Her devrim, ona inanmış öncülerin kararlı savaşımlarıyla başarıya ulaşabilir. Yeni bir ülke ve sistem, onun düşünsel öncüleriyle uygulayıcılarının büyük özverisini gerektirir. Cumhuriyet Devrimi, bu kararlılıktaki iradenin ürünüdür. Yuvarlak hesapla 80 yıldır inişli çıkışlı seyir izleyen karşıdevrim saldırıları Cumhuriyet’in ana damarlarını kesmeyi başaramadıysa bu onun mayasının sağlamlığındandır. Cumhuriyet Devrimi’nin harcını karanlardan biri de, sıcak yılların hem savaş hem barış cephelerinde aynı inançla savaşan Mustafa Necati’dir.
KUVAYIMİLLİYECİ BİR BAKAN
Günümüzden 97 yıl önce kurulan ve o dönemin koşullarında başlı başına bir devrim sayılabilecek Millet Mekteplerinin baş mimarı Mustafa Necati’dir
İşgal yıllarında direniş cephesinin oluşması, savaştan sonra ülkenin bayındırlık ve eğitimiyle ilgili çalışmalarıyla Mustafa Kemal’in devrimci kadrosunda kendisini kanıtlayan Mustafa Necati, 6 Mart 1924 günü Adalet Bakanlığı görevine getirilir. Cumhuriyet’in ikinci yılında TBMM’de çok önemli kararlar alınmış, 3 Mart 1924’te “Üç Devrim Yasası”yla Halifelik, Şer’iyye ve Efkaf Vekâleti kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası çıkarılmıştır. Anayasada, yasalarda köklü değişikliklere gidilmiş; uygar, bağımsız hukuk devletine geçilmiştir. Devletin görevleri ile vatandaşların ödevleri eşitlenmiştir.
Mustafa Necati’nin Adalet Bakanlığı sürerken Ağustos 1924’te Muallimler Birliği genel başkanlığına seçildiğini görürüz. Bu görev, öğretmenler arasında olumlu etkiler yaratır. 21 Aralık 1925’te Milli Eğitim Bakanlığı’na atanır. Üç yıl 11 gün süren Milli Eğitim Bakanlığı, geçirdiği apandisit ameliyatı sonucu, 1 Ocak 1929 günü beklenmedik ölümüyle sona erer. Onun kaybı, onu yakından tanıyan herkesi şaşırtır, çevresinde derin bir üzüntü yaratır. F. Rıfkı Atay, onun ölümünde Gazi’nin ilk defa hıçkırıklarla ağladığını yazar.
Necati, bakanlığı süresince tüm yurttaşları eğitim hakkına kavuşturmak için adımlar atar. Bunların çoğunu yaşama geçirir: Özellikle temel eğitimi ücretsiz yapmak, yoksul çocukların yatılı okuyabilecekleri kız ve erkek sanat okulları ve kursları açmak, kimsesiz çocuklar (özellikle şehit çocukları) için merkez köylerde yatılı bölge okulları açmak, ilkokullarda yoksul çocuklara beslenme olanakları sağlamak, başarılı orta ve yükseköğretim öğrencilerine ve mezunlarına yurtdışı öğrenim bursu sağlamak gibi.
MİLLET MEKTEPLERİ
Mustafa Necati’nin bakan olduğu yıllarda ilkokul sayımız beş bin dolayındadır ve onların çoğu da kentlerdedir. 3 bin 900’ü öğretmen okulu çıkışlı olmak üzere öğretmen sayımız 9 bin kadardır. Bunların 5 bin 100’ü öğretmenlik formasyonu almamış kişilerden oluşur. Nüfusumuz 13 milyon, okula gidemeyen öğrenci sayımız, okul ve öğretmen yokluğu nedeniyle 1 milyon beş yüz bindir.
Bu arada yüzlerce yıldır İslam kültürünün simgesi olarak algılanan Arap alfabesi kolay yoldan okuryazar olmanın en büyük engellerinden biridir. İlk olarak 17. yüzyılda Kâtip Çelebi’nin dile getirdiği Arap harfleriyle Türkçe sözcükleri yazmanın güçlüğü, sonra Tanzimat döneminde tartışılan, 2. Meşrutiyet yıllarında aydınlarca sık sık dillendirilen Latin alfabesinin benimsenip bir Türk alfabesinin oluşturulma zamanı gelmiştir. 1 Kasım 1928 gün ve 1353 Sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Uygulaması Hakkında Yasa çıkarılarak okumazyazmazlığa bir çözüm getirilir. Böylece halkın daha kolay okuması, yazması ve aydınlanması için halk eğitim programı yapılır. Kabul edilen yeni Türk alfabesiyle okuma-yazma kolaylaştırılır. Mustafa Kemal, 24 Kasım 1928’de elinde tebeşirle bir karatahtanın başına geçerek Başöğretmenlik görevini üstlenir, öğretmenlere de “Yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz” der ve ülke genelindeki okuma-yazma seferberliği için Millet Mektepleri uygulaması başlatır. Halk dershaneleri birer resmi örgün eğitim okulu gibi çalıştırılır. Böylece tarihimizin en yaygın eğitim seferberliği Mustafa Necati’nin Milli Eğitim Bakanlığı döneminde gerçekleşir. Harf Devrimi’nin başlaması, Halk Mekteplerinin açılmasıyla hem okuma yazma bilmeyen büyük vatandaş kitlesi okur-yazar kılınmış, hem de vatandaşlık bilinci artırılmıştır. 16-40 yaş arasında her vatandaşın okulu bulunan köylerde bu kurslara katılması zorunlu tutulur. Okulu, öğretmeni bulunmayan köyler için ise memurlardan, subaylardan, öğretmenlerden ve halktan Gezici Öğretim Heyeti oluşturulur.
Gezici Öğretim Heyeti yanında bir de okulu, öğretmeni bulunmayan köylerden 12-18 yaş arasındaki kimi gençler şehirlere yatılı olarak alınıp okuryazar yapılır, bunlar da köylerine gönderilir. Bu yöntemle de birçok köylüye okuma yazma öğretilir.
1928-1929 arasında 200 bin dolayında kadın, 400 bin dolayında erkek olmak üzere 600 bin yetişkin insanımız okuma-yazma öğrenir. Kimi bölgelerde 20 yıla kadar süren Millet Mektepleri sayesinde Yazı Devriminden önce yüzde 10 olarak tahmin edilen okuryazar oranı 1936’da yüzde 25’e ulaşır.
GÜNÜMÜZ İÇİN DERSLER
Yaklaşık 100 yıl önceki toplumsal gereksinmelerle günümüzün toplumsal gereksinmeleri elbette bir değildir. Bugün artık bilinen klasik anlamıyla bir okuryazarlık sorunumuz yok denecek noktadadır. Ancak günümüzde evrensel düzeyde iletişimin, karşılıklı etkileşimin ve her türlü alışverişin hızla arttığı koşullarda Millet Mektepleri deneyimi örneksenerek yapılacak birçok iş vardır. Bunu “okuryazarlık” kavramının kazandığı yeni, güncel anlamlar bağlamında karşılaştığımız kimi eğitsel gerçekliklerimizden anlayabiliriz. Şöyle ki:
* Gerek ulusal ve uluslararası sınavlarda gerekse günlük iletişim süreçlerinde gözlemlenen, aynı zamanda kimi bilimsel yöntemlerle ölçülen verilere bakıldığında ciddi anlamda bir “okuduğunu anlama” (daha doğrusu “anlayamama”) sorunumuz vardır. Buna duyduğunu, dinlediğini anlayamama sorununu da ekleyebiliriz. Hem eğitim çağındaki çocuk ve gençlerimiz hem de yetişkin nüfus içinde kaygı yaratacak düzeydeki bu sorunun açtığı yarayı sağaltma konusunda başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere herhangi bir hazırlığı ve çabası olmayan kamu kurumları, Millet Mektepleri uygulamasına benzer yöntemlerle okul çağındaki kitleye ve yetişkin nüfusa özgü izlenceler oluşturabilir, uygun mekânlarda alanın uzmanlarıyla kısa, orta ve uzun erimli çalışmalar başlatabilir.
* Bu sorunun ileri düzeyde parçaları sayılabilecek medya okuryazarlığı, ekonomi okuryazarlığı, bilişim okuryazarlığı, sağlık okuryazarlığı, çevre okuryazarlığı gibi günümüzün toplumsal yaşamında önceliği olan alanlarda yine ilgili kamu kurumlarınca ve uzman ekiplerce çalışmalar yapılabilir.
* Ülkemiz Cumhuriyet’in “Tam Bağımsızlık” ilkesinden koparılmış, yukarıda vurgulandığı gibi yuvarlak hesapla 80 yıldır emperyalizme “tam bağımlı” bir tüketim toplumu konumundadır. Tarım ve hayvancılıktan sanayiye, yeraltı ve yerüstü kaynaklardan her tür ulaşım ve iletişim araçlarına dek bütün ulusal değerlerimiz çokuluslu sermayenin güdümündedir. Bu trajik döngüden kurtulmanın tek çözümü vardır: üretim toplumu yaratmak. Bu amaçla en güçlü ulusal sermayemiz olan insan kaynağımızı üretim devrimiyle buluşturmak için de Millet Mektepleri uygulamasının kapsamı genişletilebilir. Bu çerçevede bütün eğitim süreçleri kamucu anlayışla yeniden yapılandırılıp Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi “iş içinde eğitim” yolu tutulabilir. Benzer uygulama, çalışma çağındaki yetişkin nüfusun ülke gereksinmesi doğrultusunda kısa, orta ve uzun erimli izlencelerle ve yine uzmanlar aracılığıyla yaygın eğitimden geçirilmesi sağlanabilir. Böylece hem üretimi hem tüketimiyle kendi ayakları üstünde durabilen, işsizi, yoksulu kalmayan bir ülke olabiliriz.
Böyle bir toplumsal tasarımın yaşam bulması ise elbette günümüzdeki biçimiyle en kaba örneğini gördüğümüz karşıdevrim iktidarlarıyla değil, devrim iktidarıyla olanaklıdır.