Haziran 2025, Eskişehir
Bazen yalnız olduğum halde, kalabalığımdır. Tramvaydayım. Önceden görmediğim, tanımadığım insanların konuşmalarını istemeden de olsa dinlediğimden, hayatlarına davetsiz girer çıkarım. Çift kişilik oturma yerlerinin birinde, cam tarafında oldukça yaşlı bir adam. Yanı boşaldı. Ben ayaktayım. “Otur,” anlamında, baktı. Oturmadım. Çünkü söz ettiğim yere başka bir yaşlı devindi ve ağır bir çuval gibi bıraktı kendini. Cam kenarındaki yaşlı, sonradan oturana çok geçmeden sordu: “Hangi köydensin?” ,“…”, Kimlerdensin?”, “…” ,“Yaşın kaç?”
“75,” dedi sonradan oturan yaşlı, göz teması kurmadan, ileri bakarak.
“Bre sen çocuksun daha ya! Ben 92 yaşındayım!”
Güldüm içimden; 92 yaşındaki yaşlının, 75 yaşındaki yaşlıya, çocuk, demesine.
Yaşlı çocuk!
Makarayı geri sardım. Yakın zamandan bir gazete haberi: Uzak Doğu’da 107 yaşında bir kadın, 89 yaşındaki kızına, cebinden, kuruyemiş benzeri bir şey çıkararak veriyor. Yani 89 yaşında olunsa bile, bir anne; evladına, 5-6 yaşın çocuğu gibi bakıyor, öyle görüyor. Gözlerimi yaşartmıştı bu haber. Ben de hatırlıyorum. Annem, ninem, dedem veya diğer bazı yakınlarım, ceplerinde sürekli bir şey tutarak (bu daha çok leblebi, kuru incir olurdu) biz çocuklara verirlerdi. Ne çok mutlu olurdum /olurduk.
Bir de çocukken hayata erken atılmak zorunda olanlar vardır. Çocuk, 10-12 yaş dolayında. Anne babanın ikisi veya biri ölmüştür. Birkaç kardeş var. Ailenin geçiminde 10-12 yaşın veya ona yakın yaşların çocukları da yer almaya başlar. O küçücük bedenler, hayatın görünen ve görünmeyen yükleri altında ezilirler. Bir de bakarsınız o yaşta, 30-40 yaşın deneyimi, olgunluğu. Bu yaş grubu çocuklarına günlük hayatta, edebiyatta, “çocuk işçi” denir, çoğunuzun bildiği üzere.
Bu metni yazmadan 15-20 gün önce, 10 yıl önce yazdığım bir öyküyü yeniden elden geçiriyordum. O yaş grubuna, “çocuk adam” demişim mesela. Hoşuma gitti böyle demiş olmam.
Hermann Hesse’nin romanı Siddhartha’da, “çocuk insanlar” kavramı sıkça kullanılır. Kitap okuma kulübümüzde yazarın ne demek istediği üzerine kafa yorduk. Değişik yorumlar geldi. Ben, “bedenen erişkin, aklen çocuk kalmış” insanları kastettiğini düşündüm. Bir çocuk genellikle isteklerinde bencildir, paylaşımcı değildir anlamında. Bencillik ve paylaşmama erişkinlikte de devam ediyorsa, o kişiye “çocuk insan” demek, yanlış olmasa gerek.
Okuyanlar bilir; John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanında birbirinin arkadaşı / dostu iki başkarakter vardır. George Milton ve Lennie Small. G Milton zeki ve akıllı iken, L Small IQ’su 30 dolayında olan, 4-5 yaşın ruhunu, davranışlarını barındıran, zihinsel özürlü kuvvetli bir erişkin. Başlarına pek çok bela gelir. Kitabın sonunda G Milton, arkadaşını / dostunu ensesinden tabanca ile vurarak öldürmek zorunda kalır. Kitap; sayfa adedi az olmasına rağmen edebiyat dünyasında bir başyapıt. Filmleri de son derece duygusal. Hem kitabı okuyanların, hem de filmi seyredenlerin çokçasının gözyaşı döktüğüne eminim. Gözyaşı dökülmese de ona eş değer derin bir acı ve hüzün! Peki, yazılışının üzerinden 88 yıl geçtiği halde, kitabın başyapıt olmasını nasıl başarmış yazar? Bence, “korunması, kollanması sevilmesi gereken zihinsel özürlü bir çocuğu”, erişkin bedeniyle bütünleştirerek, erişkinlerin acımasız dünyasına adeta itivermiş. Sonuç: G Milton, L Small’u ensesinden tabanca ile vururken hem bir erişkini hem de zihinsel özürlü, 4-5 yaşındaki bir çocuğu öldürmektedir. Yani okur, iki kişinin öldürülüşüne tanık oluyor adeta. Hem de öldüren, yani katil; çaresizlik yüzünden arkadaşı /dostu. Netice de okur açısından duygusal yükü çok ağır olan bir final!
Yukarda da dile getirdiğim, sizlerle paylaştığım gibi, çocuk deyip geçmemek gerek. Hemen hemen her insanın çocukluğu, hayatın her anına damga vuran, hiçbir şeyle ve asla silinmeyen derin izlerle bezeli bir dönem. O yüzden evlenen ve çocuk sahibi olmak isteyenlerin iyice düşünmesi gerek.
En azından, “çocuk insan” olmamalılar.
KAYNAKLAR:
Edebiyat22 Haziran 2025 12:19