Sosyal Medya Üzerine Bir Deneme

Sosyal Bilimler - Y. Emrah Kapışkay

I. İnsan Kendini Göstermekten Vazgeçmez

İnsanın en bariz tutkusu, kendisini başkasına sunmaktır. Bu tutku öyle derindir ki, çoğu kez farkına bile varmayız. Bir çocuk, oyununu yalnızca kendi neşesi için mi oynar, yoksa başkasının bakışını da arar mı? Ben derim ki, o bakış olmadan oyunun tadı eksik kalır. Bizler, varlığımızı kendi içimizde değil, çoğu zaman başkasının gözünde teyit ederiz.

Bugünün insanı, bu içgüdüyü yepyeni bir araçla icra ediyor: Sosyal medya. Burada herkesin elinde bir sahne, bir perde, bir kürsü var. Herkes kendi varlığını sunuyor, kendi hikâyesini naklediyor. Ne kadar gösterişsiz görünürse görünsün, aslında paylaşım yapan her insan bir “seyirci” tasarlamaktadır.

Ama bana kalırsa, seyirciyi kaybetmekten korkan oyuncu, artık özgür değildir. Bu hâl, insanın kendi varlığını başkasının alkışına bağlamasıdır. Alkış kesildiğinde oyun da sona erer.

II. Görünür Olmak ile Gerçekten Var Olmak

Beni en çok düşündüren mesele şudur: Görünür olmak ile gerçekten var olmak aynı şey midir? Sosyal medyada bir anı paylaşmadığımızda, sanki o an hiç yaşanmamış gibi davranırız. Bir yemek, bir gezi, bir duygu, başkaları tarafından görülmediğinde eksik sayılır.

Oysa ben, hayatın kıymetinin gizli anlarda olduğunu düşünürüm. Sessiz bir yürüyüş, kimseyle paylaşılmayan bir gözyaşı, içten bir gülümseme… Bunlar görünmezdir ama hakikidir. Sosyal medyada ise hakikat, çoğu zaman görünürlükle ölçülür. Bu da insanı kendi içinden uzaklaştırır; başkasının gözünü, kendi kalbinin yerine koyar.

Bu bana, aynaya bakarken aynadaki görüntüsüne âşık olan Narkissos’u hatırlatır. O da kendi varlığını dışarıda, bir yansımanın içinde arıyordu. Sosyal medya, milyonlarca küçük Narkissos’un göl başında eğilmiş hâlidir.

III. Kalabalıkların Gürültüsü

Bir pazar yerini düşünün: Her satıcı bağırır, herkes malını över, kimse başkasını dinlemez. Sosyal medya bana tam da böyle bir yer gibi gelir. Fark, bu pazarın hiçbir zaman kapanmamasıdır; gece gündüz, dünyanın dört bir yanından sesler aynı anda yükselir.

Eskiden insanlar, bir mektubu kaleme almadan önce düşünür, sözcüklerini seçer, kalplerinde demlerdi. Bugün ise, parmakların ucuna düşen en ham duygu, anında ilan edilir. Bu acelecilik, düşünceyi derinleşmeden tüketir.

Kalabalıkların ortasında hakikatin sesi çoğu zaman kaybolur. Çünkü kalabalık, hakikati değil, en gürültülü olanı duyar. Bir sözün doğruluğu değil, kışkırtıcılığı değer kazanır. Oysa hakikat, sabır ve sükûnet ister.

IV. Dostluk ve Samimiyetin Zayıflaması

Ben dostluğu, insanın en asil bağı olarak görürüm. Çünkü dostluk, güven ve sadakatin üzerine kuruludur. Sosyal medyada ise dostluk bambaşka bir hâl alır. İnsan, binlerce “arkadaşa” sahip olabilir, ama kaç tanesinin gözünün içine bakarak konuşabilir? Kaçıyla kederini paylaşabilir?

Sosyal medyadaki bağlar çoğu kez pamuk ipliğine bağlıdır: Bir tıklamayla kurulur, bir tıklamayla kopar. Bu bağların hafifliği, insana dostluğun ağırlığını unutturur. Oysa gerçek dostluk, yıllarla, imtihanlarla, sabırla büyür.

Sosyal medya ilişkileri, bir rüzgârın önünde savrulan yapraklara benzer: Çoktur, hızlıdır, ama köksüzdür.

V. Özgürlük Görünür, Bağımlılık Gerçektir

İnsan sosyal medyada kendini özgür hisseder. İstediğini söyler, istediğini paylaşır. Ama bu özgürlük çoğu zaman görünüştedir. Çünkü insan, kalabalığın beğenisinin esiri olur. Bir paylaşım yaparken, gerçekten kendi istediğini mi söyler, yoksa başkalarının hoşuna gidecek olanı mı?

İnsan kendi sesini bulmak yerine, kalabalığın yankısına kulak verir. Böylece özgürlük, zincirlenmiş bir bağımlılığa dönüşür. Kimi zaman bu bağımlılık öyle güçlenir ki, insan susamaz hâle gelir. Oysa ben, suskunluğun da bir erdem olduğunu düşünürüm. Her düşünce dile gelmek zorunda değildir.

Ama sosyal medya, bize sürekli “konuş, paylaş, görün” diye fısıldar. Bu fısıltı, görünmez ama güçlüdür.

VI. Bilginin Bolluğu, Bilgeliğin Azlığı

Sosyal medyanın övülen taraflarından biri, bilgiye erişimin kolaylığıdır. İnsan, bir tıkla binlerce kaynağa ulaşabilir. Lakin bilgi bolluğu, bilgelik bolluğu demek değildir. Hatta bazen tam tersi olur: Çokluk içinde seçme kabiliyetimiz zayıflar.

Hakikat ile yalan arasındaki sınır, bulanıklaşır. Yanlış bir haber, doğru bir söz kadar hızlı yayılır. İnsan, neye inanacağını bilemez hâle gelir. Bu da ruhta bir yorgunluk yaratır. Zira ruh, sürekli akan bu bilgi seli içinde debelenir.

Bana öyle geliyor ki, asıl mesele bilginin çokluğu değil, onun sindirilişidir. Az bilgiyle çok şey düşünebilmek, çok bilgiyle hiçbir şey düşünememekten daha değerlidir.

VII. İnsan Kendine Ayna Tutar

Sosyal medya, insana kocaman bir ayna tutar. Orada yalnızca yüzümüzü değil, aslında ruhumuzu da sergileriz: Kibirimiz, şefkatimiz, arzularımız, kıskançlıklarımız… Her paylaşım, ruhun bir kıvrımını açığa çıkarır.

Ama çoğu insan bu çıplaklığa dayanamaz; maskeler takar. Kendini olduğundan farklı gösterir, kusurlarını gizler. Böylece sosyal medya, hakikati göstermek yerine çoğu kez yanılsamaları çoğaltır.

Yine de bu ayna bütünüyle faydasız değildir. Cesur olan, orada kendi yüzünü değil, ruhunu görmeyi öğrenebilir. Sosyal medya bize hem zaaflarımızı hem erdemlerimizi büyüterek sunar. Bu fırsatı değerlendiren, kendini daha iyi tanıyabilir.

VIII. Yalnızlığın Yeni Biçimi

İnsanın en derin korkularından biri yalnızlıktır. Sosyal medya bu korkuya çare gibi görünür; kalabalıkların ortasında kimse kendini yalnız sanmaz. Ama bana öyle geliyor ki, bu kalabalıkların ortasında yeni bir yalnızlık doğmuştur.

Bir insan, yüzlerce beğeni alsa da, kalbinde gerçek bir temasın eksikliğini hisseder. Çünkü dijital bir dokunuş, gerçek bir elin sıcaklığını vermez. Binlerce yorum, bir tek samimi bakışın yerini tutmaz. Sosyal medya, yalnızlığı hafifletmek yerine, çoğu zaman derinleştirir. Çünkü kalabalıkların ortasında kaybolan, kendini daha yalnız hisseder.

IX. Hakikatin Değeri

Tüm bu söylediklerimden sonra, sosyal medyayı bütünüyle kötülemek istemem. Benim üslubum, her şeyin yalnızca bir yüzünü göstermek değildir. Sosyal medya bize büyük imkânlar da sunar: Uzakları yakın eder, insanı bilgilendirir, duygu ve düşüncelerin dolaşımını hızlandırır.

Ama hakikati arayan bir ruh için mesele, bu imkânların içinde kaybolmamaktır. İnsan, kendi ölçüsünü kaybetmemeli, kalabalığın gözüne teslim olmamalıdır. Kendi vicdanı, kendi aklı, kendi iç sesi onun asıl yol göstericisi olmalıdır.

X. Son Söz

İnsanın kendini gösterme tutkusu, dün nasıl sahnelerde, kitaplarda, mektuplarda görünmüşse, bugün de sosyal medyada görünmektedir. Araç değişmiştir ama insan değişmemiştir. Sosyal medya, bizim aynadaki yeni yansımamızdır.

Ona akılla yaklaşan, ondan fayda görür; ona esir olan, kendi varlığını unutur. Benim kanaatim, insanın asıl ölçüyü kendi içinde bulması gerektiğidir. Başkasının bakışıyla değil, kendi vicdanıyla değerli olmayı öğrenen, bu aynada da yolunu kaybetmez.

Ama kendi suretini yalnızca başkasının gözünde arayan, sonunda kendi yüzünü tanıyamaz hâle gelir