Zerrin KESKİN
Kategori: Sosyoloji - Tarih: 03 Haziran 2025 09:08 - Okunma sayısı: 293
İletişimin hız kazandığı bir çağdayız. Bireylerin duygu, düşünce, davranış biçimi, değer yargılarını şekillendirmede ana akım medya ve sosyal medyanın gücü kontrol edilemez bir noktaya ulaştı. Kitap okumanın ve bilgi edinmenin değerinin hızla azaldığı bir dünyada toplumsal normlar, medyanın algı oyunlarıyla belirlenmeye başladı.
.
Ana akım medyada ajitasyon dolu haber içerikleri, bir yandan korku kültürünü beslerken diğer yandan şiddet, savaş, felaket haberlerine sürekli maruz kalan izleyici kendini tehdit altında hissetmekte yada algı körleşmesi yaşayarak duyarsızlaşmakta. Bu durumda yaygın anksiyete bozukluklarına yol açmaktadır.
.
Dizi, reklam ve çeşitli programların güzellik, başarı ve yaşam standartlarının dayatmacı bir zihniyetle yarattığı manipülasyonlar, bireyler üzerinde yetersizlik duygularını tetikleyip depresyon ve düşük benlik saygısına neden olmaktadır.
.
Sosyal medyanın oluşturduğu dijital kimlikler idealize edilmiş, filtrelenmiş ve gerçeklikle örtüşmeyen imajlar sunar. Bu durum bireyler arasında kıyaslanmayı sağlayarak tatminsizlik duygularını besler.
.
Oluşturulan içeriklerle sürdürülen yaşam dinamiklerinin; Beğeni, yorum ve paylaşım gibi etkileşimlerin sağladığı dopamin, sosyal medyayı anlık tatmin merkezi hâline getirir. Bu tatmin duygusu zamanla bağımlılık yaratır. Bireyin gerçek hayattaki ilişkilerini ve dikkat süresini zayıflatır.
.
Dizi ve Reality şovlarda yansıtılan ilişkiler, aile içi rollerin dönüşümü; Evlilik, boşanma, ebeveynlik gibi kavramların medya tarafından yeniden tanımlanmasını sağlamıştır.
.
Ana akım ve sosyal medyanın “tüketiyorum, öyleyse varım” söylevleri hedonizmi körüklemektedir. Bu anlayış dayanışma, paylaşım gibi kolektif değerleri zayıflatmaktadır.
.
Algoritma destekli yankı odaları, toplumun ortak gerçeklik algısını yitirmesine neden olmakta, bireyin kendi görüşüne uygun içeriklerle teması kutuplaşmayı ve empati yoksunluğunu artırmaktadır.
.
Toplumsal değerlerin yeniden üretildiği, rollerin kalıplaştığı ve kimliklerin biçimlendiği güçlü bir ideolojik alan olan medyanın sunduğu birbirinin aynısı dizi, haber ve reklamlar ekranlarımızdan milyonlara/ milyarlara ulaşmakta. Neyin haber olması gerektiğini, kimin insan sayılacağını, kimin hikâyesinin değerli olduğunu belirleyen medya bu konuda hiç de masum değil.
.
Medyanın insanlık üzerindeki etki gücünden fazlasıyla nasibini almış kadın algısına birlikte bakalım:
.
Özellikle diziler, kadının toplumdaki konumunu yeniden üreten en etkili araçlardan biri. Senaryo dili, karakter inşası ve dramatik çatılar, sıklıkla kadını evle sınırlı, duygularla tanımlı ve erkeğe bağımlı bir varlık olarak çizmekte.
.
RTÜK 2022 Raporu’na göre Türkiye’de yayınlanan dizilerde kadın karakterlerin %72’si ev içi rollerde temsil edilmekte, yalnızca %8’i mesleki kimliğiyle öne çıkmaktadır.
.
Kadın karakterlerin %60’ı fiziksel şiddete, %35’i psikolojik şiddete maruz kalmakta; ancak bu durumlar çoğunlukla “aşk”ın veya “aile düzeninin” bir parçası olarak normalleştirilmektedir.
.
Diğer ülkelerdeki duruma bakacak olursak;
.
İsveç’te kamu yayıncısı SVT’nin yapımlarında, kadın karakterlerin %52’si mesleki başarı ya da bireysel kararlılıkla tanımlanmakta; %35’i hikâyenin taşıyıcısı rolündedir.
.
Almanya ZDF kanalında 2019’dan bu yana dizilerdeki cinsiyet eşitliğini dengelemek için “karakter analizi protokolleri” uygulanmaya başlandı ve her yeni projede kadın karakterlerin psikolojik derinliği değerlendirmeye alındı.Benzer uygulamaların ülkemizde ne zaman yer bulacağını merakla beklemekteyim.
.
Reklam dünyasında da durum farklı değil maalesef. Pazarlanan ürün adı altında kültürel entegrasyon.
.
Bulaşık deterjanı reklamında kadın “annelik içgüdüsüyle” mutfağa koşuyor, erkekler arabasını yıkıyor ya da banka işlemlerini yapıyor. Bu görseller, yalnızca tüketimi değil toplumsal rollerin sınırlarını da şekillendirmekte, farkında mısınız?
.
Konuyla ilgili verilere göz atalım:
.
Kadir Has Üniversitesi 2021 Medyada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye’deki reklamlarda kadınların %84’ü ev içi mekânda, %92’si bakımlı, güzel ve “anne/aile kadını” olarak gösterilmekte, erkekler ise %78 oranında iş ortamı, dış mekân ve “karar verici” pozisyonlarda yer almaktadır.
.
Farklı ülkelerden örnekler verecek olursak;
.
Fransa’da 2017 yılında yürürlüğe giren “Cinsiyetçi Reklamlarla Mücadele Yasası” sayesinde reklam içerikleri sıkı şekilde denetlenmekte, Kadını aşağılayan ve cinsiyet rollerini sabitleyen içerikler ağır cezalarla karşılaşmaktadır.
.
Avustralya’da ise “SeeMe” kampanyası kapsamında temizlik ürünleri reklamlarında kadınların tek başına yer alması yasaklanmamış ama reklamlara devlet teşviki kesilmiş, bu durum da 3 yıl içinde erkek temsillerini %22 artırmıştır.
.
Kadınlara söylenen alt metin ister reklam ister dizi olsun hep aynı:
.
“Sen evini, eşini, çocuğunu güzelleştir. Senin güzelliğin, başkasının hayatına yansıdığında değerlidir.” Oysa kadınlarımız güzellik değil, görünürlük istiyor. Başrolde değil, eşitlikte yer almak istiyor.
.
Televizyon haberlerinde ve tartışma programlarında kadınlar sıklıkla “duygusal vaka”, “acı çeken anne” ya da “kurban” olarak yer alırken; siyaset, ekonomi ve bilim gibi alanlarda bilgi aktaran uzmanlar çoğunlukla neden erkek?
.
Kadın Gazeteciler Derneği 2023 Raporu’na göre Türkiye’de haber programlarında yer alan kadın uzman oranı %14, bu oran ekonomi haberlerinde %6’ya, siyaset haberlerinde %3’e kadar düşmektedir.
.
Kadın gazeteciler daha çok magazin, sağlık ve kadın-çocuk konularında görevlendirilmekte; “sert haber” denilen alanlara yönlendirilmeleri teşvik edilmemektedir.
.
İngiltere’de ise BBC’nin “50:50 Equality Project”i, tüm yayınlarda kadın-erkek temsiline eşitlik getirme amacıyla 2020’den bu yana uygulanmakta. 2023 verilerine göre haber programlarında kadın uzman oranı %49’a ulaşmıştır.
.
Kanada’da CBC haberlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği iç denetimi yapılmakta, haberlerde kadınların yalnızca “duygusal” değil, “analitik” katkı vermesi zorunlu hale getirilmiştir.
.
Medyadaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği yalnızca ekranlara yansıyan bir görüntü sorunu değil, Kadına nasıl bakıldığı, onun nerede durduğunu belirler. Ve bir toplumu anlamak istiyorsanız, onun kadınlarına nasıl baktığına bakmanız yeterlidir.
.
Elbette medya suçlanacak tek yapı değil ancak bireylerin medya okuryazarlığına sahip olması, eleştirel düşünme becerilerinin gelişmesi ve etik medya üretiminin desteklenmesi, toplumsal dönüşümün daha sağlıklı yönlendirilmesine katkı sağlayacağı şüphesiz.
.
Kadınlar artık daha fazla anlatıcı, daha fazla yönetmen, daha fazla senarist, daha fazla muhabir olmak istiyor. Bir obje olmaktan öte kadın, anlatılmak değil, anlatmak istiyor. Hak ettiği değeri aldığı gün, gerçek anlamda toplumsal iyileşmenin de başladığı gün olacak. Çünkü kadının etki gücü tüm sistemlerin üstündedir.
.
Bu kadar yozlaşmışlığın altından sağlam çıkmak istiyorsak en küçük toplumun gücünü ve değerini ayakta tutan kadına hak ettiği insani değeri vermek zorundayız.
.
Unutmayalım ki
.
“Güçlü kadınlar sağlam yarınlar inşaa eder. “
.
İletişim: zerrinkeskin@proton.me
02 Haziran 2025 20:38
02 Haziran 2025 06:59
03 Haziran 2025 09:08
01 Haziran 2025 16:28
02 Haziran 2025 20:34
01 Haziran 2025 23:10
01 Haziran 2025 01:56
02 Haziran 2025 21:42
02 Haziran 2025 14:39
03 Haziran 2025 13:22