin davalarının birliğini yani islamın evrenselliğini ortaya koymak gibi ve daha bir çok dini gayeler için anlatmıştır.[72] Ayrıca kıssalar; tarihi gerçek olaylar olarak Resulûllah’ın dili ile tebliğ edilmesi, onun peygamberliğini ispat eden önemli delillerdendir. Bir çoğu tarihin derinliklerinde meydana gelmiş Allah Teala’nın ilminden başka bir kimsenin muttali olamayacağı bu haberler gerçek olmasaydı, Resulûllah’ın peygamberliğini ispat hususuda herhangi bir hükmü olmayacak bu nokta ile ilgili bir çok ayeti kerimeleri anlamakta ciddi müşküller ortaya çıkacaktı.
Kıssaların önemli hedeflerinden biriside ilahi kudretin iman ve küfrü temsil eden misyonlara, dünya ve ahirette layık oldukları müspet ve menfi neticeleri vermeye, imani ve itikadi konularda delil olacak garip ve harika olayları- yıkılmış, harap olmuş bir kasabaya uğrayan adamın misali[73] Ashab-ı Kehf’in durumu [74] fil ordusunun kuşlarla perişan edilmesi[75] ve Peygamberler eliyle gösterilen harikaları, mucizeleri ve benzerlerini yaratmaya gücü yettiğini, meydana gelmiş tarihi olaylar ile ispat edip açıklamaktadır.[76]
3.4. Ders ve İbret (Eğitim) Açısından Kur’an Kıssalarının Tarihen Gerçek Olaylar Olma Zarureti
Muhakkak ki, Kur’an kıssalarının vakıaya uygunluğu, herhangi bir hayalin karışmaması gerçeği muhataplara ders ve ibret açısından daha genel bir ifade ile eğitim açısından da etkili bir unsurdur. Çünkü muhatabın Ku’an kıssalarında zikredilen olaylarda ki örnek şahsiyet ve hareketlerden etkilenip taklit edebilmesi, hayatına müsbet yönde ışık tutması veya yükseliş, çöküş ve yok oluş çizgisini gösteren toplumların akıbetlerinden müsbet veya menfi yönde derslerin çıkartılması için fert veya toplum bazında ki tarihi hadiselerin insanlık hayatında bizzat vuku bulmuş gerçekler olduğuna inanması zaruridir. Aksi takdirde Kur’an kıssaları; okuyan veya dinleyen için ders ve ibret bakımından inandırıcı olmaktan çıkar. Eğitim yönünden bir kıymette ifade etmez. Böylece hayali romanlarda ki asılsız olaylar mübalağalı filmlerde ki gerçek dışı sahneler seviyesine düşmüş olur ki, kuru ve geçici bir zevk ve eğlence vasıtası olmaktan öteye geçemeyen özellikteki bir uslûbun, ilahi beyan mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’de yer alması mümkün değildir.[77]
3.5. Bizzat Sarih Kur’an Ayetleri İle Kıssaların Gerçek Tarihi Hadiseler Olduğunun Açıklanması
Kur’an’ı Kerim kıssalarının tarihen gerçekleşmemiş olduğu farz edilse o zaman birazdan belirteceğimiz ayeti kerimeleri anlamamız mümkün olmayacaktır. Örnek olarak şu ayeti kerimeleri örnek olarak gösterebiliriz: Yusuf (a.s) kıssası sonunda zikredilen ( Andolsun ki onların peygamberlerin, geçmiş ümmetlerin, özellikle Yakup (a.s) ve oğullarının, Yusuf (a.s)’ın kıssalarında salim akıl sahipleri için ibretler vardır. “Bu Kur’an uydurulan bir söz değildir”[78] Ayeti, yine Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile ilgili olan “bizi gazaplandırınca onlara layık oldukları cezayı verdik. Hepsini suda boğduk. Böylece onları sonradan gelecek olan inkarcılara ibret verici bir geçmiş ve misal kıldık.”[79] Yine Al-i İmran Suresi’ndeki İsa (a.s) kıssasını sonunda yer alan “Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek kıssalardır.[80] Ashab-ı Kehf kıssasının ilkinde zikredilen “Ey Peygamber onların haberlerini sana gerçek olarak anlatıyoruz [81] ayeti ve benzerleri, kıssaların temsili, uydurma, sembolik, anlatım veya sırf edebi sanat örneği olduğu şeklindeki asılsız vehme ve zanna dayalı görüşler olduğunu kabul etmemiz gerekir ki bu da ayetlerin anlattığı şeye ters düşmektedir.
Netice itibariyle kesin bir delile dayanmaksızın sadece indiği yorumlar veya vehmi düşüncelerle, bir çok tahrif edilmişte olsa semavi kitaplarda anlatılmış, tarih kitaplarına geçmiş, bazılarının yeryüzündeki izleri kalıntıları muhafaza edilmiş, bir kısmı her şeye rağmen nesilden nesile gelerek insanların hafızalarında korunmuş, tarihi şahsiyetleri, peygamberleri ve olayları inkar etmenin hiçbir ilmi izahı olamaz. Mesela; Kur’an kıssalarına konu olan Hz. Adem, Nuh, Hud, Salih, Lût, İbrahim, İsmail, İshak, Yusuf, Musa, İsa (a.s) kıssalarına, Firavun, Karun ve İsrail Oğulları ile ilgili haberlere, daha da ötesi Peygamber Efendimizin doğumundan birkaç ay önce meydana gelmiş fil olayına vs. ye tarihen meydana gelmemiş, aslı olmayan hayali veya temsili kıssalardır demek tarihi inkar etmek demektir. Böyle bir iddia aynı zamanda Kur’an’ın; İnsanlık tarihinde gerçekten yaşanmadığı halde insanlığı uyarmak, ders ve ibret vermek için bir takım roller ihdas ettiği, tarih uydurduğu anlamına gelir ki bu da yüce Allah’ın uydurma olaylarla Kur’an muhataplarını korkutarak kandırmakta olduğu iftirasında bulunmak demektir. Vahiy karşısında her devirde aynı olan bu tür iftiraları bizzat Kur’an bir çok ayetleri ile peşinen teşhir etmektedir.
SONUÇ
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an-ı anlamada hiçbir şey, onun bizzat kendi mantığı kadar önemli değildir. Her şey kendi kurallarıyla kaim olduğu gibi, Kur’an tefsiri de kendi öz prensipleriyle kaimdir. Kur’an-ı kerimin ortaya koymak istediği hayat düsturlarına ancak kendi kaide ve kurallarıyla ulaşılabilir. İslam dünyasında ve batıda her zaman islama yönelik bir takım yanlış düşünceler ve art niyetler bulunmaktadır. Bunlar bazen saldırılarını, zayıf rivayetlerden, kimi zaman kendilerine uygulanan yöntemlerin bir misli olarak Kur’an’a da uyarlamaktadırlar. Maalesef İslam aleminde, batılı müsteşriklerin etkisi altında kalıp, psikolojik yenilgiye uğramış Müslüman araştırmacılarda bulunmaktadır. Onların uğraşları İslam alemini daha fazla uğraştırmaktadır. İslam evrensel bir dindir. Her topluma ve herkese indirilmiştir. Herkesin onu eşit seviyede anlaması da mümkün değildir.
Dini alanda iyi tespitler yapabilmek, o alana yeterince vukufiyete bağlıdır. Konumuz olan sembolizm de bu tür araştırma ve inceleme neticesinde doğru olarak yorumlanacaktır. Her toplumun simgesel işaretleri, temsilleri, sembolleri bulunabilir ancak bunlar o kültürün bizzat bilinmesiyle tam anlaşılabilir. Kur’an sembolleri de ancak Kur’an üzerine yeterince eğilmekle anlaşılabilir.
Kur’an kıssalarını anlatırken, kıssalara verilen anlamlara biraz olsun değinmiştik. Konu detaylı araştırılmasına rağmen yanlış kanaatlere varılmıştır buda şunu göstermektedir ki, Kur’an araştırmalarında, sadece araştırmakta yetmiyor onun yanında sağlam bir itikat ve Kur’an ruhunu anlamakta yatıyor. Bu nedenle samimiyet ve iman hep birlikte yürümelidir.
Özetle, Kur’an da ki sembollerin varlığını kabul etmek yanlış olmaz buna bazı meselleri örnek gösterebiliriz. Ancak sembol ifade etmeyen, işaretleri, simgeleri, sembol kabul edip hakikatini inkar etmek doğru değildir. Dediğimiz gibi semboller hem hakikat hem de mecaz ifade edebilirler. Kur’an-ı sadece mecazi sembollerden ibaret görmek, hem Kur’an’a, hem de dinin ruhuna aykırıdır. Her şeyde mutedil olmak gerekir. Çünkü her ifrat bir tefriti doğurur.
Doğru yorumların çıkması, ancak modern yüzyılların zihniyet tutsaklığı ve bilim büyüsünü bozacak,gözleri açıp, gönülleri ve fikirleri uyandıracak, bilgi ile hikmeti mezcetmiş, bir yandan duyarlı bir abid, öte yandansa yüzyılların bilgi enerjisini çok iyi kullanabilen, yüzünden tebessümü eksik etmeyen, gerektiğinde ise gönüllerde heybet ve tazim uyandıran insanlarla gerçekleşir. Ilımlı dil kurallarına ve sahih nakli kaynaklara uygun olarak ve gerektiği kadar kullanılan sembolik dilin din açısından yararları olmakla beraber, söz konusu bu kuram sadece kendi sembolik fonksiyonlarına ağırlık verdiği sürece, dini ifadelerin anlamı ve nesnel karşılığı ile ilgili güvenilir bir dayanak ortaya koymaktan uzak kalacaktır.
BİBLİYOGRAFYA
BUHARİ, Muhammed b. İsmail (ö.256/870), el-Camiu’s-Sahih, İstanbul, 1992
MÜSLİM, Ebu’l-Huseyn el-Kureyşi,(ö.261/875), el Camiu’s-Sahih, İstanbul, 1992
AHMED, b. Hanbel, el-Müsned
BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ankara, 1997
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara,1997
DURAND, Gilbert, Sembolik İmgelem, çev. Ayşe Meral, İstanbul 1998
ELMALILI, M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Tarihsiz
ESED, Muhammed, Kur’an Mesajı (Meal Tefsir), çev. Cahit Koytak- Ahmet Ertürk, İstanbul, 1999
FAZLUR, Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara 1996
HALEFULLAH, M.Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı(el Fennu’l-Kasasi) çev. Şaban Karataş, Ankara 2002
IŞICIK, Yusuf, Kur’an’ı Anlamada Temel İlkeler, Ankara 1997
__________, Kur’an-ı Anlamada Temel Bir Problem Te’vil, Konya 1997
İBN HİŞAM, el-Ensari, Katru’n-Neda ve Bellu’s-Sada, Beyrut,1998
İBNU KESİR, Tefsiru’l –Kur’an’il-Azim, Kahire, tarihsiz.
İBNU MANZUR, Lisanu’l-Arap, Beyrut, tarihsiz
KAYAPINAR, Durmuş Ali, Saldırılar Karşısında Ebedi Mucize Kur’an-ı Kerim II, TefsirUsûl ve Tarihi, Konya, 2001
KILIÇ, Sadık, İslamda Sembolik Dil, İstanbul, 1995
________, Benliğin İnşası, İstanbul, 2000
KOÇ, Turan, Din Dili, İstanbul, 1998, 2. bask,
KUTUP, Seyyid, Kur’an’ da Edebi Tasvir, Çev, Mehmet Yolcu, İstanbul, 1991
- Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, İstanbul,1997
MEVDUDİ, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an, İstanbul 1996
RAZİ, Fahreddin, et-Tefsirü’l-Kebir, tahran, tarihsiz
SCHİMMEL, A. Marie, “Dinde Sembolün Fonksiyonu Nedir” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1954
Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Isparta 1995
ŞAHİNLER, Necmettin, Kur’an da Sembolik Anlatımlar, İstanbul, 1995
ŞATİBİ, Ebu İshak, el- Muvafakat, çev. M.Erdoğan, İstanbul, 1993
ŞENGÜL, İdris, Kur’an Kıssaları Üzerine, İzmir,1994
ŞERİATİ, Ali, Hacc, İstanbul, 2001
ŞİMŞEK, Said, Günümüz Tefsir Problemleri, İstanbul, 1997
TURAN, Maşallah, M.Esed’in Tefsirinde ki Tartışmalı Yorumlara Eleştirel Bir Bakış, Konya, 2003
ZERKEŞİ, Bedrüttin Muhammed b. Abdillah, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, Mısır, tarihsiz
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kur’an ve Dil-Dilbilim ve Hermenötik –
Sempozyumu, Mayıs 2001 Erzurum,
[1] Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kur’an ve Dil-Dilbilim ve Hermenötik –Sempozyumu Mayıs 2001 Erzurum, s. 31
[2] Işıcık Yusuf , Kur’an’ı Anlamada Temel İlkeler, Burak matbaası, Ankara, 1997, s. 7
[3] Kur’an Kıssalarının Anlam ve Değeri 4. Kur’an Haftası Kur’an sempozyumu 17-18 Ocak 1998, Fecr Yayınları, Ankara, s. 170-171
[4] Şahinler Necmeddin , Kur’an’da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yay, İstanbul 1995, s. 11
[5] Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara,1997, s. 410
[6] Bayrav, Süheyla, Symbolisme Mediavel , ( nakleden, Sadık Kılıç, İslam da Sembolik Dil, İnsan Yay, 1995, s. 56
[7] Foulguie, Paul, Dictionnaire de la Language Philosophigue, ( nakleden, Sadık Kılıç, a.g.e. s. 56
[8] Gilbert, Durand, Sembolik İmgelem, çev, Ayşe Meral, İnsan Yay. İstanbul, 1998, s. 7
[9] Gilbert, Durand, a.g.e. s. 9
[10]Kılıç Sadık , a.g.e. s. 58
[11] Geddes MacGreger, Dictionary of Religion and Philosophy, Paragon Hause Pupliers, Newyork, 1989,Analogy Maddesi ( nakleden, Turan Koç, Din Dili, İz Yay. İstanbul 1998, 2. bsk, s. 97
[12] Edwyn Bevan, Symbolism and Belief, ( nakleden, Turan Koç, a.g.e. s. 97
[13] Koç Turan , a.g.e. s. 96
[14] Koç Turan , a.g.e, s. 96
[15] Esed Muhammed , Kur’an Mesajı, (Meal-Tefsir), çev, Cahit Koytak – Ahmet Ertürk, İşaret Yay, İstanbul 1999, 3. cilt, s. 1929
[16] Schimmel, A. Marie, “Dinde Sembolün Fonksiyonu Nedir” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3. sayı, 3.4. cilt, 1954, s. 67
[17] Kutup Seyyid, Kur’an’ da Edebi Tasvir, Çev, Mehmet Yolcu, Çizgi Yay, İstanbul 1991, s. 95
[18]Koç Turan , a.g.e. s. 96
[19]Kılıç Sadık, a.g.e. s. 58
[20] Mircea Eliade, İmages and Symbols İng. Çev. P. Mariet, (nakleden, Koç Turan , a.g.e. s. 99)
[21] Koç Turan , a.g.e. s. 100
[22] Guénon René, Aperçus sur l’Esoterisme İslamigue et le Taoisme, (nakleden, Sadık Kılıç, a.g.e. s. 57
[23] Bayrav, Symbolisme Medieval, (nakleden, Sadık Kılıç, a.g.e. s. 57
[24] Bayrav, Symbolisme Medieval ( Sadık Kılıç, a.g.e. s. 57
[25] Schimmel, A. Mariel, a.g.m. Ankara Üniv. İFD. s.70
[26]Kılıç Sadık , a.g.e. s. 58
[27] Bayrav, Symbolisme Medieval, (nakleden, Sadık Kılıç, a.g.e. s. 58
[28] Schimmel, A. Mariel, a.g.m. Ankara Üniv. İFD. s. 68
[29] Gilbert, Durand, a.g.e. s. 91
[30]Koç Turan , a.g.e. s. 96-97
[31]Koç Turan , a.g.e. s. 98
[32]Koç Turan, a.g.e. s. 99
[33]Koç Turan , a.g.e. s. 102
[34] Schimmel, A. Mariel, a.g.m. s. 68
[35] Schimmel, A. Mariel, a.g.m.. s. 70
[36] Koç Turan , a.g.e. s. 113
[37] Koç Turan , a.g.e. s. 116
[38] A.M. Olson, Introduction, Myth, Symbol and Reality, ed. A.M. Olson, Uni. Of Notr Dame Press. (nakleden, Turan Koç, a.g.e. s. 116
[39] Koç Turan, a.g.e. s. 116
[40] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an , Ankara Okulu Yay. 1996, s. 132
[41] Koç Turan , a.g.e. s. 106
[42] Esed Muhammed, a.g.e. 3. cilt, s. 1329-1330
[43] Turan Maşallah, a.g.e, s. 11
[44] Şimşek Said, a.g.e., s. 439
[45] Şimşek Sait, a.g.e.,s. 440
[46] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s.173
[47] Şengül İdris, Kur’an Kıssaları Üzerine, s. 43-51
[48] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s.173
[49] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s. 173
[50] M. Ahmed Halefullah, Kur’an da Anlatım Sanatı (el- Fennu’l Kasasi ) Ankara okulu Yay. 2003, s. 188
[51] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s. 205
[52] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s . 188
[53] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s. 193
[54] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s. 205
[55] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s. 208
[56] M. Ahmed Halefullah, a.g.e., s. 212-217
[57] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri s. 174
[58] Şimşek Sait, a.g.e.,s. 442
[59] Furkan Suresi,, 4-6
[60] Kalem Suresi, 15-16
[61] Şimşek Sait, a.g.e. s. 443
[62] Şimşek Sait, a.g.e. s. 444
[63] Kehf Suresi, 13
[64] Kehf Suresi, 18
[65] Şimşek Sait, a.g.e. s. 445
[66] İbn Manzur, Lisanu’l- Arap, Beyrut, tarihsiz
[67] Yusuf Suresi, 3
[68] Kasas Suresi, 25
[69] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s. 178
[70] Hud Suresi, 100
[71] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s. 179
[72] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s. 181
[73] Bakara Suresi, 259
[74] Kehf Suresi, 9-29
[75] Fil Suresi
[76] Şengül İdris, a.g.e, s. 123
[77] 4. Kur’an Senpozyumu- Kur’an Kıssaların Anlamı ve Değeri, s. 181
[78] Yusuf Suresi, 111
[79] Zuhruf Suresi, 55-56
[80] Al-u İmran Suresi, 62
[81] Kehf Suresi, 13