
Aşkın İmkansızlığı: “Eksiği Arzulamak”
Popüler kültür, sinemadan müziğe kadar, bize aşkı ısrarla bir “tamamlanma” hikayesi olarak sunar. Mit, “ruh eşimizi” veya “diğer yarımızı” bulduğumuzda varoluşsal bir bütünlüğe erişeceğimizi vaat eder (Kanül, 2023). Ancak, psikanalitik kuram, özellikle de Jacques Lacan’ın düşüncesi, olduğu varsayılan romantik ideali temelden sarsar. Lacan, varolan kültürel fantezinin tam karşısında durarak en provokatif tezlerinden birini öne sürer: “Cinsel ilişki yoktur” (Lacan, 1975: 17, 46).
Söz konusu provokatif tez, insanların cinsel olarak bir araya gelmediği anlamına gelmez; iki cinsiyet arasında mükemmel, uyumlu, tamamlayıcı bir birlikteliğin, yani “İki’nin Bir olması”nın (Lacan, 1975: 14) yapısal olarak imkansız olduğunu belirtir. Aşk, tam da sözü edilen imkansızlığın üzerine kurulan, onu telafi etmeye yönelik “aldatıcı bir hayal ürünüdür” (Kanül, 2023). Peki, eğer aşk bir tamamlanma değilse, nedir? Lacan’a göre aşk, bahsi geçen imkansızlığın üstünü örten bir yanılsama ve temel bir “eksiklik” üzerine kurulu bir edimdir.
Konunun başlığında yer alan “eksiği arzulamak”, Lacanyen düşüncenin merkezinde yer alır. Arzu, basit bir tatmin iştahı değil, temel bir “eksiklik” (manque) üzerine kuruludur (Polat, 2025; Hewitson, 2016). Bu, somut bir nesnenin (para, statü, güç) eksikliği değil, dilin ve yasanın dünyasına girmemizle birlikte kaybettiğimiz ilksel bütünlüğe dair varoluşsal bir kayıptır; Lacan’ın manque-à-être yani “varlıktaki-eksik” olarak adlandırdığı durumdur (Fink, 2016: 81).
Eksiklik, bir sorun değil, arzunun temel şartıdır. Çünkü “eksik olan, arzulanandır” (Polat, 2025). Lacan, tam da söz konusu noktada, aşkın en bilinen ve paradoksal tanımını yapar: “Aşk, sahip olunmayan bir şeyi vermektir” (Polat, 2025; Hewitson, 2016). Kastedilen şey, cömertçe bir hediye vermek değil, kişinin kendi varoluşsal eksiğini, “hiçliğini” karşısındakine sunması, ona hitap etmesidir (Polat, 2025). Kişi, “sahip-olmayan” (non-haver) bir konuma geçerek (Hewitson, 2016), kendi yetersizliğini bir armağan olarak sunar. Kendi yetersizliğini armağan olarak sunmak, verilebilecek en büyük hediyedir, çünkü varlığın en temelini ortaya koyar. Eksiği açığa vurma ve sunma edimi, Colette Soler’in de belirttiği gibi, “feminen” bir jesttir (Fink, 2016: 84).
Eğer aşk, eksiğimizi vermekse, bu eksiği kime veririz? Onu, bizde olmayana sahip olduğuna inandığımız kişiye veririz. İşte bu, aşkın trajik olduğu kadar kurucu “yanlış anlamasıdır” (Polat, 2025). Gerçekte âşık olduğumuz kişi, karşımızdaki Öteki değil, bizim ona yansıttığımız fantezidir.
Lacan’a göre “aşk özünde narsisistçedir” (Lacan, 1975: 15; Hewitson, 2016; Tarpey, 2024). Karşımızdakinin gerçekliğine değil, onun içinde saklı olduğunu varsaydığımız o değerli, parlak nesneye, yani agalma’ya (Lacan’ın daha sonra objet petit a - arzunun nedeni olan nesne - olarak kavramsallaştıracağı şeye) âşık oluruz (Polat, 2025). Karşımızdakini sevmemizin nedeni, onun bize yansıttığı idealize edilmiş benlik imgemizdir. Jacques-Alain Miller’ın ifade ettiği gibi, aşk, “sizin en içteki gerçekliğinizi bildiğini sandığınız kişiye” (Tarpey, 2014) yöneltilir. Âşık olduğumuz kişi, “bildiği varsayılan özne” (subject supposed to know) konumuna yerleştirilir.
Narsisistik talep, Lacan’ın “Che vuoi?” yani “Benden ne istiyorsun?” sorusunda kristalize olur (Polat, 2025). Söz konusu ifade, öznenin çocukluğunda ebeveynine (Büyük Başka’ya) yönelttiği temel sorunun tekrarıdır: “Arzunun nesnesi olabilmek için benden ne istiyorsun? Söyle ki o olayım ve sevgini kazanayım.” Âşık, sevdiğine aynı soruyu sorar; onun talebini karşılayarak kendi eksiğini kapatmayı ve onun sevgisini talep etmeyi amaçlar.
Peki, “sevilen” (beloved) kendisine yöneltilen talebe nasıl yanıt verir? Başlangıçta pasif olan “sevilen”, “sevenin” (lover) ona atfettiği değerli agalma rolünü fark eder ve onu “benimsemeye başlar” (Polat, 2025). Kıymetli nesnenin gerçekten kendisi olduğuna inanmaya başladığı an, pozisyonlar değişir. Artık “sevilen” de “sevenin” sevgisine değer vermeye başlar ve kendisi de bir “sevene” dönüşerek, karşı taraftan sevgi talep eder (Fink, 2016: 93; Polat, 2025).
Lacan, pozisyon değişimini Seminer VIII'de “meyve ve alev” hikayesiyle anlatır: Elimiz (seven), güzel bir meyveye (sevilen) uzanır. Tam ona dokunacakken meyve alev alır ve onun yerinde bize doğru uzanan bir başka el (sevilenin sevene dönüşmesi) belirir (Hewitson, 2016). İki eksiğin karşılaştığı ve birbirini (anlık olarak) tanıdığı o an, “aşk mucizesi” (Fink, 2016: 97) olarak adlandırılır. Ortaya çıkan karşılıklı talep, “cinsel ilişki yoktur” tezinin yarattığı boşluğu telafi eden yanılsamalı “Bir”i yaratır. Ancak söz konusu telafi kırılgandır. Çünkü “sevilen”, “sevenin” onda varsaydığı objet a değildir. Lacan’ın acımasız formülasyonu yaşanan trajediyi özetler: “Seni seviyorum ama açıklanamaz biçimde sendeki bir şeyi –objet petit a– senden de çok sevdiğim için seni sakatlıyorum” (Tarpey, 2024 ). Aşk, karşımızdaki kişiyi kendi fantezimize indirgeyerek onu “sakatlar”.
Öyleyse aşkın işlevi nedir? Aşkın etik işlevi, mükemmel birliği sağlamak değil, öznenin arzu (desir) ve jouissance (dürtüsel tatmin) arasındaki karmaşık ilişkisinde bir denge kurmaktır. Lacan’ın belirttiği gibi, “yalnızca aşk, jouissance’ın arzuya boyun eğmesini sağlar” (Polat, 2025). Aşk, “cinsiyetlerin üzerinde bir lanet” olmaya devam etse de (Polat, 2025), bizi kendi eksiğimizle yaratıcı bir ilişki kurmaya zorlayan tek insani deneyimdir.
Lacanyen hakikat, yazının başında bahsettiğimiz popüler kültür mitleriyle en keskin yüzleşmesini modern dijital çağda yaşamaktadır. Sosyal medya ve flört uygulamaları, “ruh eşi” bulma vaadini (Kanül, 2023) algoritmik bir kesinliğe indirgeyerek, “eksiği” (Fink, 2016: 81; Polat, 2025) reddeden bir “tamamlanma” pazarı yaratmıştır. Söz konusu platformlarda sunulan profiller, Lacan’ın agalma (Polat, 2025) olarak tanımladığı parlatılmış, değerli nesnelerden, yani “ideal ben”in (Kanül, 2023) bir yansımasından başka bir şey değildir. Âşık olduğumuz şey, öteki değil, onun özenle kürate edilmiş fantezisidir. Ortaya çıkan durum, narsisizmin (Lacan, 1975: 15; Hewitson, 2016) ve “yanılsamanın” (Tarpey, 2024) zirve yaptığı bir “yanlış anlama” halidir (Polat, 2025). Ancak dijital “Bir” olma vaadi (Fink, 2016: 93), kaçınılmaz olarak “cinsel ilişki yoktur” (Lacan, 1975: 17, 46) duvarına çarpar. Hızla “kaydırıp” bir sonraki ideale geçtiğimiz çağımızda, aşkın trajedisi, onun imkansızlığında değil; onu mümkün kılan o kurucu “eksiği” (Polat, 2025; Hewitson, 2016) kabul etmeyi reddetmemizde yatar. Aşk, bir tamamlanma durağı değil, eksiği arzulamamanın sonsuz, imkânsız ve hayati sürecinin ta kendisidir.
Kaynakça
Fink, B. (2016). Lacan’da Aşk: VIII. Seminer Aktarım Üstüne Bir İnceleme (E. O. Gezmiş & Z. Oğuz, Çev.). Kolektif Kitap.
Hewitson, O. (2016.). What does Lacan say about… Love? https://www.lacanonline.com/2016/06/what-does-lacan-say-about-love/
Kanül, G. (2023). Psikanalizde Aşk. https://www.psikolojiagi.com/psikanalizde-ask/
Lacan, J. (1975). Le Séminaire de Jacques Lacan, Livre XX: Encore (J-A. Miller, Ed.). Seuil.
Polat, S. (2025.). Lacan ve Aşk: Eksiklik ve Arzu Üzerine. https://www.psysupolat.com/post/lacan-ve-aşk
Tarpey, G. (2024). Aşkın Yolu: Freud, Lacan ve Levinas. https://corpusdergi.com/2024/askin-yolu-freud-lacan-ve-levinas/