
TÜRKİYE’DE ARTAN ŞİDDETİN PSİKANALİTİK TEMELLERİ ÜZERİNE BİR YORUM
.
Uzm. Klinik Psk. Engin YÜZAKIa, Prof. Dr. Gülbahar BAŞTUĞb
.
a Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü Adli Psikoloji Doktora programı
b Klinik Psikolog, Ankara Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO
.
Trafikte korna sesine öfkeyle tepki veren sürücüler, sosyal medyada tanımadıkları kişileri hedef alan kitleler, en ufak bir anlaşmazlıkta birbirine saldıran komşular, hane içinde başta kadın ve çocuklar olmak üzere sıradanlaşan şiddet vakaları, yaralama, cinayet, organize suç eylemleri ve son dönemde suça sürüklenen çocuklar üzerinden tartışılan şiddetin toplumsal yayılımı... Tüm bu hadiseler çoğunlukla birbirinden bağımsız adli vakalar olarak ele alınma eğilimindedir. Oysa Türkiye’de tırmanan şiddet değişen ve daha görünür hale gelen toplumsal ve bireysel dinamiklerin birer tezahürü olarak görülmelidir. Bu eylemler bireylerin benliklerinde biriken gerilimin, engellenmişliğin, hayal kırıklığının ve iletişim becerilerindeki yetersizliğin tehlikeli birer dışavurumunu teşkil etmektedir. Şiddet kelimelerin tükendiği, anlamın yitirildiği ya da hiç inşa edilemediği bir zeminde patolojik bir "iletişim" biçimine dönüşmektedir.
.
Peki, bu yıkıcı eğilimin kökenleri nedir? İnsanlık tarihinin çatışmalarla dolu dönemleri incelendiğinde, şiddetin sürekli olarak varlığını koruduğu görülür. Bu olgu kimi zaman bireysel boyutta tezahür ederken kimi zaman toplumu oluşturan küçük ya da büyük gruplara yayılmıştır. Bazı durumlarda ise devletler aracılığıyla diğer ülkelere ya da halklara yöneltilmiştir. Siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal dinamikleri oluşturan unsurlar bu şiddet örüntüsünü anlamlandırmak amacıyla farklı disiplinlerden uzmanlarca analiz edilmiştir. Psikoloji bilimi de davranışın gözlemlenmesi ve taklit edilmesine dayanan öğrenme kuramları, aile ve çevrenin çocuğun gelişimindeki rolünü inceleyen gelişim kuramları ve şiddeti anormal bir psikolojik durumun yansıması olarak gören klinik yaklaşımlar aracılığıyla bu olguyu kendi perspektifinden aydınlatmaya çalışmıştır.
.
Ölüm ve Yaşam Dürtüleri: Şiddetin Araçsallaşması
Psikoloji alanındaki önemli yaklaşımlardan biri Sigmund Freud tarafından geliştirilen psikanalitik kuramdır. Psikanalizin şiddet incelemesine getirdiği özgün katkı onu yalnızca öğrenilmiş bir davranış ya da engellenmeye verilen basit bir tepki olarak görmeyi reddetmesinde yatar. Psikanalitik kuram saldırganlığın özne tarafından yönetilmesi gereken temel bir psişik dürtü olduğunu ileri sürer ve görünüşte akıl dışı olan şiddet eylemlerinin ardındaki bilinçdışı mantığı deşifre etmeyi hedefler. Bu perspektife göre uygarlık insanın doğuştan gelen yıkıcılığı ile girdiği hassas bir müzakerenin ürünüdür. Bu süreç yaşam dürtüsü olan Eros ve ölüm dürtüsü olan Thanatos olarak isimlendirilen iki karşıt güç tarafından şekillendirilir (Freud,1920).
.
Eros en temel ifadesini cinsellikte bulan yaşam dürtüsüdür ve hayatta kalma, üreme ve haz arayışıyla ilgilidir. Bireyleri başkalarıyla bağ kurmaya, ilişkiler inşa etmeye ve cinsel arzuları tatmin etmeye yönelten kuvvettir. Freud'a göre Eros sadece fiziksel hazla sınırlı kalmayıp sevgi, yakınlık ve bağlanma gibi psikolojik ihtiyaçları da kapsar; beslenme, bakım ve yaratıcı uğraşlar gibi yaşamın devamını ve gelişimini destekleyen tüm eylemleri içerir. Buna karşılık Thanatos ölüm dürtüsünü temsil eder ve saldırganlık, yıkım ve kendine zarar verme yönelimli dürtüleri barındırır. Ölüm dürtüsü tüm sistemlerin nihayetinde en düşük enerji seviyesine ulaşma eğilimi olan entropi yasasına dayanır, yani tüm yaşamın nihai hedefi inorganik bir duruma geri dönmektir. Saldırganlık bu kendine yönelik yıkıcı dürtünün dışa, yani başkalarına yönlendirilmiş bir formudur. Freud, sezgilere aykırı görünmesine rağmen, saldırganlığın kendini koruma mekanizması için de gerekli olduğunu savunmuştur. İster tehlikeden korunma isterse tehditler üzerinde hakimiyet kurma yoluyla olsun saldırganlık canlılığın devamı için bir araç işlevi görmektedir (Galdston, 2018).
.
Edebi eserlerden ilhamla kurama dahil edilen bu iki kavram insanın sahip olduğu içsel enerjinin görünür kılındığı iki farklı alanın anlaşılmasında kullanılır. Yaşamın sürdürülmesine yönelik bilinçdışı çaba insanın “öteki”yle ilişki kurarak ya da “öteki”ni yok ederek kendi benliğinin sürekliliğini temin etmesini amaçlar (Kli, 2018). Şiddet eylemlerinin vuku bulduğu durumlar bu kuramı değerlendirmek için bir zemin sunar. Öz yıkımın bireye vereceği zararı engellemek amacıyla yıkım dışarıdaki “öteki”ne yöneltilir. Böylece özne psikolojik ya da fiziksel zarardan kendini korumuş olur. Şiddetin nesnesi haline gelen “öteki” bu eylem sonucunda yıkılarak tehdit oluşturmayan bir konuma indirgenir. Bu süreçte şiddet “öteki”ni pasif bir konuma yerleştirirken, özneyi bu dönüşümü gerçekleştiren güçlü ve hakim bir pozisyona taşır. Bu güçlülük hissi öznenin kendisiyle ve “öteki”yle olan ilişkisini yeniden düzenlemesine ve varlığını sürdürmesine olanak tanır.
.
Şiddet ve yıkım neden bu denli baskın hale gelmektedir? Freud’un öne sürdüğü bu ikili yapı yıkım yani ölüm kadar yaşama da kaynak sağlayabilecek niteliktedir. Ancak günümüz koşullarında öznenin sahip olduğu içsel kaynağın yaşama dönüştürülmesinin giderek zorlaştığı gözlemlenmektedir. Sağlıklı bir benlik kurmak, iyi ilişkiler inşa etmek ve yıkıcı içsel/dışsal etkenlere rağmen yaşamı sürdürmek bireyin kapasitesini aşan bir çaba gerektirmektedir. Öznenin doğumundan itibaren ailesinin, toplumun ve içinde bulunduğu sistemlerin kendisine sağladığı imkanlar giderek azalmakta, yaşam zorlaşmakta ve sürekli bir tehdit algısı hakim olmaktadır. Bu koşullar altında öznenin varlığını koruması dış tehdidin ortadan kaldırılmasına ve içsel kaynak yetersizliğinin göz ardı edilmesini sağlayacak eylemlere bağlı hale gelir. Şiddet özne için her iki amaca da hizmet eden etkili bir araca dönüşür.
.
Türkiye'de namus cinayetlerinden futbol fanatizmine uzanan geniş yelpazedeki şiddet eylemleri failler ya da toplulukları tarafından "gerekli" ve "meşru" olarak çerçevelenir. Bu durum toplumsal bir meşrulaştırmanın yanı sıra psişik bir mantığa da dayanır (Doğan, 2014). Freud'un kuramına göre dışsal saldırganlık benliği korumak amacıyla dışa yönlendirilmiş ölüm dürtüsüdür. Dolayısıyla failin bilinçdışı düzeyinde "öteki"ne yönelik şiddet eylemi "benliğin" (ya da ailenin/grubun kolektif "benliğinin") yaşamını sürdürmeye yönelik bir edimdir. En yıkıcı eylemlerin psişik olarak kendini koruma dürtüsünden kaynaklanması şiddetin en temel paradoksunu oluşturur. Bu gerçeklik şiddeti bir akıl tutulması olarak değil, ilkel bir psikolojik mekanizmanın işleyişi olarak konumlandırır ve basit akılcı müdahalelere karşı neden bu denli dirençli olduğunun altında yatan nedeni izah eder.
.
Kişiliğin İçsel Savaşı
Freud'un yapısal modeline göre ruhsal yapı saldırganlık dürtüsünü yöneten id, ego ve süperego olmak üzere üç temel alt yapıdan oluşur. İd doğuştan var olan ve en ilkel dürtüleri barındıran yapıdır. Açlık, susuzluk, cinsellik ve ölüm-saldırganlık (Thanatos) gibi temel içgüdülerin kaynağı olup "haz ilkesi" doğrultusunda, yani anında tatmin arayışıyla çalışır. Süperego ebeveyne ait ve toplumsal otoritenin içselleştirilmesiyle gelişen ahlaki vicdanı temsil eder, toplumun normlarını ve değerlerini yansıtır, mükemmellik için çabalar ve davranışlarımızı yargılayarak gurur ya da suçluluk duygularına neden olur. Ego ise kişiliğin akılcı kısmıdır ve "gerçeklik ilkesi"ne göre çalışır. İdin ilkel talepleri, süperegonun ahlaki kısıtlamaları ve dış dünyanın gerçekleri arasında denge kurmaya çalışır (Zhang, 2020).
.
Saldırganlık bu içsel sistemdeki denge bozukluğunun neticesidir. Kontrolsüz bir id, cezalandırıcı ve aşırı katı bir süperego ya da bu iki güç arasında ezilen zayıf bir ego şiddet patlamalarına zemin hazırlayabilir. İdin saldırgan dürtülerini yönetmede ego başarısız kaldığında bu dürtüler davranışa dökülebilir. Örneğin, idin baskın olduğu durumlarda ego dürtüleri uygun biçimde bastıramaz ya da farklı kanallara yönlendiremez; bu da sonuçları düşünülmeden sergilenen fevri ve kontrolsüz saldırgan eylemlere yol açar. Egonun id ve süperego arasındaki çatışmayı yönetememesi anksiyete yaratır. Bu anksiyete ile başa çıkmak için birey ego savunma mekanizmaları olarak bilinen bilinçdışı stratejilere başvurur (Vaillant, 1992).
.
Türkiye'deki şiddet olgularını bireysel temelde anlamak için egonun işlevinin kaybolduğunu ya da değiştiğini düşünmek faydalı olacaktır. Egonun temel işlevi gerçekliği test etmek ve hazzı ertelemektir. Ancak kuralların tutarlı uygulanmadığı ve "cezasızlık kültürünün" hakim olduğu bir sosyal ortam egonun sağlıklı gelişimini engeller. Uyum sağlaması gereken "gerçeklik" güvenilmez olduğunda ego arabuluculuk rolünü etkin bir şekilde yerine getiremez. Toplumdaki yaygın cezasızlık algısı eylemlerin öngörülebilir sonuçları olmadığı bir dış dünya yaratır ve egonun dayandığı "gerçeklik ilkesinin" temelini sarsar. Sonuç olarak, kolektif ve bireysel ego zayıflar, idin saldırganlık da dahil olmak üzere anlık tatmin taleplerini yönetme kapasitesi azalır. Bu durum trafikte öfke patlamaları ve ani kamusal şiddet olayları gibi zayıf dürtü kontrolüyle karakterize bir toplum meydana getirir. Öte yandan aşırı katı ve talepkar bir süperego da şiddet eylemlerinde sorumluluk taşır. Yaygın kanının aksine, katı bir süperego her zaman ahlaklı davranışlar üretmez; bilakis aşırı suçluluğa eğilimli kırılgan bir vicdan yaratabileceği gibi, affetmeyen bir içsel otoriteye karşı sürekli isyan etmeye çalışan bir id de ortaya çıkarabilir. Kültür bu dinamiği kurumlarda ve toplumda pekiştirir. Güçlü ve her zaman mevcut ancak genellikle duygusal olarak mesafeli bir "baba figürünün" içselleştirilmesi derin bir psikolojik ikileme yol açar. Bir yanda babanın onayına duyulan derin arzu ve itaate yönelik bir eğilim, diğer yanda ise bastırılmış bir öfke ve onun mutlak otoritesine isyan etme arzusu yer alır (Tanasescu, 2018). Bu durum Türk toplumunun otoriteyle olan karmaşık ilişkisini açıklamada kilit bir rol oynar. Şiddet “öteki”yle ilişkili olduğu kadar bir suç teşkil etmesi sebebiyle otoriteyle de doğrudan ilişkilidir.
.
Psikanalitik yoruma göre, babanın bu kesintisiz mevcudiyeti sembolik "babanın öldürülmesi" sürecini engeller (Anzieu-Premmereur, 2008). Freud'un Totem ve Tabu adlı eserinde anlattığı mitsel olayda kardeşler (toplum) babayı öldürerek onun gücünü içselleştirir ve kendi aralarında eşitliğe dayalı bir düzen kurar. Ancak "Doğulu" baba figürü öldürülmediği için kardeşlerin onunla bir denge kurması mümkün olmaz ve toplum "kalıcı bir yarı-ergenlik durumuna" hapsolur. Bu çözülmemiş kompleks ilerlemeye izin vermeyen bir yapı yaratır (Freud, 1998). Kimi zaman babaya yönelik bu bilinçdışı öfke ve hayranlık fiili bir eylem haline gelir. Baba kimi durumlarda gasp edilir, yaralanır ya da öldürülür. Kimi durumlardaysa bu şiddet eylemi tecavüz gibi cinsel ögeleri de barındıran fiil ile ortaya konabilir (Büyükkardeşler, 2025). Bu "baba" figürü toplumu ve devleti oluşturan tüm yapılarda ve kişilerde kendisine bir temsil bulabilir. Neticede toplum otoriteye boyun eğme (Babanın onayını arama) ile bu otoritenin başarısız ya da adaletsiz algılandığı anlarda ortaya çıkan patlayıcı, id-güdümlü isyanlar arasında salınır. Bu ikilem bireylerin ve toplumun otorite figürlerine karşı hem bir hayranlık hem de derin bir öfke beslemesine neden olarak ani ve şiddetli tepkilerin psikolojik zeminini hazırlar. Aynı zamanda bu dinamik şiddet ve suç eylemlerinin neden artan ve tekerrür eden bir yapıda olduğuna dair de bir açıklama sunar.
.
Kaynakça
Anzieu-Premmereur, C. (2008). The dead father figure and the symbolization process.The Dead Father: A Psychoanalytic Inquiry, 111.
Büyükkardeşler, D. (2025, 18.08) Babasına Tecavüz Etti Oğlu Gözaltında!.BuGünKocaeli. https://www.bugunkocaeli.com.tr/babasina-tecavuz-etti-oglu-gozaltinda
Doğan, R. (2014). Different Cultural Understandings of Honor That Inspire Killing: An Inquiry Into the Defendant’s Perspective. Homicide Studies, 18(4), 363-388. https://doi.org/10.1177/1088767914526717
Freud, S. (1920). Beyond the pleasure principle. Standard ed., 18:3-64
Freud, S. (1998).Totem ve tabu. (A. Kanat, Çev.) Cumhuriyet. (1913)
Galdston, I. (2018). 'Eros and Thanatos': A Critique and Elaboration of Freud's Death Wish. InThe Search for the Self(pp. 177-185). Routledge.
Kli, M. (2018). Eros and Thanatos: a nondualistic interpretation: the dynamic of drives in personal and civilizational development from Freud to Marcuse.The Psychoanalytic Review,105(1), 67-89.
Tanasescu, G. (2018). The Travali of Criminal Thinking, a Psychoanalytic Interpretation of the Absence of the Superego.SSRN Electronic Journal.
Vaillant, G. E. (1992).Ego mechanisms of defense: a guide for clinicans and researchers. American Psychiatric Pub.
Zhang, S. (2020). Psychoanalysis: The influence of Freud’s theory in personality psychology. InInternational conference on mental health and humanities education (ICMHHE 2020)(pp. 229-232). Atlantis Press.