Sınıf Yönetiminde Bireyselcilikten Toplulukçuluğa
Sınıflar, toplumun küçük birer yansımasıdır; dışarıda ne yaşanıyorsa, sınıfın içinde de onun bir izdüşümü vardır. Toplum bireyselleştikçe sınıflar da rekabetin, öne çıkma çabasının ve yalnız başarının sahnesine dönüşür. Ancak toplumun dayanışma, paylaşma ve birlikte üretme değerleri güçlü olduğunda, sınıflar da o kültürün sıcaklığını taşır. İşte tam bu noktada sınıf yönetimi, yalnızca düzeni sağlama meselesi değil; hangi dünyanın inşa edileceğine dair bir tercihtir. Her gün sınıf kapısından içeri adım atan bir öğretmen, aslında yalnızca ders anlatmaya değil, bir kültür inşa etmeye başlar. O sınıf bazen bireylerin birbirine rakip olduğu bir arena gibidir, bazen de dayanışmanın, paylaşmanın ve birlikte öğrenmenin filizlendiği bir topluluk… Başka bir deyişle, Rothstein ve Trumbull’un (2008) de belirttiği gibi, sınıf ortamları genellikle iki temel yaklaşım arasında şekillenir: bireyselcilik ve toplulukçuluk. Öğretmen de sınıfta bireyselciliğin mi yoksa toplulukçuluğun mu egemen olacağını belirleyen en önemli kültür mimarıdır.
Bireyselci bakış açısında, öğrenme kişisel bir uğraştır. Her öğrenci kendi başarısından sorumludur; öğretmen, bilgi aktaran bir otorite, öğrenci ise bu bilgiyi kendi başına anlamaya çalışan bir alıcıdır. Okul, özerk ve hedef odaklı bireyleri teşvik eder (Betts, 2004). Bu sınıflarda öğrenme, öğretmenle öğrenci arasındaki ilişkide tanımlanır; diğer öğrencilerle etkileşim ikincil önemdedir. İşbirlikli etkinlikler yapılsa bile, her öğrenci kendi katkısına göre bireysel not alır (Slavin, 2006; akt. Rothstein ve Trumbull, 2008). Böyle bir sınıfta öğrenciler genellikle “kendi işini yapmanın” önemini öğrenirler. Diğerleriyle işbirliği kurmak yerine, bireysel başarılarını korumaya odaklanırlar (Isaac, 1999; akt. Rothstein ve Trumbull, 2008). Bu nedenle öğretmen, sınıf yönetimini bireysel davranışları kontrol etmeye indirger; her öğrenciyi ayrı bir “sorun” ya da “potansiyel” olarak görür. Öğrenciler bir arada otursalar bile, aslında sessiz bir rekabet içindedirler. Bireyselci sınıf yönetiminin hakim olduğu sınıflarda öğrenciler “kendi başarısından” sorumludur; grup performansının önemi sınırlıdır. Değerlendirmeler genellikle bireysel sınav ve ödevlere dayanır. Rekabet ve bireysel performans vurgusu yüksektir. Öğretmen, bireysel hedef koymayı ve öz düzenlemeyi teşvik eder. Bu anlayış aile ilişkilerine de yansır. Bireyselci sınıflarda aile, öğrenme sürecinin doğal bir parçası değil; yalnızca disiplin sorunlarında “yardıma çağrılan” bir paydaştır (Evertson, Emmer & Worsham, 2006; akt. Rothstein & Trumbull, 2008). Aileyle iletişim, iş birliğinden çok müdahale biçimindedir.
Bu yaklaşımın tam zıddı olan toplulukçu bir sınıf çok farklı bir ruh taşır. Bu sınıfta öğrenme, bireylerin tek tek çabalarının ötesinde, bir grup dinamiği içinde gerçekleşir. Öğrenciler birbirlerinin öğrenmesinden sorumluluk duyar, birbirine yardım eder, başarının bireysel değil ortak olduğuna inanır (Rothstein ve Trumbull, 2008). Burada önemli olan “ben ne yaptım?” değil, “biz ne öğrendik?” sorusudur. Toplulukçu sınıf yönetiminin hakim olduğu sınıflarda öğrenciler ortak hedefler doğrultusunda birlikte çalışır. Grup başarısı bireysel başarının önünde gelir. İşbirlikli öğrenme, akran desteği ve ortak karar alma önemlidir. Disiplin anlayışı cezadan çok, topluluk içinde uzlaşı ve yanlış davranışın düzeltilmesi üzerine kuruludur. Öğretmen, rehber ve kolaylaştırıcı bir liderdir.
Elbette ki her iki yaklaşımında avantajları ve dezavantajları mevcuttur. Bireyselci sınıflar öğrencilerde bağımsız düşünme, özgüven ve özdenetim gelişimini destekler ve bireysel sorumluluk ve kişisel farkındalık artar. Ancak rekabet duygusu ağı basarak işbirliğinin önüne geçebilir, empati, yardımlaşma ve topluluk bilinci zayıflayabilir. Örneğin, öğretmenin öğrencileri sürekli “en yüksek notu kim aldı?” şeklinde değerlendirdiği bir sınıfta bireyselcilik kültürü baskındır. Bu tür ortamlar genellikle başarı odaklıdır, ancak aidiyet duygusu zayıftır
Toplulukçu sınıflarda öğrenciler ortak hedefler doğrultusunda birlikte çalışır ve grup başarısı bireysel başarının önünde gelir. Sınıfta güven, dayanışma ve empati temelli bir atmosfer oluşur. Öğrenciler sosyal becerilerini geliştirir, birbirlerinden öğrenirler. Aidiyet duygusu davranış sorunlarını azaltmada yardımcı olabilir. Bununla birlikte bu sınıflarda bireysel farklar ve özel ihtiyaçlar göz ardı edilirse, grup baskısı oluşabilir ve yenilikçi fikirler “uyum” gerekçesiyle bastırılabilir. Örneğin, öğretmenin “bu hafta grup olarak hedefimiz sınıf içi yardımlaşmayı artırmak” dediği bir sınıfta, toplulukçu bir anlayış egemendir. Öğrenciler yalnızca kendi notları için değil, sınıfın genel başarısı için de çaba gösterir.
Görüldüğü gibi, bireyselci sınıflarda karar verme süreçleri bireye dayanır; öğrencinin özerkliği ön plandadır. Aile ise ancak bir sorun ortaya çıktığında başvurulan, öğrenme sürecinin dışında tutulan bir kurumdur. Oysa toplulukçu sınıflarda durum tamamen farklıdır. Bu anlayışta aile, sürecin başından itibaren bir paydaştır; öğretmenle sürekli iletişim halindedir. Sınıf ve aile arasında kurulan bu bilgi akışı sayesinde öğrenci sadece akademik yönüyle değil, kültürel ve duygusal yönleriyle de daha yakından tanınır. Sınıf, tek tek bireylerden oluşan bir topluluk değil, birlikte öğrenen bir grup olarak görülür (Nayir, 2024).
Yukarıdaki açıklamaları göz önünde bulundurduğumuzda bugün eğitimde en çok ihtiyacımız olan şeyin, bu iki yaklaşım arasındaki dengeyi yeniden kurmak olduğu söylenebilir. Çünkü bir sınıf, yalnızca bireylerin toplandığı bir yer değil; birlikte düşünen, paylaşan ve gelişen bir topluluktur. Tamamen bireyselci bir sınıf, soğuk ve rekabetçi olabilir; tamamen toplulukçu bir sınıf ise bireysel özgünlüğü bastırabilir. Öğretmenin amacı, öğrencinin hem “kendi sesini” bulmasını hem de “birlikte yaşamayı” öğrenmesini sağlamaktır. Bu denge, öğrenme toplulukları (learning communities) yaklaşımıyla sağlanabilir (DuFour, DuFour & Eaker, 2008). Bu anlayışta birey, topluluğun bir üyesi olarak katkı sunar; ama aynı zamanda topluluk da bireyin gelişimini destekler.
Sonuç olarak sınıf yönetimi, bireyselcilik ve toplulukçuluk arasındaki gerilimi iyi okuyabilen öğretmenlerin elinde güçlü bir öğrenme aracına dönüşür. Bireyselcilik, öğrencinin kendi potansiyelini fark etmesini sağlar; toplulukçuluk ise o potansiyeli anlamlı bir bütün içinde yaşama geçirir. Sonuçta eğitim, yalnızca bireyin değil, toplumun da inşasıdır. Sınıfta dayanışmayı, empatiyi ve birlikte üretmeyi öğrenen öğrenciler, yarının adil, duyarlı ve dayanışmacı dünyasının temellerini atarlar. Bireysel başarıyı yücelten sistemler elbette ilerleme sağlar, ama toplulukçu bir sınıf anlayışı insanı insana yaklaştırır — ve belki de tam da bu yüzden, gerçek öğrenme orada başlar. Kısacası, iyi bir sınıf yönetimi hem bireyin sesine hem de topluluğun ritmine kulak verir.
İşte bu noktada belki de artık sınıflarımızda şu soruyu sormalıyız:
“Biz nasıl bir topluluk olmak istiyoruz?”
Kaynakça
Betts, G. (2004). Fostering autonomous learners through levels of differentiation. Roeper Review, 26(4). 20.06.2020 tarihinde https://eric.ed.gov/?id=EJ705232 adresinden ulaşılmıştır.
DuFour, R., DuFour, R., & Eaker, R. (2008). Revisiting Professional Learning Communities at Work: New Insights for Improving Schools. Bloomington, IN: Solution Tree Press.
Nayir, F. (2024). Kültürel Değerlere Duyarlı Öğretmen ve Sınıf Yönetimi, Kltürel Değerlere Duyarlı Eğitim İçinde (Ed. Nay,r, F. ) Ankara : Anı Yayıncılık
Rothstein, C. ve Trumbull, F.E. (2008). Managing Diverse Classrooms How to Build on Students’ Cultural Strengths, Virginia: ASCD.