Hasan Güneş: Nietzsche’ye dair genel bir çerçeve çizdiğinizde ne söylemek istersiniz?
Metin Becermen: Bugün Nietzsche ile ilgili değerlendirmeler söz konusu olduğunda bir kesim Nietzsche'nin açmış olduğu ufuk ile felsefi geleneğe yönelik eleştirel bir tutum sergilemekte, başka bir kesim de Nietzsche’yi Naziler, antisemitizm ve milliyetçilik ekseninde okumaktadır. Bunun yanında muhafazakâr çevreler de liberalizm ve sosyalizm eleştirileri çerçevesinde Nietzsche’yi kendileri için bir aparat olarak kullanmaktadırlar. Ben Nietzsche’yi bu ele alışların dışında değerlendirmeye çalışıyorum. Nietzsche’yi kendimiz gibi bir insan olarak gördüğümüzde, bizde kimi dönemlerde olan bazı düşüncelerin değişmesi gibi, onun da kendisinde yaşamı boyunca bazı değişimlerin olduğunu görebiliriz. Bu şekilde baktığımızda gençlik döneminde benimsediği, yakın durduğu milliyetçilik ve antisemitizm ile arasına ileri yaşlarında mesafe koyduğunu görebiliriz. Ben buna kişinin kendini yıkarak var etmesi diyorum. Nietzsche kendisiyle hesaplaşarak yaşayan, kendini yıkarak var eden bir düşünür. Bu işi bazı filozoflar gibi bir “sistemli düşünme” çerçevesinde yapmıyor. Daha çok fragmanlar halinde, parçalı bir şekilde yazarak bir düşünme pratiği gerçekleştiriyor. Bu, düşüncelerinde bir bütünlük olmadığı anlamına gelmiyor. Birçok sorunu farklı pasajlarda ancak her zaman farklı bağlamları ile ele alıyor. Aslında bu felsefi düşüncenin taşıyıcı unsuru; farklı sorunları farklı zamanlarda farklı bağlamlar içinde yeniden düşünmek! Nietzsche bunu yaparak farklı kavramlar icat ediyor ve olan biten üzerine eleştirel bir düşünme gerçekleştiriyor. Bu şekilde bir filozof olarak kendi kavramları ile hayatı, olan biteni, dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor.
H.G: Nietzsche “değerlerin yeniden değerlendirilmesi”nden ne alıyor? Bu konuyu biraz açar mısınız?
M.B: Nietzsche’nin decadence/çöküntü ahlakı dediği yaşama biçimini ifade eden değerler Platon ile birlikte düşündüğü Pavlus’un Hıristiyanlık inşasında kullandığı bu dünyanın “değersizliğini” gerçek/asıl dünyanın değerli olduğunu bildiren değerlerdir. Buna göre bu dünya, bu dünya ile birlikte düşünülen beden anlamını/önemini öte/hakiki/gerçek dünya ile kazanmaktadır. Oysa Nietzsche için tek bir dünya vardır, o da içinde yaşadığımız bu dünyadır. Bu nedenle Nietzsche’nin değerlerin kaynağı
olarak gördüğü yer bu dünyadır. Değerler de aşkın bir varlığa atıfla değil, dünyasal yaşama atıfla inşa edilmelidir. Ancak bu noktada aşkın olan bir Tanrı ile anlam kazanan değerler anlamını yitirdiği için yerine yeni değerler konması gerekmektedir. Bir anlamda eski değerler ile temsil edilen Musa’nın yerine dünyasal değerlere dayanan başka birini bulmak gerekmektedir. Musa “Eski Levhalar”ı temsil ederken, “Yeni Levhalar”ı ortaya koyacak, yani eski değerleri yıkıp yeni değerler yaratacak olan “Üstinsan”dır. Zerdüşt, bu anlamda, “Üstinsan” olmanın sınırında duran “Üstinsan” olmaya yönelen bir kişi olarak temsil edilir. Kendini aşan, ama bu aşmayı yaratmaya taşımamış bir kişi olarak ifade edilir. Putların Alacakaranlığı kitabında “Yeni Levha”nın ilk ilkesi, ilk değeri olarak “Sert olun!”u koyduğunu görürüz. Putları, eski değerleri parçalayıp yeni değerler ortaya koymak için sert olmak gerektiğini bildirir bu ilke! Yani ilk değer olarak “sert olmayı” koyar.
H.G: Bu noktada “Üstinsan”ın ne/kim olduğuna dair nasıl bir belirleme yapılmaktadır?
M.B: Üstinsan/Übermensch kavramı hem bizde hem de Batı dillerinde “üstün insan” olarak anlaşılmış olduğu için kimi yanlış anlamalara yol açmıştır. “Üstün insan” veya “Süpermen” olarak düşündüğümüzde üstün yetenekleri veya süper güçleri olan biri gözümüzde canlanmaktadır. Oysa “üstinsan” bir aşmayı, “insani olanaklarını kullanarak” kendini var etmeyi, kendini yaratmayı, var olan değerleri sorgulamayı ve farklı değerler inşa etmeyi ifade etmektedir. Bu noktada Nietzsche’nin Tanrı ile insan bağına yapmış olduğu vurgu çerçevesinde Üstinsan’ı ele alabiliriz. Nietzsche Şen Bilim kitabının 125. Pasajında Tanrının ölümü düşüncesini dile getirir. Bu düşüncesini bazı metinlerinde de ifade eder. “Tanrının ölümü” mitolojide anlatıldığı üzere bir Titanın, bir Tanrının, bir Yarı-Tanrının ölümü gibi değildir. Tanrının ölümü Tanrı-insan bağı içinde üretilen, anlam kazanan bütün değerlerin anlamını yitirdiğinin bir ifadesidir. Bir öte dünya düşüncesinin, öte ile dile getirilen, öteye bağlanan bu dünya düşüncesinin anlamını yitirdiğinin bir ifadesidir. Eğer Tanrı öldü ise Tanrı ile anlam kazanan bir yaşam ve bu yaşamın en önemli aktörü olan insan da anlamını ve önemini yitirir. Dolayısıyla insan-dünya-Tanrı bağından Tanrının çıkarılması insan-dünya bağını yeniden düşünmek gerektiğini söyler bize. Bu çerçevede insanın Tanrının sureti olarak bir anlam kazandığı Yahudi-Hıristiyan dünyasında değerlerin bu çerçevede oluşturulması, Tanrının bu bağdan çıkarılması ile insanın da bir anlamda değersizleşmesi, yani “ölmesi” anlamına gelmektedir. Eğer Tanrı öldü ise onunla anlam kazanan insan da ölmüş demektir. Dolayısıyla insan bu dünyada yalnızdır, kendi başınadır; bu nedenle kendini var etmesi gerekmektedir. Ancak insan-Tanrı bağında düşünülen, bu bağ ile kendini var eden insan bu gücü kendinde bulamaz. Bu nedenle Nietzsche için bu güce sahip olan, insanı bu bakımdan aşan Üstinsan kendini var etmeyi, yeni değerler ortaya koymayı başarabilir. Üstinsan kendini dünya ile bağı içinde var eden, kendi olanaklarını gerçekleştiren, yeni değerler ortaya koyabilen bir varolandır. Çağdan çağa seslenen, bu sesi duyan ve bu sese uygun bir yanıtla kendini var eden “insan”dır.