Jack London’ın Edebiyatında İroni ve Hiciv:
“VII. Edward’ın Taç Giyme Günü”
Jack London'ın edebiyatı çoğu kez sosyolojiktir. Ve onun gözlemciliğiyle ve çarpıcı yorumlarıyla yazılarının adeta sosyolojik bir saha çalışması niteliğini kazandığını söyleyebiliriz. London’ın eserlerinin bazılarında toplumsal adaletsizlik, sömürü, modern hayatın sorunları, uygarlık krizi kararlılıkla işlenir. Bu bakımdan en tipik örneklerden biri de onun Uçurum İnsanları (2015) (Özgün adı The People of the Abbyss [1902]) adlı yapıtıdır. Bu yapıtın orijinal baskısında yazar, Londra’nın Doğu Yakası’ndaki insanların nasıl korkunç bir sefalet içinde yaşadıklarını fotoğraflarla belgelemiştir. Bu bakımdan Jack London aynı zamanda foto-muhabir özelliğiyle dikkat çeker.
Yazarın yapıtında bölümler halinde çeşitli sorunların dile getirildiğini ve olayların betimlendiğini görürsünüz. Bu betimlemeler çok açık biçimde ironi ve hiciv yüklüdür, eleştireldir. Örneğin bu yapıtın bir bölümü VII. Edward’ın taç giyme törenine ayrılmıştır. London tam da sefil kitlelerin bir yandan kendi hayatlarının en korkunç, en berbat, en ölümcül durumlarına tanıklık ediyorlarken nasıl oluyor da onların her şeyi unutup kralın taç giyme törenine coşkuyla eşlik ettiklerine anlam verememektedir. İlgili bölümün bazı satırlarını aşağıya aktarıyorum.
“Vivat Rex Eduardus! Bir krala taç giydirdiler bugün. Çok büyük bir sevinç ve gösterişli bir ahmaklık vardı ve ben bütün bunları hem şaşkınlıkla hem de kederle seyrettim. Daha önce Amerikan sirkleri ve Elhamra revülerinin dışında hiç böyle bir şeyle kıyaslanabilecek bir kutlama töreni görmediğim gibi böylesine umutsuz ve böylesine trajik bir şeye de tanık olmamıştım… Altı bin beş yüz piskopos, papaz, devlet adamı, prens ve savaşçı katılmıştı Taç Giyme törenine. Biz geri kalanlar ise geçit alayını durduğumuz yerden, onlar geçerken seyrettik… Birdenbire kendimi yokluyorum, bütün bunların gerçek ve mantıklı olduğuna, bir an için gözüme çarpan hayal aleminden manzaralar olmadığına kendimi inandırmaya uğraşıyorum. Bu debdebenin, gösterişin, gösterinin ve anlamsız aptallığın, yıldızların sırrını çözen, doğaya hakim olan akıllı ve makul insanların bir eseri olduğuna inanmaktansa hayal aleminden geldiğine inanmayı tercih ediyorum. Prensler, küçük prensler, dükler, düşesler, taç giyme törenine katılanlar parıltılar içinde geçip gidiyorlar; sonra daha çok savaşçı, uşaklar ve ele geçirilmiş insanlar geçiyor ve geçit töreni bitiyor. Kalabalık seline kapılarak meydandan dolambaçlı dar sokaklara sürükleniyorum. Buradaki meyhaneler sarhoşlukla gümbürdüyor, kadınlar, erkekler ve çocuklar muazzam bir sefahat alemine dalmışlar. Her yandan Taç Giyme Gününün en gözde şarkısı yükseliyor: Ah! Taç Giyme Gününde, Taç Giyme Gününde Alem yapıp bağıracağız, hip, hip, hurra Hepimiz mutluyuz, viski, şarap ve şeri içiyoruz, Mutlu olacağız Taç Giyme Gününde… Yorgun işçiler bu gevşeme ve heyecanla sanki çıldırmış gibiydiler ve sokaklara akın edip kadını erkeği, yaşlısı genci, kol kola girmiş, uzun sıralar halinde dans ediyorlardı… Beni en çok etkileyen şey buydu, her tarafta sergilenen bu genel katı yüreklilik. Umuma açık bir yerde, evsizler sıraların üstündeydi ve bu zavallı ve zararsız sefillerle alay ediliyordu” (London, 2015: 121-131).
Yukarıdaki betimlemeler ironi ve hiciv yüklüdür. Yazarın betimlemelerini analiz ettiğimizde burada kitlelerin nasıl da “yanlış bilinçle” donatıldıklarını, kendilerine “yabancılaştıklarını” açıkça görebiliyoruz. Kitlelerin kendi sefaletlerini unutup kendilerinden geçme halini ironik bir durum olarak ele aldığımızda aslında onların mutluluklarının tam da onların mutsuzluklarının bir ifadesi olarak yorumlamak gerektir belki de. London bu olayı hicvetmektedir. Jack London kendi hayatlarının korkunçluğundan şikayetçi olmayan yığınların nasıl da VII. Edward’ın taç giyme törenine mutlu biçimde eşlik edebildiklerine şaşırmaktadır. Zira çoğunun bir evinin dahi olmadığı, açlık sınırının altında zar zor geçinebilen bu insanların nasıl da lüks ve şatafat dolu bir törene mutlu bir bağlılıkla eşlik ettikleri ve bu karşılaşma anında nasıl da içinde yaşadıkları düzeni sorgulamadıkları meselesi muhtemelen Jack London’ın yanıtını aradığı sorulardan biri olmalıdır. İnsanların kendi sefil durumlarından kaygılanmayıp da üstelik nasıl kendileriyle alay edildikleri karşısında mutlu oldukları sorusu…
Hamit Ölçer, AHBV, Sosyoloji, Doktora
Kaynakça
London, J. (2015). Uçurum İnsanları (O. Çakmakçı, çev.). İstanbul: Alfa Kitap.