Evrende İnsan Kalma Çabası

Fikir Yazıları - Zerrin Keskin

İnsanlık tarihi, varoluşun en temel çelişkileriyle yoğrulmuştur: Yaratma ve yıkma, sevgi ve nefret, adalet arayışı ve zulmün karanlığı. Bu zıtlıkların yarattığı kaosu, daosa çevirme ve insanlık tarihi boyunca haksızlığa uğrayanların layık olduğu yaşama kavuşmaları için ortaya çıkan ve zaman içinde hukuksal bağlamda korumaya alınan insan hakları; BM Genel Kurulu' nun 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi' ni kabul etmesiyle 10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü, olarak dünya çapında kutlanmaya başlamıştır.

İnsan hakları kavramı, modern anlamıyla 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesiyle filizlenmiş olsa da, kökleri çok daha derinlere, antik çağların adalet arayışlarına kadar uzanır. Ancak insan haklarının uluslararası hukukta yer bulması, özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan yıkıcı savaşlar ve insanlık dışı uygulamalar sonucunda hız kazanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Milletler Cemiyeti, insan hakları alanında ilk uluslararası girişimlerden biri olmuştur. Ancak bu örgütün yaklaşımı sınırlı kalmış, daha çok azınlık hakları ve kolektif haklar üzerinde durulmuştur. İnsan haklarının bireysel ve evrensel niteliği tam anlamıyla kavranamamıştır. Hollandalı hukuk tarihçisi J. H. Burgers’in ifadesiyle, 1900-1945 yılları arası, insan haklarının uluslararası hukukta yerleşmesi için hazırlık süreci olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte insan hakları fikri uluslararası toplumda merkezi bir konuma yükselmeye başlamıştır. Nazi Almanyası’nın işlediği soykırım ve savaş suçları, insan haklarının korunmasının ne denli hayati olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Bu trajediler, insan haklarının evrensel bir norm olarak kabul edilmesinin önünü açmıştır.

ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in “Dört Özgürlük” vizyonu, insan haklarının sosyal ve ekonomik boyutlarını da kapsayacak şekilde genişlemesini sağlamıştır. 1941 yılında "Birliğin Durumu" başlıklı konuşmasında önerdiği dört temel özgürlük biçimi: Konuşma ve ifade özgürlüğü, İbadet özgürlüğü, İhtiyaçtan özgürlük ve Korkudan özgürlüktür. Roosevelt, konuşmasını Japonya'nın Pearl Harbor'a yaptığı sürpriz saldırıdan 11 ay önce yapmıştır.Bilindiği gibi bu saldırı, Amerika Birleşik Devletleri'nin 8 Aralık 1941'de Japonya'ya savaş ilan etmesine neden olmuştur. Savaş öncesi yapılan Birliğin Durumu konuşması büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri'nin ulusal güvenliği ve dünya savaşının diğer demokrasilere yönelik tehdidiyle ilgiliydi.

1941’de imzalanan Atlantik Şartı ile insan haklarının uluslararası toplumun temel amaçlarından biri olduğu resmen ilan etmiştir. Anımsatıcı olması açısından sizinle bildiri maddelerinin bir özetini paylaşıyorum: Savaştan sonra toprak kazanılmayacak. Halkların onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacak. Milletler kendi geleceklerini kendileri tayin edebilecek. Uluslararası mecrada iş birliği gerçekleştirilip, geliştirilecek. Temel hammaddelerden eşit biçimde faydalanılacak. İnsanlar korkudan ve açlıktan kurtarılacak.

Açık denizlerde ticaret serbestliği mümkün olabilecek. Mihver devletler silahtan arındırılıp savaştan sonra da topyekûn silahsızlanmaya gidilecek.

1945 yılında San Francisco Konferansı sonrasında Birleşmiş Milletler, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak, devletler arasında dostane ilişkileri desteklemek, kalkınmayı ve insan haklarını geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Kurucu üyeler arasında 51 ülke ile birlikte Türkiye' de yer almaktadır.

1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) ise insan haklarının evrensel, bölünmez, devredilemez ve vazgeçilmez olduğunu ilan eden tarihi bir belgedir. Bu belge, insanlığın ortak vicdanının ve adalet arayışının somutlaşmış halidir.

İnsan hakları, her bireyin doğuştan sahip olduğu temel haklardır. Bu haklar, ırk, dil, din, cinsiyet, siyasi görüş gibi hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm insanlığı kapsar. Bu hakların üç temel özelliği vardır:

Evrensellik kavramı, dünya yüzeyinde yaşayan tüm insanların, nerede ve hangi koşulda olursa olsun eşit haklara sahip olması gerektiğinin, bu hakların coğrafi, kültürel, sosyal ya da politik sınırlarla sınırlanamayacağını ifade eder. İnsan hakları, sadece belirli bir toplumun ya da devletin değil, insanlığın ortak mirasıdır.

Bölünmezlik kavramı, insan haklarının birbirinden ayrılamayacağını, siyasi hakların sosyal haklardan, ekonomik hakların kültürel haklardan bağımsız düşünülemeyeceğini belirtir. Bir insanın özgürlük hakkı, eğitim hakkı veya sağlık hakkı gibi hakları bir bütünün parçalarıdır ve biri ihlal edildiğinde diğerleri de tehlikeye girer.

Devredilemezlik ve vazgeçilmezlik kavramı, insan haklarının hiçbir koşulda elden çıkarılamayacağını ve korunmasının zorunlu olduğunu vurgular. İnsan hakları, bireyin doğuştan sahip olduğu haklardır ve bu haklardan vazgeçmek ya da onları devretmek mümkün değildir. Bu haklar,insan onurunun temel taşlarıdır.

Küreselleşen dünyada, bilgi ve iletişim hızlanmış, ancak insan hakları ihlalleri de farklı biçimlerde devam etmektedir. Savaşlar, göçler, ekonomik eşitsizlikler, ayrımcılık ve baskılar, insan haklarının korunmasının ne denli hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.

İnsan olmak, sadece biyolojik bir varlık olmak değildir. İnsan bilinçli, düşünen, hisseden, yaratan ve anlam arayan bir varlıktır. İnsanlık tarihi, hem büyük başarılara hem de büyük felaketlere varoluşundan beri sahne olmuştur. Bu nedenle mevcut ikilemi aşma, adaleti, sevgiyi ve barışı seçme kapasitemizi kullanmak zorundayız.

Her birey, kendi yaşamında biricik bir hikayeye sahiptir. Bu hikaye, sadece bireyin değil, insanlığın ortak belleğinin de bir parçasıdır. İnsan; kişisel ve siyasal hakları, ekonomik ve sosyokültürel hakları, dayanışma temelli toplumsal hakları olmadan, sadece bir bedenden ibaret et yığını olarak kabul edilebilir. O varlığın da ne kadar insan olduğu tartışmaya açık bir konudur.

Günümüzde, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, sadece erkler sisteminin değil, tüm bireylerin ortak sorumluluğunda olmalıdır. Kendi dışında var olma savaşı veren her canlının haklarına sahip çıkmak, insan olmanın en yüce erdemlerinden biridir. Bu erdem, barış, sevgi ve adaletle beslenir. Gelecek nesillere daha adil, özgür ve insancıl bir dünya bırakmak için korunması gereken; sadece insana ait olan haklar değil, insan dışında da varlığını sürdürme çabasında olan, Dünya Ekosistemi' ni oluşturan tüm üyelerin yaşamına saygı göstermek gerekir. Doğanın bir parçası olduğumuzun bilinci ve biricikliğimize duyduğumuz özsaygı/ özgüvenin, bir diğerinin yaşamını istila etmeden de var olabileceğinin ayrımında, açgözlülüğün pençesine düşmeden doğal kaynakların biyolojik ihtiyaçlarımıza yeteceğinin güveninde, evrensel insan modelinin yaratılabileceğine inancım tam. Doğduğu günden itibaren üzerine yapıştırılan tüm etiketlerden kurtulmayı başarmış, varlığının kozmik önemini yeniden anımsamış, mevcut gücünü birlik ve bütünlük hayrına kullanmaya çabalayarak evrensel saygı kavramını özümsemiş nesiller oluşturmak zor ama imkansız değil. Dönüşüme kendimizden başlayarak, unuttuğumuz değerleri anımsayıp birbirimize ve sisteme duyacağımız güvenle; kader diye önümüze sunulanlara kulak asmadan çabalamak, zihnin zincirlerini kırmayı mümkün kılacaktır. Ben hala insandaki iyiden umudumu kesmedim.

Zamansız yoldaşlarımdan biri olan Marcus Aurelius' un dediği gibi :

İnsanın mutluluğu; insana özgü olanı gerçekleştirmektir. İnsana özgü olansa: benzerlerine karşı hoşgörülü olmak, duyumların devinimlerini önemsememek, insana layık olan düşünceleri ayırt edebilmek, evrensel doğayı ve onun yasasına uygun biçimde oluşan her şeyi hayranlıkla seyretmektir.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları günümüz kutlu olsun.