Dünya felsefe ve bilim tarihinde, yetkinlik sahibi birçok düşünür, gözlemci, eğitimci, şimdi ya da eski çağlardan beri aklın önemine vurgu yapmış, onun insanın güvencesi olduğunu dile getirmişlerdir. Kimi ondan tamamen saf aklın temelinde övgü ve gereklilikle söz ederken, kimi de tek başına, sadece akılla hayatı devam ettirmenin eksik olacağını, kesinlik elde edilemeyeceğini, ancak yaşamın zorunlu formlarıyla birlikte (tutkular, duygular vb.) daha iyileştirici olacağını ileri sürmüşlerdir… Ama bir şey var ki onun hakkında söylenen, düşünülen görüşlerin hemen hepsi, şöyle ya da böyle, bir şekilde onun en işlevsel, en iyi yol gösterici olduğu konusunda birleşirler. Bakış açısı ne olursa olsun akıl, insan hayatının iyileştirilmesini, geliştirilmesini düzenleyen tek yeti olarak kabul görmüştür ve kuşkusuz canlı yaşam basamağında üstünlüklü yere sahiptir.
Ancak bu yazının konusu aklın yapısı, özellikleri, var oluş üzerindeki etkilerini ve daha başka yönlerini alt alta dizmek değildir. İşin uzmanları bunu fazlasıyla yapmaktadır… Bundan dolayı amatörce görüş bildirmek pek isabetli olmayacaktır. Bu yazıda onun işlevselliğini engelleyen kültür ve alışkanlıklar üzerine birkaç başlık açmak olacaktır ve bunların başında ilk sırada şunlar yer alır:
-Hurafeler, mucizeler, dinler, kutsal kelam, sonsuz hayat vaatleri, kısacası “İlahi planların” hepsi aklı bağlayan unsurlarıdır.
-Efsaneler, kahramanlıklar, bayraklar, ırk, ruh birliği, kan bağı, soy bağı ve bunlara duyulan coşkulu yaşamlar da aklın düşmanları arasındadır. ( Burada, yeri gelmişken belirtmem gerekiyor ki yukarıda sıraladığım “yapay tatlandırıcıların” büyük bölümü tarihte, daha çok aptal yetişkinler tarafından savunulur. Hatta ısrarla devam ettirilir… Oysa günümüzde varoluş dahil olmak üzere, ihtiyaç duyduğumuz soruları karşılayan bilgiler fazlasıyla mevcut… Sözgelimi genetik, gökbilim, yapay zeka, fizik, kimya, biyolojide, toplum sözleşmelerinde dikkate değer gelişmelere tanık olmamıza rağmen, aptal yetişkinlerin neden, niçin akıl dışında kalmaya direndiklerini anlamak zor… Sürekli pompaladıkları aynı kültür, aynı alışkanlıklar gelecek nesiller üzerinde
kalıcı spazmlar yaratıyor ve eğer onlar hakkında birkaç söz söylemem gerekirse şunu derim: Geleneksel akıl, geri akıllıların ritüelidir… Sizi değiştirmeyi, dönüştürmeyi önermiyorum. Tamamen yok olmanızı arzuluyorum. Doğan her yeni çocuğa karşılık, her gün içinizden en az 50 kişinin yok olmasını diliyorum…)
-Yıkım, soykırım, katliam, yok etme ve sınırsız tüketim akılla ilgili değildir. Doyumsuzluk, açgözlülük, kronik açlık-tokluk dahi aklın engelleri arasında yer alır. Mal mülk, servet, para, kazanma hırsı dikkati dağıtan unsurlardır. İhtiyacımızdan fazlasını istemek de akıldışı çabaların sonucudur.
-Güç ve güç tapıncı da akılla ilgili değildir.. Bu istem daha çok vahşet-vahşilik ve hakimiyet alanı oluşturma temelinde gelişir.
- Devlet benzeri zora dayalı yapıların hemen hepsi aklı geri plana iter. Çünkü bu tip örgütlenmelerin temelinde hükmetme, hükümranlık sürme gerçeği yatar. Bu tür yapıların amacında, yaratıcılarının veya kurucularının çıkarına yönelik yararlılık vardır… Şehvet, haz, yönetme, iktidar olma ve konfor benzeri tutkuların ağırlığı vardır… Akıl buralarda her zaman ikinci sırada yer almaktadır. Bundan dolayı şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki: Güç ve güçlü olan tarafından yürütülen bütün örgütlenmeler aklın özgür gelişiminin önünde kısıtlayıcı bariyer görevi üstlenmektedirler… (Gerçek böyleyken bize hemen her fırsatta düzen, birlik, dirlik, beraberlik, koruma, kollama, kamu yararı, iktidar, hükmetme vb. gibi şeylerin aklın gereği olarak, onun buyrukları doğrultusunda gerçekleştirildiği anlatılır… Ama artık binlerce yıldır söylenen bu bayat öykülerin tekrar tekrar önümüze konulmasına ‘dur!’ demek gerekiyor… Bir kez daha tekrarlarsam: Egemenlik, güç, iktidar, düzen ve yönetmenin kaynağında, hükümranlık tesis edenlerin akıl almaz doyumsuzluğu ve tutkuları vardır.
Aynı şekilde BEKA dediğimiz ve üzerinde tepindiğimiz şey de aslında iktidar ve hükmetmeyi yitirme korkusuyla şekillenmiştir ve aklın yönetiminde ilerlemez. Tamamen korku kökenlidir… Bu korku da öyle bir şey ki, “…amaca giden her yol meşrudur - Machiavelli-” benzeri gayri ahlaki her türden hareketi sınırsız şekilde destekler.
*******
Yaşadığımız bu doyumsuz ve açgözlü dünyada ancak aklın gücü ile kurtulabiliriz… Bozulmuş uygarlıklara akılla karşı konulabilir ve gerçekten aklımızı kullanmayı birinci sıraya aldığımız gün, başkasına değil, kendi içimize bakmayı da öğrenmiş olacağız. Çünkü akıl ile çözüm arasında tamamlayıcı bağ vardır. Tutkular, özellikle şehvet ve güç nesneyi yönetimi altında tutarken, akıl onu kendini yönetebileceği özne haline getirir.
Ve zorlu çaba gerektiren her şey gibi aklı kullanmak da ciddi çaba gerektirir, deyip bitirelim.