Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

Meslek hayatım çıkmazlarla doluydu. Bir yanda kitap üzerinde uygulanması gereken etkinlikler, kazandırılması gereken ve sınıf ortamıyla ya da velilerin beklentileriyle ve ilginç ki Milli Eğitim Bakanlığı’nın bile beklentileriyle uyuşmayan beceriler, gerçe

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 27 Ekim 2019 16:39 - Okunma sayısı: 1.806

ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

Meslek hayatım çıkmazlarla doluydu. Bir yanda kitap üzerinde uygulanması gereken etkinlikler, kazandırılması gereken ve sınıf ortamıyla ya da velilerin beklentileriyle ve ilginç ki Milli Eğitim Bakanlığı’nın bile beklentileriyle uyuşmayan beceriler, gerçek ortama uymayan değerlendirme türleri vardı; diğer yanda ise dört duvar arasında kalmış, modern ve gerçek dünyaya yabancı bir eğitim sistemi ile mutlaka matematiksel bir karşılık gerektiren sınavlar vardı. Tüm bu çıkmazlar içinde kendi aklımca çözümler üretmeye çalışıyordum. “Nasıl bir eğitim olmalı?” sorusunu sık sık kendime soruyordum. Eğitim tarihimize gizlenmiş ve (utanarak söylüyorum ki eğitim fakültesi mezunu olmama rağmen) adını hiç işitmediğim bir sistemin varlığını meslek hayatımın o ilk döneminde öğrendim: Köy Enstitüleri.

Köy Enstitüleri sistemi beni oldukça etkilemişti. Kendimi yanlış dönen bir çarkın parçası gibi hissettiğim günlerde köy enstitüsü mezunu yazarların kitaplarını okumak ve bu sistemi anlatan kitapları sindirmeye çalışmak beni oldukça heyecanlandırmıştı. Fakir Baykurt’un “Köy Enstitülü Delikanlı”, Talip Apaydın’ın “Köy Enstitüsü Yılları”, Dursun Akçam’ın “Kafdağı’nın Ardı” ve Ölü Ekmeği” kitaplarını o günlerde okudum. Mahmut Makal’ı, Mehmet Başaran’ı, Abdullah Özkucur’u, Rauf İnan’ı, Adnan Binyazar’ıOsman Bolulu’yu o günlerde okudum ve tanıdım. Onların okuma azmi ve heyecanı sanki bana da geçmişti. Bu yazarların yayımlanmış hemen her kitabını ve köy enstitüleriye ilgili kitapları büyük bir istekle okuyordum.

Köy enstitüleri sistemi oldukça başarılı ve ilgi çekiciydi. Enstitüye başarılı ve okumaya istekli köy çocukları alınıyordu ve eğitim beş yıl sürüyordu. Köyden alınan öğrenciler köy şartlarında yetiştiriliyor ve öğretmenlik yapmaları için yeniden köye gönderiliyorlardı (Benim gibi şehirde doğup büyüdükten sonra köye atanıp, köpekten korktuğu için kapı önüne çıkamayan, soba yakmayı bilmeyen, köyde nasıl yaşanacağını bilmediği için sudan çıkmış balığa dönen bir şaşkın durumunu yaşamıyorlardı.). Okulda öğrenciler zamanlarının yarısını kültür derslerine, dörtte birini tarım derslerine, dörtte birini de sanat ya da teknik derslere ayırıyorlardı.Öğrenciler kendi içlerinde gruplara ayrılıyorlardı ve her grubun görevi birbirinden farklıydı. Fırında görev alan öğrenciler oldukça erken saatlerde kalkıyor ve ekmek yapımına başlıyorlardı. Dikiş bölümünü seçen öğrenciler arkadaşlarının okul üniformalarını dikiyorlardı. Yapıcılık, demircilik, marangozluk gibi bölümleri seçen öğrenciler okul binalarının yapımında görev alıyorlardı. Her yıl Hasanoğlan’da düzenlenen köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü kutlamalarına 17 Nisan 2011’de Talip Apaydın’la birlikte katılma şansını yakalamıştım. Enstitüde gezinirken kütüphane binasının bir duvarını göstermiş ve “Burayı ben yaptım, nasıl unuturum.” demişti övgüyle. Enstitülerde öğrenciler yaparak yaşayarak öğreniyor ve üretiyorlardı. Buradaki eğitim üretimle iç içeydi. Trabzon Beşikdüzü’nde ve Sakarya Arifiye’de öğrenciler balık tutuyor, Isparta Gönen’de gül ve diğer zirai ürünler yetiştiriyor, Eskişehir Çifteler’de fidan yetiştiriyorlardı. Enstitüler kısa sürede kendi ihtiyaçlarını ve bölgenin ihtiyaçlarını karşılar hale gelmişti. Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç’un “iş içinde, iş için, iş aracılığıyla eğitim” ilkesi buradaki verilen eğitimin bel kemiğini oluşturuyordu. Bu ilke ile öğrenciler bildiklerini hayatın içinde kolaylıkla kullanıyorlardı. Tarım ve ziraatte, yapıcılıkta köylünün bilmediği ileri teknikleri öğreniyorlardı.

Her enstitünün kütüphanesinde birkaç bin kitap bulunuyordu ve kitaplar ağırlıklı olarak dünya klasikleriydi. Öğrencilerden yılda en az 25 kitap okumaları bekleniyordu.Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünün kurulmasıyla buradaki öğrenciler üç aylık yazın dergisi çıkarmaya başlamışlardı. Derginin içeriğini köy enstitülü öğrencilerin edebiyat ürünleri, eser incelemeleri ve çeviriler oluşturuyordu. Her öğrencinin birenstrüman çalması bekleniyordu. Haftasonları toplantılar yapılıyordu. Bu toplantı oldukça demokratik bir şekilde yapılıyor, enstitülü öğrenciler okullarındaki aksaklıkları ve eksiklikleri belirtiyor, öğretmenlerini ve okul müdürünü bile eleştirebiliyorlardı. Onlar da kendilerini savunuyorlardı.

Köyden çıkmış, ayağı çarıklı, karınları yarı aç bu köylü çocukları artık azimle çalışıyor, kendi okul binalarını yapıyor, arkadaşlarının kıyafetlerini dikiyor, kendi yiyeceğini üretiyor, ahırda ve kümeste hayvanını büyütüyor, kültür dersleri alıyor, klasik kitaplar okuyor ve yüzyıllarca susturulmuş bir halkın çocuğu olarak demokratik bir şekilde eleştirmeyi öğreniyordu.Köylerine döndüklerinde de köy çocuklarını oldukça iyi yetiştirmekle kalmıyor, halkı her alanda aydınlatıyor ve her konuda eleştirel düşünebiliyor, olayları yorumlayabiliyorlardı. Belki de bu nedenle büyük toprak sahiplerini rahatsız ettiler.

Köy enstitüleri 1938 – 1940 yılları arasında Çifteler ve Kızılçulluörnekleri ile eğitime başladı. 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı yasa ile kanunlaştırıldı. Köy enstitülerinde Aşık Veysel, Sabahattin Eyüboğlu, Pertev Naili Boratav, Vedat Günyol, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ruhi Su, İbrahim Yasa gibiaydınlareğitim verdi. Köy Enstitüleri 1946’ya kadar oldukça etkin şekilde eğitim etkinliklerini sürdürdüler ve 1946 yılında dönüştürüldüler. Fakir Baykurt özyaşamında 1946 sonrası dönemi “kırağılı yıllarım” olarak anar. Bu 6 yıllık kısa dönemde köy enstitüleri ülkenin gelişime ve aydınlanmasına çok büyük katkı sağladı.  Bu dönemde Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Adnan Binyazar, Abdullah Özkucur, Mehmet Başaran gibi pek çok yazar ve şairimiz yetişti. Köy gerçekliğini, köyün içinde yaşayan bireyler olarak anlattılar.1952’de köy enstitüleri kapatıldı.

Politik baskılardan dolayı çok uzun süre eğitim veremeyen köy enstitülerinin olumlu etkisi hala devam ediyor. 2015 yılında Kimya Nobel ödülüne layık görülen Aziz Sancar şöyle demişti: “O dönem okullarımız harikaydı, olağanüstü öğretmenlerim vardı okulda. Çoğu köy enstitüsü mezunuydu. Çok idealist insanlardı. Orada aldığım ilkokul eğitimini burada Amerika’daki en iyi okullarda verirler mi vermezler mi bilmiyorum. O kadar iyilerdi.”Dönüştürülmesinin (1946) üzerinden 73 yıl geçmesine rağmen köy enstitülerihalen meyve vermeye devam ediyor…

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları