SATIR ARALARI
Rengin Yılmazer
Beynimizden bir günde ortalama 6 binden fazla düşünce geçiyor. Peki dilimizden ne kadar kelime dökülüyor? Dökülen kelimeler anlatmak istediğimizi ne kadar karşılıyor? Düşündünüz mü hiç, gün içinde ne kadar bariyersiz dile getiriyorsunuz hislerinizi ya da ne kadar istediğiniz tepkileri verebiliyorsunuz?
Yeni bir güne başlıyor ve sürekli konuşuyoruz. Bir şeyler anlatıyor, anlatılanları dinliyoruz. Düşündünüz mü hiç o anlatılanların altında yatan duyguları? “Nasılsın?” diye sorulduğunda verdiğiniz cevap, ne zaman gerçekten nasıl olduğunuzu anlattı?
“Seni seviyorum”lar var mesela… Bir ölçümüz var mı, karşılıklı değiş tokuş yaparken bu cümleyi, içini dolduran duyguyu tartan? Kendimizdeki neyse, aldığımız da aynı sanıyoruz, öyle değil mi? Sanmak… Bir cümle duymuştum “Sanmak en büyük kaybediştir.” diye. Ne kadar da gerçek.
Söylenen her şeyi kendimizdeki aslıyla bir tutmamak gerek belki de, hayal kırıklığına uğramamak için. Kerteriz alacağımız şey, cümlelerin eylemle buluştuğu yerler olmalı sanırım. “Özledim” diyorsun ama bunun için var mı aldığın bir yol? “Seviyorum”a karşılık gösterebileceğin bir şefkat? “Değerlisin” derken benim için nelerden vazgeçebildin/vazgeçebilirsin mesela? “Aklım sende” diyorsun ya anlattığım neler kaldı aklında? “Varınca haber ver” derken kilometrelerin, “Merak ettim” derken saatlerin hesabını tuttun mu? “Canım acıyor” derken kalbinin şeklini öğrendin mi kırılan her miliminde ya da gözyaşlarının yetmediği oldu mu “üzüntü”nün büyüklüğüne karşılık? Peki, umutla dolduğunda, içinde kocaman bir pencere açıldığını hissettin mi hiç, göğüs kafesinin sınırlarını genişleten?
Bu yazdıklarımdan neler anladın, okurken nerelere gittin? Satır aralarımda gezinirken neler buldun bende, sende?
İletişim açık olmadığı sürece hem yanlış anlaşılırız hem de sandıklarımıza inanırız. Ve büyük yanılırız çoğunlukla. Hayatımda muhteşem hikâye anlatıcıları oldu. Büyülenerek dinledim/dinliyorum anlattıklarını. Ben öyle anlatamıyorum hayallerimi çoğun zaman –bazen yazarken-
İstiyorum ki bir defa da bir tanesi çıkıp hikâyelerin gerçek olabileceğini somut olarak göstersin. “Vay be!” dedirtsin. Şöyle sonsuz bir yaz heyecanı kaplasın saç telimden, parmak ucuma kadar bedenimi. Sıcacık, hafif, pırıltılı…
Reşat Nuri “Biz; hayır demeyi, işim var demeyi, olmaz demeyi beceremeyen insanlarız. Yorgunluğumuz bitmez bizim.” demiş. Güzel demiş. Çevremiz gitmek istemediği yolda yürüyenlerle; kalmak istemediği yerde takvim çevirenlerle; enerjisini, vaktini, nakdini istemediği yerde tüketip, istediği yere varamamanın “kader” olduğunu sananlarla dolu. Kimse de silkelenip demiyor ki “Bunu yapabilenlerden bir farkım yok, sadece korkağım/tembelim!”
Bir anda gemileri yakmakla meşhur bir yakın tanıdığım şöyle diyor “Yine hayata gelsem, aynı hataları yine yapardım. Çünkü hatalarımdan öğrendiklerimle olduğum kişiyi seviyorum. En azından oturup ağlamıyor, hakkını vererek doyasıya yaşıyorum. Mutluluğu da acıyı da.” Gel de takdir etme şimdi bu cesareti!
Yıllardır gördüğüm çok tatlı bir cümle var. “Bulunduğun yerden mutlu değilsen, kalk ve yürü. Ağaç değilsin!”
Hiçbir duygunuzu ve talebinizi satır aralarına gizleyip, insanların zanlarına teslim etmeyin. Doğru adrese varamayan postalar onlar. Asla sahibine ulaşmaz, heba olur gider.
Aldığınız nefesin, atan kalbinizin hakkını verin ve seviyorsanız söyleyin bence :)