Sevgili okur,
Bugün, hepimizin bir parçası olduğu, hayatımızın en kritik aşamalarını şekillendiren ancak nadiren üzerine düşündüğümüz bir alana derinlemesine bakacağız: Eğitim Felsefesi.
Hepimiz okula gittik. Sınavlara girdik, ders kitaplarını karıştırdık ve bir diploma aldık. Peki tüm bu sürecin "neden" ve "ne için" tasarlandığını hiç sorguladık mı? Şu anki eğitim sistemimiz, bir meslek sahibi olmamız için mi var, yoksa daha iyi bir insan, daha etik bir vatandaş olmamız için mi?
Aslında eğitim felsefesi, okulların koridorlarında asılı duran soyut bir poster değildir. O, öğretmenlerimizin ders anlatış biçiminden, müfredattaki konuların seçimine, hatta bir öğrencinin hata yapma hakkının olup olmadığına dair en temel kararlarımızı dahi yönlendiren görünmez bir mimardır.
Bugün, bu mimarın planlarını masaya yatıracağız. Bu önemli konuyu tüm yönleriyle konuşmak için Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN ile söyleşimiz oldu.
Mustafa Bey, görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. “Eğitim Felsefesi” konusu son günlerde önemini giderek artırıyor, öncelikle kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
1950 yılında Afyon/Emirdağ’ın Tabaklar Köyü’nde doğdum. Eski Çifteler Köy Enstitüsü olan Yunusemre İlköğretmen Okulu’nda okumaya başladım. 1967 yılında bu okulun 5.yılı sonunda Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildim. Bu okulun öğrencisi olarak Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Psikoloji-Pedagoji Kürsüsü’nde lisansımı tamamladım. Bir dönemlik lise felsefe grubu dersleri öğretmenliğinden sonra O Bölümde asistan olarak kaldım. “Fatih Zamanına Kadar Medreseler” teziyle yüksek lisansımı (1974), “II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914)” (1974) tezi ile doktoramı tamamladım. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Pedagoji Kürsüsünde Yardımcı Doçent (1981) oldum. DAAD bursuyla Almanya Oldenburg Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra YÖK düzenlemesi sonrası İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Eğitimi Bölümü’nde çalışmaya başladım. Orada doçent ve profesör oldum. 1994’ten itibaren AKÜ Uşak Eğitim Fakültesi ve Afyon’daki Eğitim Fakültesi’nde çalışmaya başladım. Yaş sınırı dolayısıyla emekli oldum (2017).
Akademik hayatımın yanı sıra çalıştığım yerlerde Enstitü müdürlükleri, dört dönem dekanlık yaptım. Eğitim Felsefesi Derneği ve Eğitimde Yenilikçi Araştırmalar Derneği üyesiyim.
Kitaplarım:
Bunların yanısıra 11 kitap bölümü, 4 kitap editörlüğü ve yüzlerce makale yayınladım.
Emeklilikte 7 ay şehirde, 5 ay köyde baba ocağındaki bahçeli evimde yaşamaktayım. Üç oğlum da akademisyendir.
Kadir BAYŞU: Eğitim sadece diploma ve kariyer için midir, yoksa daha iyi bir insan yetiştirmek gibi daha derin bir amacı var mıdır? Sizin için eğitimin nihai amacı ne olmalı?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
Eğitimin yakın ve uzak amaçları vardır. Yakın amaçlar bir ders konusunun, bir ünite veya ders saatinin hedeflerinden dönemin, öğretim yılının, o okul kademesinin amaçlarına kadar kademe kademe yapılandırılır. Yani bir meslek eğitimi verilecekse o hangi tür bir okulda, kaç yılda, hangi dersleri vererek, dersleri nasıl sıralayarak, derslerde hangi konular nasıl öğretilecek vs şeklinde gider. Bu yakın amaçlara ulaşa ulaşa gerideki nihai amaca ulaşırsınız. Bu mesleki eğitim açısındandır. Ama kişinin, toplumun, devletin ve genel olarak insanlığın eğitim amaçları vardır. Bunlar kademe kademe giderek uzaklaşan amaçlardır. Kişi kendini gerçekleştirmek, mükemmelleşmek, mutlu ve verimli yaşamak için eğitim alır. Toplum ve devlet, kişiden topluma uyumlu ve faydalı bir insan olmasını ister. Ekonomi insanın becerilerini kullanan verimli ve kaliteli bir kişi olmasını ister. İnsanlık kişiden geçmiş ve gelecek tüm insanlığa faydalı, yaratıcı, barışçı bir kişi olmasını ister.
Şimdi bilgisayarın, internetin ve yapay zekâ yazılımlarının geliştirilmesi ile insanın hem mesleki hem sosyal hem de kişisel yaşamı değişiyor. Her meslek giderek makine kullanma ve bilgisayarlara bağımlı oluyor. İnsan becerilerinin hepsi makinelere aktarılıyor, onlar da hem daha mükemmel hem da daha hızlı işler yapıyorlar. İnsan giderek kendine benzer makineler, robotlar yapıyor. Ders hazırlamak, ödev yapmak, bilimsel araştırma yapmak giderek kolaylaşıyor. Eskiden üniversite kalitesi ölçülürken önemli noktalardan biri kütüphanesindeki kitap sayısı, abone olunan dergiler vs idi. Şimdi benim bile dijital kütüphanemde on binlerce kitabım ve makalem var. Hem yazılı hem de sözlü yabancı dil iletişimi sorun olmaktan çıkıyor; her iki alanda da mükemmel programlar var ve hala da geliştiriliyor. Yani kariyer yapmak giderek zahmetsiz hale geliyor.
Eğitim; şu anda hala sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan okul binalarından laboratuvar ve atelyelere, ders programından ders içeriklerine, ulus devlet destekli ve onun tarafından denetlenen yapısını koruyor. Ivan Illich ve radikal eğitimcilerin “okulsuz toplum” önerileri giderek daha uygulanabilir hale geliyor.
Bütün bu durum ve şartlar içinde gelecekte insan eğitiminin amacı büyük ölçüde değişecektir. Ama sanırım erdemli, ahlaklı, yardımsever, âdil gibi insani özellikler değişmeden kalacaktır. Yani insan becerilerini makinelere aktarsa da sosyal yaşamı için gerekli özellikleri bir şekilde kazanması gerekecektir. Eğitim de belki beceri eğitiminden evrensel insanlık ilkelerine doğru bir yöne kayacaktır. Sosyal medyanın bu şekilde başıboş olduğu bir ortamda da eğimin işi eskisinden daha zor olacaktır.
Kadir BAYŞU: Geleceğin dünyasında başarılı olmak için bugünün öğrencilerine öğretilmesi gereken en önemli tek bir beceri nedir?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
20.yüzyıl sonlarından itibaren 21.yüzyılda öğrencilere hangi yeterliklerin kazandırılması gerektiği birçok eğitim üst ortamlarında tartışıldı. Ailedeki, toplumdaki, ekonomi ve teknoloji alanındaki değişiklikleri de göz önün alarak eğitimin öğrencilere kazandırılması gereken beceriler şu şekilde belirlendi: Öz-yönetim yeterliliği: Öz-kimlik ve güven duygusuyla kendi kendine yönlendirilmiş yaşam için yeterlilik, ayrıca yaşam ve kariyer gelişimi için gereken temel beceriler ve nitelikler kazandırılmalıdır. Bilgi ve enformasyon yeterliliği: Sorunları rasyonel bir şekilde çözmek için çeşitli bilgi ve enformasyon alanlarıyla başa çıkma ve bunları kullanma yeterliliği. Şu anda, özellikle sosyal medyadaki bazı yorumlara baktığımızda, insanların bilgi sahibi olmadan veya yanlış ve yönlendirilmiş bilgilerle bir fikir oluşturduğunu görüyoruz. Sağlam fikirler doğru bilimsel bilgilere, eleştirel düşünceye ve sağlam bir mantığa dayanmalıdır. Bunlar olmadan fikir sahibi olanlar toplumun geleceği için çok tehlikeli bir sosyal ortam oluşturmaktadırlar.
Yaratıcı düşünce yeterliliği: Çok miktarda temel bilgiye dayalı olarak çeşitli mesleki alanlarda bilgi, enformasyon ve deneyimlerin disiplinler arası kullanımıyla yeni değerler yaratma yeterliliği geliştirilmelidir. İnsanın en önemli özelliği, karşılaştığı sorunları rasyonel olarak analiz edip onlara en uygun ve doğru çözümler yaratabilmesidir. Yaratıcılık insanın en önemli özelliğidir. Okullarda ilk ve orta çağ masallarını bırakıp (artık kimse dinlemiyor) bilim kurgu temelli anlatımlarla çocukların hayal gücünü ve yaratıcılıklarını geliştirmelidir.
Estetik-duygusallık yeterliliği: İnsanların empatik anlayışına ve kültürel duyarlılığa dayalı olarak yaşamın anlamını ve değerini bulma yeterliliği kazandırılmalıdır. İnsan rasyonel olduğu kadar duygusal bir varlıktır. Duygularımız da aklımız kadar değerlidir. Bazen aklın sesini bazen yüreğin sesini dinlemek gerekir. Dolayısıyla insan duygularını da eğitilmesi gerekir ve duyguların eğitimi, aklın eğitiminden çok çok daha zordur.
İletişim yeterliliği: Çeşitli durumlarda düşünce ve duyguları ifade etme ve başkalarının görüşlerini dinleme yeterliliği kazandırılmalıdır. İnsan konuşmadan önce dinlemesini bilmeli, başkalarının duygu ve düşüncelerine empati yapabilmeli gerek kendisiyle gerek çevresindeki insanlarla sağlıklı iletişim kurabilmelidir. Burada iletişim temel araçları olarak artık evrensel bir iletişim aracı olarak İngilizce iletişim yeterliliği de kazandırılmalıdır.
Son olarak Toplum bilinci yeterliliği kazandırılmalıdır. Dünya giderek “küçülüyor”. Artık dünyanın her yerinde olan olaylar anlık bizleri de etkiliyor. Kişilere sağlam bir aile, bölge, ulus, din ve dil bilinci ile diğer halkların özellikleri, kültürleri, güçleri hakkında bilgiler kazandırılmalı; kişi iyi bir toplum üyesi, devlet vatandaşı ve insan olmalıdır.
Kadir BAYŞU: Mevcut eğitim sistemimiz bilgi aktarımına mı yoksa bilgiyi üretme ve kullanma becerisine mi daha çok odaklanıyor? Hangisi daha değerli?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
Şu anda dünyadaki eğitim sistemlerinin tamamına yakını bilgi aktarımı yapıyor. Zaten temel bilimsel bilgilerin aktarımı olmadan insandan bilgi üretmesini beklemek doğru olmaz. Sık sık insan zihni bir bilgisayara benzetilir; o bilgisayarı çalıştıracak yazılımlar da oraya yüklenen bilimsel bilgilerdir. Bilgi yüklemek kötü bir şey değildir, ama siz tüm eğitim sistemini bilgi yüklemeye ayırırsanız o insan zihninin katili olursunuz. Temel bilimsel ve doğru bilgiler verildikten sonra insan eleştirel düşünmeye, yeni bilgiler araştırmaya ve üretmeye yönlendirilmelidir. Zaten insan zihninin esas orijinal doğası da budur.
Allah bu evrendeki her varlığı, her bitkiyi, hayvanı ve “cansız” maddeleri tek ve orijinal yaratmaktadır. Bir sürüdeki koyunların hepsi aslında farklıdır. Köpeklerin, kedilerin hepsi farklıdır. Her insan zihni ve duyguları da aynı parmak izleri gibi birbirinden farklıdır. Yani Allah her çocuğu orijinal ve “tek nüsha” olarak yaratmaktadır. Oysa gerek sosyalleşme gerekse eğitim sistemi vasıtasıyla insanların duyguları da zihinleri de tek tip hale getirilmeye çalışılmaktadır. Yani eğitim ortak duygu, ortak düşünce ve eylemi öğrettiği kadar kişisel özelliklere de saygı göstermeli, onları geliştirecek bireyselleşme ortamları sağlamalı ve bazı çok baskın (pozitif) yetenekleri özel olarak eğitmelidir.
Okullarımızdaki en büyük eksikliğimiz, bilginin kullanımını öğretememizdir. Bilgi ve eylem birliği hayatın her alanında gereklidir. Gerçek öğretme eylemi öğretmedir, eylemi öğretmeden yapılan eğitim, yarı bırakılmış bir eğitimdir. Şu anda eğitim sistemlerinin en zayıf tarafı öğretme işini yarım bırakmalarıdır. Bilgi eylem için vardır, insanın esas değerlendirilecek yönü bilgisi değil, eylemleridir (dinde bile Allah sizin bilginizi değil, amellerinizi değerlendirecektir deniliyor). Önce eylemi öğretim sonra bilgisini mi vermek daha uygundur, yoksa önce bilgiyi verip sıcak sıcak hemen eyleme mi geçirmelidir; bu tartışılabilir. Ama tartışılmayacak şey, eylemsiz bilginin hiçbir değeri olmadığıdır. Okullarımız eylemi daha sonraki hayata bırakıyorlar. Ancak daha sonraki hayatta da kişi okulda öğrendiği bilgilerden uzak ya eski biçim yapmayı öğreniyor ya da kendine göre ve çoğu kez okulda öğrendiklerini tam yansıtamayan bir eylem biçimi buluyor.
Kadir BAYŞU: Hata yapmak öğrenmenin doğal bir parçasıysa, neden okullarda hala en çok notlar ve doğru cevaplar üzerinden değerlendiriliyoruz? Başarısızlığa karşı yaklaşımımızı nasıl değiştirebiliriz?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
Hayatta en değerli öğretmen tecrübedir; tecrübe ise insanın başarısız olduğu girişimlerdir. İnsan, başarılarından ders almaz, başarısızlıklarından alır. Dolayısıyla yaptığımız hatalar, bizim hayattaki en gerçek (ve acımasız) öğretmenlerimizdir. Doğru, yanlış olmadan; iyi, kötü olmadan; adalet, adaletsizlik olmadan anlaşılamaz. Okuldaki değerlendirmeler üzerinde hala büyük tartışmalar ve farklı denemeler yapılmaktadır. Neyi ölçeceğiz, nasıl ölçeceğiz, nasıl puana çevireceğiz konuları eğitimdeki en güncel tartışmalardandır.
Felsefi olarak okul değerlendirmesi mi, hayat değerlendirmesi mi konusu da önemlidir. Okullarında çok başarılı olan, üniversite giriş sınavlarında en yüksek puanları alanların gerçek hayat değerlendirmelerinde o kadar başarılı olamadıklarını görüyoruz. Okuldaki eğitim hayat için yapılıyorsa, gerçek değerlendirme de hayatta yapılmalıdır. Hayattaki değerlendirmede de, örneğin yurtseverlik eğitiminde tam ölçüm için gerçek bir ortamın oluşması gerekir. Tarihte, Girit adasında Yunanlılar isyan edip şiddetli çatışmaların yaşandığı dönemde, Bâbıâli’de (başbakanlık) göstericiler “Girit bizim canımız, feda olsun kanımız” diye durmadan gösteri yapıyorlarmış. Sadrazam Ali Paşa, aşağıya bir masa kurarak gönüllü yazmaya başlamış, kalabalık 3-5 dakika içinde dağılmış. Bu misal, herkes sosyal ve ahlaki konularda çok bilgili ve erdemli olduklarını savunur, ölçümlerde de başarılı gözükür; ama gerçek bir ortamda sınavı kaybeder. Nice Atatürk düşmanları İnkılâp Tarihi dersinden tam puan alır, ama bu puan onun ne kadar Atatürkçü olduğunu göstermez. Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
Kadir BAYŞU: Okulsuz eğitim (homeschooling), geleneksel okul modeline geçerli bir felsefi alternatif midir? Yoksa sosyalizasyon ve toplumsal disiplin için okullar vazgeçilmez mi?
Sayın Prof. Dr. Mustafa ERGÜN:
Okulsuz toplum, sanayi toplumunun ve ulus devletlerin kurduğu zorunlu eğitim sistemlerine karşı özgürlükçü eğitimcilerin protestosu ve bilişim toplumundaki ortaya çıkan imkanlara göre önerdikleri bir çözüm yoludur. Sanayileşme, Orta çağın aile ve dini okullara dayalı eğitim sistemini yıkıp kendi sistemini kurdu. Malları, bilgileri, kültürü, sanatı, eğlenceyi ve hatta insanları
standartlaştırdı. Bugünkü okul sistemi, sanayi toplumunun okullarıdır ve sanayi insanını yetiştirmeye çalışmaktadır. Eleştirmenler bugünkü okul sistemini modern çağın kiliseleri olarak görmekte; burada hem ulus devletlerin ideoloji ve çıkarları doğrultusunda hem ekonominin ihtiyaçlarına göre insanların beyinlerinin yıkandığını ve köle gibi yetiştirildiklerini iddia ederler.
Buna karşı önerilen yollardan biri, okulun bir kurum olarak tamamen kaldırılması, insanların özgür bırakılması ve kendi evlerinde oluşturacakları eğitim öbekleri ile kendi yeteneklerine, hedeflerine, öğrenme hızlarına vs göre bir eğitim görmeleridir. Bazıları, ben balıkçıyım, çocuğum da balıkçı olacak; dolayısıyla okullarda devletin ve sanayiin kendi çıkarları için verdiği dersleri aldırmadan sadece balıkçılık işinde işine yarayacak bilgileri pratik ve teorik olarak öğreneceği bir eğitim ortamını evde veya balıkçıların uygun gördüğü bir yerde oluşturacağım diyor. Diğer meslekler için de aynısı. Bu durum, eğer çocuğun çok baskın bir yeteneği varsa veya aile bir işte iyice ustalaşmak istiyorsa mantıklı gelebilir. Ancak ulus devletler de zorunlu eğitimi uygularken, çocukların ailenin olduğu kadar aynı zamanda toplumun ve devletin de birer unsuru olduğu, toplumsal uyum, devlet çıkarları ve çağdaş yaşam için çocuğun okul gibi bir sosyalleşme ortamında belli bir standart eğitimi alması gerektiği konusunda ısrar ediyorlar. Devletin suç işleyenleri cezalandırdığı gibi, insanları toplumsal yaşamaya uygun yetiştirme hakkı da vardır diyorlar.
Yakın gelecekte ulus devletler çocukları eğitme hakkından vaz geçmezler. Ancak şu anda internet teknolojisi ve yapay zekâ uygulamaları ile okul ve öğretmenler tek bilgi kaynağı olmaktan giderek uzaklaşıyorlar. Şu aşamada doğrusu okul binası, yapısı, programları, öğretim ve değerlendirme yöntemleri üzerinde ciddi değişiklikler yaparak durumu biraz daha götürebilirler. Yoksa insanlar giderek daha uluslararası ortamlarda örgütlenerek yeni topluluklar ve eğitim düzenleri oluşturacaktır.
Kadir BAYŞU: Değerli fikirleriniz ve katkılarınız için şahsım ve Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi adına çok teşekkür ederim.