Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular Klinik Psikoloji İletişim
Atatürk Olmasaydı

Atatürk Olmasaydı

Fikir Yazıları 14 Kasım 2025 21:37 - Okunma sayısı: 190

Zerrin Keskin

Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir askerî lider değil, bir ulusu ayağa kaldıran önderdir. Onun gösterdiği üstün başarı yalnızca Türk halkının değil insanlığın geleceğini yeniden şekillendirmiştir. Bugün ele alacağımız Atatürk var olmasaydı varsayımı üzerinden Osmanlı sonrası Türk toplumunun olası siyasi, kültürel ve ekonomik sonuçları, yaşanacak sosyolojik determinizmi incelemeye çalışalım. Günümüz şartlarında hasır altı edilmeye çalışılan sosyolojik, siyasal ve kültürel önemini bir kez daha anımsayalım.

Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi, “Atatürk’süz bir Türkiye'yi düşünmek, ışığı olmayan bir dünyada yön aramaya benzer.”

Mustafa Kemal 20. yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları arasında bir ulusun yeniden doğuşunu sağlamanın yanısıra emperyalizmin karanlık sularında boğulmaya yüz tutan, diğer milletler içinde bir deniz feneri olmuştur. Askeri dehasıyla Türk Toplumuna bilinçsel bir devrim yaşatmıştır.

Nazım Hikmet’in 1945 yılında kaleme aldığı şu dizeler, her ne kadar Cumhuriyet sonrası dönem için beklentilerini anlatsa da Atatürk'ün Cumhuriyet adı bile zihinlerde yok iken yaşanılan en karanlık zamanlarda içinde yeşerttiği ülküsünü, kurduğu aydınlık geleceği ne güzel anlatır.

“En güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.

En güzel çocuk: henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür.”

Kuracağımız alternatif tarihte 1918 yılına gidelim: I. Dünya Savaşı henüz bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu fiilen dağılmış, Mondros Mütarekesi ile Anadolu toprakları İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramıştı. Halk yorgun ve umutsuz,devletin merkezi otoritesi zayıflamış, halifelik kurumu meşruiyetini yitirmişti. İstanbul Hükümeti teslim olmuş, ordular dağıtılmış, deyim yerindeyse halk kaderine terk edilmişti. Birlik ve düzen kurulmadan gösterilen direnişlerse yeterli etkiyi yaratamıyordu.

Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa olmasaydı, Anadolu’da bağımsızlık mücadelesini örgütleyecek karizmatik, modernist bir liderin varlığı oldukça düşük bir olasılıktı.

Osmanlı bürokrasisi içinde savaş sonrası kurtuluşu ancak İngiliz veya Fransız mandası altında görmek isteyen bir elit sınıf hâkimdi. Birçok Osmanlı aydını, kurtuluşu yabancı bir gücün korumasında görüyordu. Örneğin Ahmet Emin Yalman, sonradan Atatürk' ü desteklese de o dönemde Halide Edip Adıvar gibi bazı aydınlar, Amerikan mandası fikrine sıcak bakmaktaydı.

Atatürk’ün Samsun’a çıkmadığı, Amasya, Erzurum ve Sivas Kongreleri’ni düzenlemediği bir senaryoda, Anadolu’daki dağınık direniş kuvvetlerinin birleşmesi mümkün olmazdı. Kuvayı Milliye güçleri dağınık kalır, ortak bir hedef etrafında birleşemezdi. Bu durumda, yüksek olasılıkla şu gelişmeler yaşanırdı:

Türkiye büyük ihtimalle İngiliz veya Amerikan mandası altına girecek, yani yarı-sömürge statüsünde bir ülke olacaktı. Türk halkı büyük ihtimalle kendi geleceğini bir başka ülkenin ellerine teslim edecekti.

Sevr Antlaşması’nın (1920) 62–64. maddeleri uyarınca Doğu Anadolu’da bağımsız büyük bir Ermenistan planlanmıştı. Atatürk’ün askeri ve diplomatik başarısı olmadan bu planlar büyük olasılıkla yürürlüğe konulacaktı. Anadolu haritası yeniden çizilecek, Ege ve Marmara’da Yunan işgali kalıcı hâle gelecek, Güneydoğu’da Fransız ve İngiliz yönetimi sürecekti. Anadolu halkı etnik ve dini temelde bölünmüş küçük devletçiklere ayrılacaktı. Sınırları başkaları tarafından çizilmiş, dili, kültürü ve kimliği yavaş yavaş silinen bir halk tarih sahnesinden silinmese bile, kendi kaderini tayin etme hakkını kaybedecekti. Bugünkü Türkiye diye bildiğimiz topraklarda Türk halkı, farklı yönetimlerin baskısı altında, kimliğini ve dilini kaybetmiş , coğrafi olarak bölünmüş, parçalanmış bir kültür içinde ekonomik olarak bağımlı olacaktı.

Bu durumda Yahya Kemal Beyatlı’nın şu sözleri ne kadar da anlamlıdır:

“Bir milletin istikbali, onun tarihini bilmekle başlar. Tarihini unutan milletler, yarınlarını da kaybederler.”

Osmanlı kimliği içinde “ümmet bilinci” ön plandaydı; milliyetçilik fikri ise oldukça yeniydi. Bu nedenle, Cumhuriyet ideolojisinin yokluğunda: Eğitim birliği sağlanamaz, medrese sistemi devam eder, modern fen, tıp ve hukuk eğitimleri ancak elitlerin tekelinde olurdu. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yerine mezhepsel eğitim kurumları egemen olacağından; bilimsel düşünce ve laiklik gibi kavramların varlığı mümkün olmazdı. Atatürk'ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller" hedefi olmadan, çağdaşlaşma yalnızca bir hayal olarak kalırdı.

Kadınlar eğitim, seçme-seçilme ve mesleki haklardan yoksun kalır; sosyal yaşamda “kul statüsünden vatandaş statüsüne” geçiş mümkün olmazdı. Atatürk olmasaydı; Türk kadını 1934’te seçme ve seçilme hakkını alamayacak, eğitimde ve meslek hayatında belki hiç var olmayacak yada ikinci plana itilecekti. Toplum tarafından evlere hapsedilmiş, eğitim ve söz sahibi olmayan,kaderi ve yaşam hakkı erkeklerin insafıyla belirlenen köleler olacaktı.

Dil ve Kültür Reformu yapılmadığı için Arapça-Farsça ağırlıklı, halktan kopuk bir edebiyat ve dil yapısı devam edeceğinden, Türk dilindeki sadeleşme yaşanamayacak, halkla aydınlar arasındaki uçurum ulusal bilinçlenmeye engel olacaktı. Bugün bir Türk genci, Atatürk'ün yaptığı dil reformu sayesinde kendi tarihini okuyabiliyor, kendi anayasasını anlayabiliyor. Atatürk reformlarıyla, yüzlerce yıldır cahil bırakılmış bir millete, yalnızca okuma-yazmayı öğretmedi; düşünmeyi, sorgulamayı da öğretti. Bu fark, bir milletin aydınlanma ile karanlık arasında verdiği en büyük sınavdır.

Bu bağlamda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözlerini anımsamak yerinde olur:

“Bir milletin kültürü, onun ruhudur; ruhu olmayanın hayatı olmaz.”

Atatürk' le birlikte Türk milletinin ruhu yeniden canlanmış, ölmesi beklenen hasta adam ayağa kalkmıştır.

Atatürk' ün hiç varolmadığı, düzenli kurtuluş mücadelesinin yapılamadığı bir ortamda; toplum, hiyerarşik ve dışa bağımlı yarı-feodal yapıda kalacaktı. Hukukun üstünlüğü yerine dini dogmalar, laiklik yerine mezhep ayrımları, bilimsel eğitim anlayışı yerine biat kültüründe ne söylediğini ve dediğini sorgulamayan ezberci bir zihniyete sahip “özgür yurttaşlardan” değil, “itaat eden kullardan” oluşan bir Türk toplumu var olacaktı.

Senaryomuzu ekonomik açıdan oluşturacak olursak; Cumhuriyet’in ekonomik temeli olan devletçilik politikaları, karma ekonomi modeli ve sanayileşme girişimleri, Atatürk’ün öngörüsüyle inşa edildiğinden,

isminin bile farklı olacağı şüphe götürmez bir gerçek olan Türkiye, tarım ağırlıklı, dış borçla yaşayan bir “hammadde ülkesi” konumunda kalırdı.Yabancı sermayeye bağımlı olduğundan ulaşım,madenler, bankacılık ve ulusal sanayi planları uygulanamaz hepsi yabancı sermayenin elinde olurdu. Düyun-u Umumiye borçları karşılanamadığından kendi toprağımızda başkasının işçisi haline gelirdik.Bu duruma köle demeye dilim varmıyor.

Ekonomik bağımlılık, siyasal bağımlılığı da besler, Orta Doğu’da diğer manda yönetimleri gibi Batı’ya tâbi bir devlet olurduk.

Gururla bahsetmek isterim ki Atatürk, “Siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla taçlanmadıkça kalıcı olamaz” diyerek ulusal ekonomiyi kurmuş; Sümerbank, Etibank, demiryolları, şeker fabrikalarını bu düşüncenin ürünü olarak halkına hediye etmiştir. Onun emanetine sahip çıkmak günümüz koşullarında yeniden "üretici ülke" olmaktan "tüketici pazar” olmaya zorlanan ülkem için çabalamak zorundayız.

Bu noktada Mehmet Akif Ersoy’un şu veciz sözü ne kadar da anlamlıdır:

“İstiklal, hürriyet ve vatan sevgisi, her şeyden önce gelir.”

Şimdi de Atatürk’ün önderliğinde modern bir cumhuriyete dönüşen Türkiye’yi, benzer çöküş dönemlerinden geçmiş devletlerle kıyaslayalım:

1918 sonrası Mısır İngiliz mandası altında kaldı; bağımsızlığını ancak 1952’de kazandı. İran' ın Reza Şah dönemindeki yaşadığı modernleşme girişimi tam anlamıyla demokratikleşmesini sağlayamadı. Fransız ve İngiliz mandası altında kalan Suriye – Irak 1940’lara kadar bağımsız olamadı, bugün bile siyasi istikrarsızlık içinde etnik çatışmalar yaşamaya devam ediyor.

1923’ te tam bağımsız cumhuriyet, laik ve çağdaş devlet yapısına sahip Atatürk'ün liderliğindeki Türkiye ise olağanüstü bir istisnadır. Yani, Atatürk olmasaydı manda yönetimi altında ya da otoriter rejimlerin kıskacında olacaktık. Bugün, dünya siyasetinde bağımsız bir Türkiye'den söz ediyorsak, bu durumu Atatürk'ün akılcılığına, ileri görüşlülüğüne ve halkına duyduğu güvene borçluyuz.

Sosyolojik perspektiften bakıldığında; Atatürk’ün yokluğu, Max Weber' in tanımıyla “karizmatik otorite”nin eksikliği anlamına gelir. Toplumsal dönüşüm dönemlerinde karizmatik liderler, geleneksel düzeni kırarak rasyonel-yasal sisteme geçişi sağlarlar. Atatürk ' de bu dönüşümün bir katalizörüdür.

Onsuz bir Türkiye, geleneksel otorite biçimlerine (din, hanedan, aşiret vb.) dayalı bir toplumsal yapı içinde kalır; modern hukuk devleti, yurttaşlık ve seküler kimlik gelişemezdi. Geleneksel yapılar — tarikatlar, aşiretler, dini otoriteler — modern devletin yerini alırdı. Bugün anayasa, meclis, hukuk devleti gibi kavramlar yerine, biat kültürü, feodal düzen ve din temelli yönetim konuşuyor olurduk.

Bu durumu Cemal Süreya’nın şu sözleriyle ifade ederek pekiştirelim:

“Bir toplumun ilerlemesi, bireylerin özgürleşmesiyle mümkündür. Özgür olmayan bireylerden oluşan toplumlar, zincirlerinden kurtulamazlar.”

İşte Atatürk, bu zincirleri kırmıştır. Onun yokluğu, Türk halkının tarih sahnesinde bağımsız bir özne olarak var olamaması anlamına gelir.

Mandater, dışa bağımlı parçalanmış bir coğrafya içinde modernleşme hareketleri en iyi olasılıkla en az yarım yüzyıl gecikirdi. Dolayısıyla Atatürk’ün varlığı, yalnız tarihsel bir şans değil, toplumsal bir varlık koşuludur. Onun önderliğinde Türk halkı, ümmet kimliğinden ulus kimliğine, kul statüsünden vatandaş statüsüne geçmiştir.

Atatürk olmasaydı, bugün “Türkiye Cumhuriyeti” adında bir devlet, “Türk halkı” adında modern bir ulus olmayabilirdi. Türk halkı belki de bir ulus kimliği bile kazanamayacak; kimliğini, dilini ve egemenliğini başka güçlerin gölgesinde arayacaktı.

O, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken sadece bir cümle kurmadı; bin yıllık bir tarih anlayışını değiştirdi. Bu yüzden Atatürk'ü anlamak, sadece bir lideri değil, bir halkın yeniden var olma iradesini anlamaktır. O, bir ulusun küllerinden yeniden doğmasını sağladı. "Yenilgi" kelimesinin altını “zafer”le, “esaret”in altını “özgürlük”le sildi. O, sadece bir savaş kazanmadı; bir halkın onurunu, bilincini, özgüvenini kazandı. Bu yüzden Atatürk'ün yokluğu yalnız bir liderin eksikliği değil, bir medeniyetin yokluğu anlamına gelirdi.

Bugün özgürce konuşabiliyorsak, yazabiliyorsak, düşünebiliyorsak, bunu onun “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ülküsüne borçluyuz. Ve bu nedenle, Atatürk sadece geçmişin değil, geleceğin de adıdır.

Sözü, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz ifadesiyle bitirelim:

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Fikir Yazıları
Tüm Sokakların Kötülüklerden Arındırılması Üzerine

Fikir Yazıları09 Kasım 2025 16:45

Tüm Sokakların Kötülüklerden Arındırılması Üzerine

Penelope’nin Dokuması: Sessizliğin ve Direnişin Hikâyesi

Fikir Yazıları05 Kasım 2025 15:56

Penelope’nin Dokuması: Sessizliğin ve Direnişin Hikâyesi

YAPAY ZEKANIN SİNEMAYA ETKİSİ

Fikir Yazıları04 Kasım 2025 14:38

YAPAY ZEKANIN SİNEMAYA ETKİSİ

İLİM

Fikir Yazıları31 Ekim 2025 22:16

İLİM

Miras Yükü Olarak Önyargı

Fikir Yazıları22 Ekim 2025 16:53

Miras Yükü Olarak Önyargı

Mükemmel Zamanlama

Fikir Yazıları16 Ekim 2025 20:46

Mükemmel Zamanlama

“Okuduğunu Anlamak Bireysel Gelişimden Toplumsal Bilince”

Fikir Yazıları10 Ekim 2025 21:28

“Okuduğunu Anlamak Bireysel Gelişimden Toplumsal Bilince”

DENİZE BAKMAK, BELAYLA KALMAK

Fikir Yazıları07 Ekim 2025 20:36

DENİZE BAKMAK, BELAYLA KALMAK

Çocuğun Ebeveynini Seçmek

Fikir Yazıları02 Ekim 2025 21:48

Çocuğun Ebeveynini Seçmek

Phil Williams’ın Raporu: “2040’ta 5. Dalga Organize Suç” [Organize Suçun Değişen Karakteri Üzerine]

Fikir Yazıları24 Eylül 2025 16:22

Phil Williams’ın Raporu: “2040’ta 5. Dalga Organize Suç” [Organize Suçun Değişen Karakteri Üzerine]