Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular Klinik Psikoloji İletişim
Kulaktan Dolma Bilgeliğin Dayanılmaz Ağırlığı

Kulaktan Dolma Bilgeliğin Dayanılmaz Ağırlığı

Edebiyat 13 Kasım 2025 08:19 - Okunma sayısı: 26

Nermin Çetin

İster bir aile yemeğinde ister bir taksi yolculuğunda ya da sosyal medyanın sonsuz akışında olalım... O "bilirkişi" ile bir yerlerde mutlaka karşılaşırız. Elinde tek bir kaynak, tek bir derinlikli analiz olmadan tüm evrenin sırrını çözmüş bir özgüvenle konuşur. Ekonomiyi on beş dakikada düzeltir, karmaşık uluslararası ilişkileri tek bir basit nedene bağlar ve tıp otoritelerine tereddütsüzce meydan okur.

Bu, "okumayan" ama "çok duymuş" olanların sahnesidir. Bilginin değil, sesin hâkim olduğu; sorgulamanın değil ezberlenmiş yargıların alkışlandığı bir sahne... Peki, derinlemesine okumanın ve analizin yerini alan bu "kulaktan dolma bilgelik" ve sarsılmaz "ahkam kesme" cüreti, toplumsal zihnimizin hangi karanlık ve konforlu köşelerinden besleniyor?

Bu cüretkâr cehaletin kökleri, tek bir nedene bağlanamayacak kadar derindir. Belki de en derindeki kök, "sözlü kültür" mirasımızda saklıdır. Yazılı kültürün, yani bireysel okuma ve metni sorgulamanın görece yeni olduğu bir coğrafyadayız. Köklerimizde bilgi, "bilen" kişiden (köyün bilgesi, ailenin büyüğü) dinlenerek edinilir, ezberlenerek korunur ve sorgulanmadan aktarılır. "Büyüklerin sözü" nün yazılı kaynaktan daha muteber sayıldığı bu miras, bugün "filanca kişi televizyonda söyledi" argümanının, akademik bir makaleden daha hızlı kabul görmesine zemin hazırlar.

Eğitim sistemimiz de maalesef bu sözlü kültürün bir devamı gibidir. Öğrenciden beklenen, metni "yorumlaması" değil metindeki "doğru bilgiyi" bulup işaretlemesidir. Okullarımız "nasıl düşünülür?" sorusundan çok, "ne düşünülmelidir?" sorusuna odaklanır. Yıllarca eleştirel düşünce filtresi geliştirme eğitimi almamış bir zihin, okuldan mezun olduğunda dinlediği her bilgiyi de sorgusuzca kabul etmeye meyilli olur.

Kabul edelim; düşünmek yorucudur. Okumak, araştırmak, karşıt görüşleri anlamak, zihinsel olarak yoğun enerji gerektirir. İnsan zihni ise doğası gereği "bilişsel cimri"dir; en az çabayla en hızlı sonuca varmak ister. Hazır, paketlenmiş bir fikri dinleyip kabul etmek, kendi fikrini sıfırdan inşa etme zahmetinden çok daha kolaydır. Bu, zihinsel bir tembellik, bir konfor alanıdır.

Modern teknoloji ve dijital çağın hızı ise bu sorunu daha da derinleştirdi. Bilgiye erişim hiç olmadığı kadar kolay ancak o bilgiyi işleme süremiz hiç olmadığı kadar kısa. Artık makaleler değil başlıklar; analizler değil 15 saniyelik videolar tüketiliyor. Sosyal medya algoritmaları, bizi sürekli kendi fikirlerimizi onaylayan "yankı odaları"na hapsederek farklı bir bakış açısıyla karşılaşma ihtimalimizi sıfırlıyor. Kendi küçük dünyasında her "duyduğu" şeyin onaylandığını gören birey, bu sahte fikir birliğinin verdiği özgüvenle gerçek dünyaya dönüp ahkam kesmeye başlıyor.

Sorgulanmayan zihinlerin ürettiği bu gürültülü özgüven, masum bir cehalet hali değil toplumsal bünyeye yayılan zehirli bir sarmaşıktır. Bu davranışın maliyeti, bireysel sığlığın çok ötesindedir.

En belirgin sonuç, diyaloğun imkânsız hale gelmesidir. Sorgulanmamış, ezberlenmiş bilgiler esnek değildir; onlar birer "inanç" ve "kimlik" parçasıdır. Bu katı inançlarla donanmış bireylerin bir araya geldiği bir tartışma, bir "ses savaşı"na dönüşür. Amaç anlamak değil yenmektir. Bu durum, toplumu onarılması güç şekilde kutuplaştırır; ortak bir gerçeklik kaybolur.

Buna bağlı olarak gerçek uzmanlığın değeri sıfırlanır. Yıllarını bir konuya vermiş bir bilim insanının nüanslı, verilere dayalı analizi, "ahkam kesen" kişinin basit ve "kesin" yargıları karşısında duyulmaz olur. Gürültü, bilgiyi boğar. Uzmanın "emin olamamak" üzerine kurulu bilimsel şüphesi bir zayıflık, cahilin her şeyi "net bilmesi" ise bir güç gösterisi olarak algılanır.

Ve eğer bir toplumdaki hâkim söylem bu gürültüden ibaretse o toplumun sorunlarına bulacağı çözümler de yüzeysel olacaktır. Kök nedenlere inilemez, semptomlar tedavi edilmeye çalışılırken hastalık derinleşir. Sonuç, kolektif bir başarısızlık ve sürekli "aynı hataları neden yapıyoruz?" diye sorduğumuz bir yerinde sayma halidir.

Peki, bu yerleşik cehalet kültürü kader mi? Tedavisi zor olsa da imkânsız değildir. Çözümün anahtarı, gelecekteki "ahkam kesenleri" yetiştirmeyi bırakmaktır. Eğitim sistemimiz "doğru cevabı" bulmayı değil "doğru soruyu" sormayı ödüllendirmelidir. Okuma eğitimini, "harfleri birleştirmek"ten "fikirleri ayrıştırmak" seviyesine taşımalıyız.

Bireysel olarak ise, "bilmiyorum" diyebilme erdemini yeniden keşfetmeliyiz. Bilmediğimiz bir konuda susmanın, temelsiz bir özgüvenden daha değerli olduğunu kabul etmeliyiz. "Ahkam kesen" biriyle karşılaştığımızda ise kavgaya girmek yerine, bu sonuca tam olarak nasıl ulaştığını, bu fikrin tam tersini iddia edenlerin ne dediğine de bakıp bakmadığını sormalıyız.

Öte yandan okumayı da yeniden konumlandırmalıyız; bir boş zaman aktivitesi değil bir vatandaşlık eylemi ve zihinsel bir arınmışlık olarak. Zihin sağlığımız için hangi bilgiyi "dinlediğimize" dikkat etmek zorundayız. Pasif "dinleyici" olmaktan, aktif "sorgulayıcı okur" olmaya geçiş yapmalıyız.

İşte tam bu noktada, yüreğim ister istemez sızlıyor. Bu gürültüden şikâyet eden, bu sığlıktan içten içe rahatsız olan "bizler", yani okuyan, yazan, düşünen kesim, bu sessizliğimizle nereye varacağız? Elimizde bir ışık varken bu zihinsel kirliliğin ortasında sadece kendi yolumuzu aydınlatmakla yetinmek, hepimizi etkileyen bu karanlığa karşı bir sorumluluk borcumuz olduğunu unutturuyor mu bize? Sadece şikâyet etmek, o "ahkam kesenlerin" pasifliğinden ne kadar farklı ki?

Belki de artık mesele, bireysel bir çabadan öteye geçmiştir. Belki de birbirimize dönüp bu "cehalet salgınına" karşı nasıl nazik ama kalıcı çözümler üretebileceğimizi konuşma vaktimiz gelmiştir. "Okuyun" demenin o soğuk kibrinden sıyrılı "nasıl okuyacaklarını", "sorgulamayı nasıl seveceklerini" dert edinen, samimi bir tartışmanın fitilini ateşlemeye ihtiyacımız var.

Bu gürültü ancak biz, birbirimizin elinden tutup "Ne yapabiliriz?" sorusunu şefkatle ve ısrarla sormaya başladığımızda dinecek. Asıl şefkatli görev, belki de şimdi başlıyordur.

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Edebiyat
Ahlak ve Siyaset Kitabı:Kutadgu Bilig

Edebiyat10 Kasım 2025 19:56

Ahlak ve Siyaset Kitabı:Kutadgu Bilig

UZAKLARDA BİR KİTAP ŞENLİĞİ (2)

Edebiyat26 Ekim 2025 23:05

UZAKLARDA BİR KİTAP ŞENLİĞİ (2)

UZAKLARDE BİR KİTAP ŞENLİĞİ (1)

Edebiyat23 Ekim 2025 22:57

UZAKLARDE BİR KİTAP ŞENLİĞİ (1)

Çocuk Edebiyatı Nedir Ne Değildir?

Edebiyat12 Ekim 2025 19:10

Çocuk Edebiyatı Nedir Ne Değildir?

Geleceğe Yazılmış Bir Mektup: Yolculuğum İnsan

Edebiyat06 Ekim 2025 18:38

Geleceğe Yazılmış Bir Mektup: Yolculuğum İnsan

ANI ANLATMA DOZU

Edebiyat03 Ekim 2025 17:23

ANI ANLATMA DOZU

Ahmed-i Hânî ve Mem u Zîn

Edebiyat22 Eylül 2025 19:25

Ahmed-i Hânî ve Mem u Zîn

Dil Bayramı’nın Anlamı Üzerine Bir Deneme

Edebiyat21 Eylül 2025 23:07

Dil Bayramı’nın Anlamı Üzerine Bir Deneme

Akrebin Kıskacında Yoğrulmuş Bir Şair: İsmet Özel

Edebiyat21 Eylül 2025 22:53

Akrebin Kıskacında Yoğrulmuş Bir Şair: İsmet Özel

Edebiyat-Sinema İlişkisi Bağlamında Benşilik ve Film Betimleme Yazarlığı

Edebiyat14 Eylül 2025 10:36

Edebiyat-Sinema İlişkisi Bağlamında Benşilik ve Film Betimleme Yazarlığı