Hesaplaşma

Fikir Yazıları - Rengin YILMAZER

Bir ayın ilk günü pazartesiye denk geldiğinde o ay çok düzenli geçecekmiş gibi bir his uyanıyor içimde. Aynı bu ay olduğu gibi. Üstelik şu anda bir de yeni bir mevsim başlıyor bu şekilde. Hem de en hüzünlü, en serin, en sakin mevsim.

.

Sanki tüm yazın müziğinin bir anda kısıldığı, sokaklardaki herkesin evlere dağıldığı bir vakit bu başlayan.

.

Sadece ben değilim eminim Eylül’ü “yeni sezon” başlangıcı gibi gören. Yeni okul dönemi, yeni adli yıl, yıllık izin dönüşü bir sonraki yaza kadar yeni iş yılı…

.

Senede üç defa kendimi gözden geçiririm. İlki malum yeni yıl girişleri, ardından yeni yaşıma girdiğim, en sevdiğim mevsim; ilkbahar. Son olarak da Eylül.

.

İkinci kontrolden bu yana yine aksiyon eksik olmadı hayatımda, ruhumda. Hareketli, ilgi çekici, fena sayılmayan bir yazı, gerçekten hayal kırıklığı ile finalledim. Kafamdaki soru işaretleri, hesaplaşma dönemine denk geldi. Şüphesiz bunun da vardı bir sebebi.

.

İnsanları, olayları, duyguları, konuşmaları, yazışmaları, ifadeleri, geçmişi, geleceği ve daha neleri yatırdım masaya anlatmam imkânsız. Çok üzüldüğüm, kendimi suçladığım, kırdığım, kırıldığım, çok mutlu olduğum sayısız an ve olay da eklendi elbette bu operasyona. Kelime yapısı itibariyle işteş olan ama ne yazık ki tek taraflı kalan “iletişim” sorunlarına takıldı zihnim. En çok o yormuş beni bu dönemde geriye dönüp baktığımda.

.

Geçenlerde bir Pazar sabahı bilmediğim bir numaradan gelen telefonu yanıtladım. Karşımda benden yaşça büyük olduğunu anladığım bir bey bana “Kiminle görüşüyorum?” diye sordu. “Kimi aramıştınız?” diye yanıtladım. Cevap vermeden o sorusunu, ben sorumu tekrarladık. Ardından ismimi söyleyince “Benim, buyurun, konu neydi?” dedim. Konuyla ilgili derdimizi çözdükten sonra bana “Neden görüşmenin başında isminizi söylemediniz ki?” diyerek sitemli bir çıkış yaptı. Yeni nesil, telefon görüşmeleri konusunda çok tecrübeli değiller ama eski nesil bir numarayı aradığında kendini tanıtıp, derdini söylemeyi ve kiminle görüşmek için aradığını ifade etmesi gerektiğini bilir. En azından ben öyle sanıyordum, öyle öğrenmiştim. Dolayısıyla “Beni arayan herkese kim olduğumu söylemek zorunda olduğumu düşünmüyorum çünkü.” şeklinde cevap verdim. Yanıtım karşı tarafı kesinlikle tatmin etmedi. Ve biz iletişemedik. Yakın çevremden biri değildi, kendimi açıkça ifade etmeme rağmen benim cümlelerim onda bir karşılık bulmadı. Sanırım ikimiz de bu konunun üzerinde durmadık.

.

Bir de yakın çevremizde olduğuna inandıklarımızla iletişememek var. O insanı gerçekten acıtıyor. En azından beni hala acıtıyor. Çocukluğumda babam, onun hoşuna gitmeyen bir davranışım olduğunda asla bir açıklama yapmaz ve küserdi. Öyle 1-2 gün değil, 1,5- 2 ay küserdi aynı evin içinde. Benimle aynı sofraya oturmaz, yokmuşum gibi davranırdı. Kendince bir eğitim tarzıydı sanırım. Ben küslüğün sebebini annemden öğrenirdim. Bu sebeple sanırım iletişimin açıklamasızca kesilmesi bende çocukluktan gelen bu travmalarımın tetiklenmesine neden olur hep. Ortaokul yıllarımda çok kıymet verdiğim bir öğretmenim de küserdi aynen babam gibi. Adama defalarca “baba” demişliğim var derdimi anlatırken.

.

Tazecik bir tetikleyicim oldu geçtiğimiz günlerde ve ben dönüp hoop çocukluğuma gittim. Aynı sessizlik, aynı çaresizlik, aynı terk edilmişlik, aynı vazgeçilmişlik, aynı yalnızlık hissi. Bu yaşımda hala ağır geliyor. Altında yatan sebeplerin hepsini bilmeme ve üzerinde çalışmama rağmen. İlk anda tokat gibi çarpan o his kalbime çok ağır geliyor. Yaşımla ve yaşadıklarımızla orantılı bir şekilde atlatma sürem ve tarzım değişiyor ama götürdüğü yer hep aynı.

.

Duygu ve düşüncelerimiz değişebilir, beklentilerimiz, korkularımız, hayallerimiz, gitmeyi seçeceğimiz yollar… Ama işte “birlikte” yapılmış planlarda bir anda ve açıklamasızca yalnız bırakılmak benim anlayabildiğim bir dil değil.

.

Çocukluk travmalarımı ele aldığım yılın son hesaplaşma dönemini tertemiz bir sayfaya bırakırken sevgili kalbimi aldım karşıma ve kendisine teşekkür ettim. O kadar kırıldı, yaralandı, çeşit çeşit darbe aldı, kan ağladı kan; ama bir an bile sevmekten vazgeçmedi. Asla korkmadı. Adresleri doğru tayin edemiyor olsa da zaman zaman, huylu huyundan vazgeçmez. İnanıyorum ki o da hakkıyla sevilecektir bir gün. O yüzden öfkelenmeden, hanımefendiliğimizi bozmadan, doğruyu bulacağımıza olan inancımızı yitirmeden sevmeye devam edeceğiz. Çünkü bence yaşamın hakkı severek verilir.