Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular Klinik Psikoloji İletişim
Dil Edinimi ve Anadil Eğitimi

Dil Edinimi ve Anadil Eğitimi

Din Felsefesi 07 Ekim 2025 13:34 - Okunma sayısı: 18

Mustafa Pala

VICTOR

Yıl 1797, Fransa’nın Aveyron bölgesinde Lacaune adlı bir köyün yakınlarında, üzerinde giysi olmayan, toz toprak içinde, 9 yaşlarında bir erkek çocuk görülüyor. Yabani davranışlarıyla köylülerin ilgisini çeken bu tuhaf çocuk, kimseyle konuşmuyor ve köyden kaçıp gidiyor. Bir yıl kadar sonra aynı bölgede aynı çocuk, yine ortaya çıkıyor; onu yakalayan köylülerce evlerine götürülüyor, yıkanıp giydiriliyor ve kendisine yemek veriliyor. Ağzından tek sözcük çıkmayan bu çocuk, bir hafta sonra yine kaçıyor. Fakat sonra zaman zaman, özellikle aç kaldığında köye geliyor, köylülere yaklaşıyor; karnı doyunca ormana dönüyor.

İki yıl sonra soğuk bir kış günü bir kere daha köylülerce yakalanan, sadece anlaşılmaz sesler çıkarabilen, iki eli ve iki ayağı üzerinde yürüyebilen çocuğun artık ormana dönmesine izin verilmiyor. Bakımını köylülerin sağladığı bu çocuktan haberdar olan Napolyon’un kardeşi Lucien Bonaparte, onu köylülerden alıp uzmanlara teslim ediyor. 12 yaşlarında olduğu düşünülen çocuğa Victor adı veriliyor. Bakımına ve eğitimine Doktor Jean-Marc-Gaspard Itard tarafından başlanan Victor, hayvanlara özgü davranışlar sergiliyor ve yemek, uyumak dışında bir şey yapmıyor; dikkatini herhangi bir şey üzerinde yoğunlaştıramıyor. Yanı başında patlayan silahın sesine aldırmıyor, ama bazı hayvanların seslerine anında tepki veriyor.

Victor, 5 yıl süren eğitimi boyunca sadece birkaç sözcüğü duyduğunda anlayabilir duruma geliyor; fakat konuşmayı hiçbir zaman başaramıyor. Victor’un yaşadıkları ayrıntılı bir biçimde belgelenmediğinden dil kapasitesinin gelişmeme ve konuşmama nedeni tam olarak bilinemiyor.

GENIE

Şimdi 1970. Los Angeles’te sosyal izolasyon, ihmal ve taciz kurbanı “Vahşi Çocuk Genie”yle birlikteyiz. 1957 doğumlu Genie, henüz 20 aylıkken akıl hastası babası tarafından bir odaya kilitleniyor. Eli kolu bağlı, hayatta kalabilecek kadar ihtiyacı karşılanarak bu odada yaklaşık 12 yıl yaşıyor. 12 yıl boyunca her türlü etkileşim ve iletişimden uzak yaşayan Genie, babasının uyguladığı bu tecridi annesiyle birlikte kırıp kaçıyorlar ve sosyal hizmetler kurumuna sığınıyorlar.

Tecritte konuşması yasaklanmış, en küçük bir ses çıkardığında babasının şiddetine maruz kalmış olan Genie, insan içine çıktığında hiç konuşmuyor. Psikologlar, dilbilimciler derhal büyük bir ilgiyle Genie’ye odaklanıyorlar. Dört yıl süren bir eğitimin sonunda ona bir sözcük testi uyguluyorlar; 17 yaşındaki Genie, sözcük düzeyinde sadece 5 yaşındaki bir çocuğun birikimine ulaşabiliyor. Gramer kurallarını anlamakta ve sözcükleri bu kurallara uygun ilişkilendirmekte, sözdiziminde (sentaks) zorluk çekiyor. Öğrendiği sözcüklerle düzgün cümleler kuramıyor, anlatmak istediğiyle kurduğu cümle farklı oluyor. Örneğin “Ben yemek yedim.” cümlesini, “Yemek beni yedi.” biçiminde kurabiliyor. Anlambilim (semantik) ve sözcük bilgisinde görece ilerlese de dil yeterliliği yaşıtlarının çok altında bulunuyor. Yaşadığı zorluklar, olumsuzluklar ve dile maruz kalmaktan yoksunluğu nedeniyle dil yetisi sınırlı kalıyor.

HELEN

Bu kez Alabama’dayız ve yıl 1880. Helen Keller, varlıklı ve mutlu bir anne babanın sağlıklı bir bebeği olarak dünyaya geliyor. Fakat sevgi ve ilgi dolu bir bebekliğinin 19. ayında, ağır bir ateşli hastalık geçiriyor. Bu hastalıktan geriye göremeyen, işitemeyen ve tabii konuşamayan bir Helen kalıyor. O mutlu, sevimli, şen şakrak, cıvıl cıvıl bebek; sessiz, konuşmasız, kapkaranlık dünyasında mutsuz, huzursuz ve hırçın bir çocuğa dönüşüyor. Çocuklarının bu durumuyla kahrolan anne babanın çare için çalmadığı kapı kalmıyor.

Helen yedi yaşındayken çalınan o kapılardan birini Anne Mansfield Sullivan açıyor ve bu, o talihsiz çocuğun hayatında bir dönüm noktası oluyor. Kendisi de 16 yaşındayken geçirdiği bir ameliyatla az da olsa görmeye başlayan Sullivan, önce durumu nedeniyle iyice hırçınlaşan Helen’in ancak sıkı bir disiplin içinde eğitilebileceği konusunda Kellerleri ikna ediyor.

Eğitim, Helen’in dokunduğu nesnelerin adlarını avucuna Sullivan’ın parmağıyla yazarak onun nesnelerle adları arasında bir ilişki kurmasını sağlamaya çalışmakla başlıyor. Helen, bu özel yöntemle, yani nesnelerin adlarının avucuna yazılmasıyla adeta çok özel bir “işitme” yetisi kazanıyor. Bu oldukça zorlu eğitim sürecinde sıra konuşmaya geliyor, ama nasıl? Bir gün bahçede Sullivan, Helen’in bir eline tulumbadan su akıtırken avucunun içine de parmak ucuyla “su” yazıyor ve aynı anda diğer elini dudaklarına götürerek “su” sözcüğünü söylüyor. Helen, Sullivan’ın dudaklarındaki kıpırtı, avucuna yazılan ad ve parmaklarının arasından akan su arasında bir ilişki kuruyor. Birden nesnelerin yazılabilen ve söylenebilen adları olduğunu fark ediyor.

Edince de arkası çorap söküğü gibi geliyor. Birkaç gün içinde yüzden fazla sözcük öğrenmekle kalmıyor; ardından hızla Braille alfabesini ve bu alfabeyle okuma yazmayı başarıyor. 24 yaşında Radcliffe Üniversitesi’ni başarıyla bitiriyor, kitaplar yazıyor, konferanslar veriyor…

Victor, Genie, Helen ve belki daha bilmediğimiz niceleri… Hepsi kurgulanmış hikâyelerin değil, yaşanmış hayatların kahramanları. Yaşadıkları bunca engellerle kendi hayatları zora girerken, insanoğlunun hâlâ bilinmezlerle dolu dil yetisini ve dil edinme süreçlerini yaşadıkları deneyimlerle adım adım aydınlatıyorlar.

Victor’un dil edinememe sürecinin, Fransız Yeni Dalga’sının 400 Darbe ile eğitim temasında duyarlılığını kanıtlamış yönetmeni François Truffaut’nun senaryosunu Jean Gruault’la yazıp kendisinin de oynadığı 1970 yapımı Vahşi Çocuk (The Wild Child); Genie’nin dil edinme zorluğunun, Daryl Haney’in senaryosunu yazdığı, Harry Bromley Davenport’un yönettiği 2001 yapımı Kuşlar Artık Şarkı Söylemiyor (Mockingbird Don’t Sing); Helen Keller’in yarattığı mucizenin de senaryosunu Helen Keller ile William Gibson’ın yazdığı, Arthur Penn’in yönettiği, 1962 yapımı Mucize İşçi (Karanlığın İçinden, The Miracle Worker) filmine konu olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

EĞİTİM VE DİL EDİNME

Doğuyoruz, sonra hayvanlara, nesnelere, doğaya ve insanlara ait birçok sesler duyuyoruz. Sonra bir biçimde hangi seslerin insanlara ait olduğunu ve bunlardan hangilerinin sözcük olduğunu, hangilerinin olmadığını, aralıklarının nasıl belirleneceğini, bu sözcüklerin nasıl söyleneceğini, hangi sırayla dizileceğini, bütün bunların bir kuralı olduğunu seziyor ve o kuralın ne olduğunu öğreniyoruz. Daha ilginci, bu öğrendiklerimizi herhangi bir dil eğitimi almadan kullanmaya başlıyoruz. Bu bir mucize değil de nedir? İşte o dil edinme mucizenin nasıl gerçekleştiğini, temel eğitimin bu mucizeye katkısını araştırıyor eğitim bilimciler, dil felsefecileri ve dilbilimciler.

Dil edinmenin eğitim süreciyle karşılıklı etkileşimi, birbirlerini geliştirme temelinde gerçekleşiyor. Çünkü eğitim sistemlerinin temel amaçları, bireyin bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini destekleyerek onu hem toplumsal yaşama uyumlu bir yurttaş hem de eleştirel düşünceye sahip ve yaratıcı bir birey olarak yetiştirmektir. Bu amaçlara ulaşmada “anadil eğitimi” merkezî bir role sahiptir. Burada “anadil”den kastedilen, bireyin biyolojik annesinden öğrendiği ilk dil demek olan “ana dili” değil; sosyalleştiği, kültürlendiği ve vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu ülkenin resmî dilidir. Anadil ve eğitim karşılıklı etkileşimi kaçınılmaz kılıyor. Etkileşim, yalnızca dilsel becerilerin geliştirilmesini değil, aynı zamanda bireyin düşünce dünyasının, toplumsal kimliğinin ve bilişsel yetilerinin inşasını, yani bireyin eğitimini de kapsıyor.

Eğitim bilimciler, dili öğrenmenin ve düşünmenin temel aracı olarak görüyorlar. Dil edinme sürecini biyolojik ve toplumsal etmenlerin birbirlerini etkilemesine bağlayan Toplumsal Etkileşimci Kuram’ın en önemli savunucusu Rus psikolog Lev Vygotsky, çocukların başkalarıyla iletişim kurma isteği duyduğunu ve bu isteğin onları çevreleriyle iletişim kurmayı öğrenmeye ittiğini söylüyor ve dilin, bireyin bilişsel gelişimini mümkün kılan en önemli kültürel araç olduğunu ileri sürüyor (Toplum İçindeki Zihin: Yüksek Zihinsel İşlevlerin Gelişimi, Doruk Yayınları, 2022). Vygotsky’ye göre anadil, çocuğun zihinsel süreçlerini yapılandırıyor ve soyut kavramları içselleştirmesini sağlıyor. Psikolog, anadil eğitiminin bilişsel gelişimi hızlandırdığını, çünkü dilin sosyal etkileşim yoluyla öğrenmeyi desteklediğini savunuyor.

Jerome Bruner de eğitimi kültürün aktarım süreci olarak tanımlıyor ve bu aktarımın anadil aracılığıyla gerçekleştiğini vurguluyor (Eğitim Süreci. Pegem Akademi Yayıncılık, 2009). Bu bağlamda, eğitim sistemlerinin işlevselliğinin, öğrencilerin resmî anadilde güçlü bir yeterlilik kazanmalarına, yani etkili bir anadili eğitimine doğrudan bağlı olduğu görülüyor.

Dil felsefesi, dili pasif bir yansıtıcı değil, aktif bir yapılandırıcı olarak ele alıyor. Anadilde kazanılan kavramsal yeterlilik, bireyin sadece konuşma yeteneğini değil, aynı zamanda karmaşık fikirleri formüle etme, mantık yürütme ve soyut düşünme becerisini de doğrudan etkiliyor. Bu nedenle anadil eğitimi, yalnızca iletişimsel değil, aynı zamanda varlık bilimsel (ontolojik) ve bilgi kuramsal (epistemolojik) bir işlev üstleniyor. Martin Heidegger’in “dil evi” metaforunda (“Dil, varlığın içinde konaklayarak var olduğu evidir.”), anadil bireyin varoluşunu biçimlendiriyor; kültürel resmi dil eğitimi, kişisel gelişimi varoluşsal bir temele oturtuyor.

Ludwig Wittgenstein’ın ifadesi de “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” (Tractatus Logico-Philosophicus, Metis yayınları, 2016) biçiminde. Dolayısıyla öğrencinin düşünce ufku, eğitildiği dilin imkânlarıyla belirleniyor. Jürgen Habermas, ortak bir dil olmadan kamusal iletişim ve demokratik katılımın mümkün olamayacağını ileri sürüyor (İletişimsel Eylem Kuramı, Kabalcı yayınları, 2001). Çünkü onun “İletişimsel Eylem Kuramı”nda dil, toplumsal uzlaşıyı sağlıyor; anadil eğitimi, resmi dil üzerinden sosyal normları içselleştirmeyi teşvik ediyor. Hans-Georg Gadamer ise anlamın ve geleneğin dille taşındığını savunuyor (Hakikat ve Yöntem, Paradigma Yayınları, 2023). Bütün bu görüşler, resmî anadilde eğitim almayan bireylerin, kişisel gelişimlerinde de toplumsal katılımlarında da eksiklik yaşayabileceklerini gösteriyor.

Dilbilimciler ise anadil eğitimini hem bireyin bilişsel süreçleriyle hem de toplumsal bütünleşmeyle ilişkilendiriyorlar. Dil edinme sürecini “Evrensel Dilbilgisi”yle açıklayan Noam Chomsky’nin Doğuştancı Kuramı dil yetimizi doğuştan sahip olduğumuz bir aygıta bağlıyor. Dillerimizi uyarandan bağımsız, yaratıcı, sınırsız ve tutarlı sıfatlarıyla niteleyen dilbilimciye göre bütün diller, aynı temel ögelerden oluşuyor; her dilde adlar ve eylemler var, her dilde kurulan cümlelerde özneler ve yüklemler var, diyor. Doğuştancı Kuram, dil edinme süreciyle ilgili “kritik dönem”e de vurgu yapıyor; doğumdan sekiz dokuz yaşa kadar olan dönemde çocuğun dil öğrenme yeteneğinin çok güçlü olduğunu, bundan sonra dil edinmenin çok daha zorlaştığını ileri sürüyor.

Chomsky’nin belirttiği bu “kritik dönem”e Alman dilbilimci ve sinirbilimci Eric Heinz Lenneberg odaklanıyor. Lenneberg, türlerin belirli bir zamanda belirli bir özelliği öğrenmelerinin evrensel olduğunu ve bunun kültür tarihinin bir ürünü olmadığını, belirli bir programa ve aşamaya tekabül ettiğini söylüyor. Flensburg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Elin Fredsted, bu “kritik dönem”in sadece anadilin öğrenilmesiyle değil, ikinci bir yabancı dilin edinilmesi için de geçerli olduğunu savunuyor. Buna beynin sinirsel gelişiminin belli bir olgu için (bu bağlamda dil) bir tür zamansal pencere açtığını ve yeniden kapadığını ileri sürüyor. Dil edinmenin öğrencinin yaşı, öğrenim koşulları, dile maruz kalma yoğunluğu, isteklendirme, bilişsel gelişim, birinci dil ve hedef dil arasındaki mesafe gibi bir dizi başka etmenlerle bağlantılı olduğunu söylüyor. Ama yine de yaş etmenine özel bir rol atfetmekten geri durmuyor.

Dil yetisinin doğuştan geldiğini söyleyen ama toplumsal bağlamda geliştiğini (Dil ve Zihin, Ayraç Yayınları, 2001) eklemeyi de ihmal etmeyen Noam Chomsky’nin ileri sürdüğü, insanların dil edinme potansiyelinin tam olarak gelişebilmesi için zengin bir dil çevresine ve nitelikli bir anadil eğitimine ihtiyaç var. Anadil eğitimi, bireyin dilin gramer kurallarını, sözcük dağarcığını ve fonetik yapısını içselleştirmesini sağlayarak, etkili ve akıcı iletişim kurma yeteneğini pekiştirmekle kalmıyor; aynı zamanda anlama, yorumlama ve kritik düşünme becerilerinin gelişimine de katkıda bulunuyor.

Öte yandan dilbilimsel araştırmalar, anadiline hâkim olan bireylerin, ikinci ve üçüncü bir dili daha kolay ve daha hızlı öğrenebildiklerini gösteriyor; yani anadil bilgisi ve becerisi, diğer diller için sağlam bir bilişsel temel oluşturuyor. Ayrıca yapılan araştırmalar, iki veya daha fazla dili etkili bir biçimde kullanan bireylerde bilişsel esneklik, problem çözme yeteneği ve yaratıcılık gibi becerilerin daha gelişmiş olduğunu gösteriyor.

Bütün bu araştırmalara ve verilere karşın, dil edinme ile temel eğitim süreçlerinin karşılıklı etkileşiminin basitleştirici, indirgemeci yaklaşımlarla açıklanamayacağı gözleniyor; çünkü anadilin eğitimdeki rolünün yalnızca iletişim olanağı sağlamak olmadığı, aynı zamanda bilişsel çerçeveyi biçimlendirmek olduğu anlaşılıyor. Zira örneğin gören, duyan ve konuşan Genie’nin dil edinememe sürecini “kritik dönem” ile açıklayabilen Doğuştancılık Kuramı’nın, göremeyen, duyamayan ve dolayısıyla konuşamayan Helen Keller’in yarattığı mucizeyi açıklamakta yetersiz kaldığı görülüyor.

ANADİL EĞİTİMİMİZ

Öyle anlaşılıyor ki kararlı, ısrarlı, disiplinli ve programlı bir eğitimin aşamayacağı engel yok! Yok ama CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi’nin hazırladığı “Türkiye’de Öğrenme Yoksulluğu Raporu”na göre ilköğretim çağındaki çocuklarımızın %5’i okul dışında. Okuldaki çocuklarımızın ise %15’i kısa bir metni okumakta ve anlamakta yetersiz! Bu oran, “öğrenme yoksulluğu” olarak tanımlanıyor ve çocukların ilkokulun sonuna kadar (yaklaşık 10 yaş) basit bir metni okuma ve anlama becerisi kazanamadıklarını ifade ediyor.

Öte yandan Millî Eğitim Bakanlığı ve Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nin verileri, liselere geçiş (LGS) ve yükseköğretim kurumları sınavlarında (YKS), haftalık 5 saat anadil derslerine ilişkin net ortalamalarının, ortaokul son sınıf öğrencileri için 20 soruluk Türkçe testinde 9,1; lise son sınıf öğrencileri içinse Temel Yeterlik Testlerinden 40 soruluk Türkçe bölümünde 19,7 olduğunu gösteriyor! Yani her iki grubun öğrencileri de anadillerine ilişkin bilgi ve becerilerini yoklayan soruların yüzde ellisini doğru yanıtlayamıyor ve anadil Türkçe dersinden sınıf geçemiyor!

Öğrencilerimizin yabancı dil eğitimlerine ilişkin veriler de anadil başarısı ve dil öğrenmede “kritik dönem”le uyumlu görünüyor. ÖSYM’nin merkezî ölçmelerinde, okulda gördükleri yabancı dillerden şakır şakır sınıf geçen lise öğrencilerimiz, hazırlık sınıflarında haftalık 14 saate kadar çıkan zorunlu yabancı dil İngilizce dersinden son üç yılda 80 sorudan ortalama 36,5 net yaparak sınıf tekrarına kalıyor.

Öte yandan haftada 2 saatlik seçmeli yabancı dil Rusça dersindeki 52,1 netlik performanslarıyla liseli gençlerimiz, dil edinimi, yabancı dil ve anadili eğitimine kafa yoran herkesi, Chomsky dahil, şaşırtıyor!

Anadil eğitimimize dönecek olursak, başarımızın Helen’inkinden değilse de Victor ile Genie’ninkinden iyi olduğunu söyleyebiliriz!

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Din Felsefesi
Posthümanizmden Hareketle “İnsanlar” ve “İnsan Olmayanlar” Ayrımı Bakımından Klasik İslâm Tecrübesinin Farklılıkları

Din Felsefesi02 Mart 2025 17:48

Posthümanizmden Hareketle “İnsanlar” ve “İnsan Olmayanlar” Ayrımı Bakımından Klasik İslâm Tecrübesinin Farklılıkları

LAİKLİĞİN ANLAMI, ÖNEMİ VE ELEŞTİRİSİ

Din Felsefesi13 Aralık 2024 15:35

LAİKLİĞİN ANLAMI, ÖNEMİ VE ELEŞTİRİSİ

İbn Sînâ’nın Tanrı Kanıtlaması Çağdaş Ateizm İçin Nasıl Bir Mesaj Veriyor?

Din Felsefesi04 Nisan 2024 18:03

İbn Sînâ’nın Tanrı Kanıtlaması Çağdaş Ateizm İçin Nasıl Bir Mesaj Veriyor?

YORUMBİLİM KAVRAMININ TE’VİL/TEFSİR KÜLTÜRÜNDEKİ KÖKENLERİ

Din Felsefesi17 Aralık 2023 21:53

YORUMBİLİM KAVRAMININ TE’VİL/TEFSİR KÜLTÜRÜNDEKİ KÖKENLERİ

İSLAM DÜŞÜNCE GELENEĞİNDE “AKLA RAĞMEN” BİLGİ ÜRETMENİN İMKANI

Din Felsefesi12 Ekim 2023 19:44

İSLAM DÜŞÜNCE GELENEĞİNDE “AKLA RAĞMEN” BİLGİ ÜRETMENİN İMKANI

Geçmiş ve Gelecek Üzerine Düşünmek Yanlış mıdır?

Din Felsefesi13 Nisan 2023 13:18

Geçmiş ve Gelecek Üzerine Düşünmek Yanlış mıdır?

Konfor Alanı Bağlamında İslam Düşüncesi

Din Felsefesi18 Mart 2023 17:23

Konfor Alanı Bağlamında İslam Düşüncesi

Din Felsefesi Konusunda sorulacak sorular

Din Felsefesi15 Ekim 2020 15:35

Din Felsefesi Konusunda sorulacak sorular

Deizme ve Deistlere Dair Bazı Temel Gözlemler[1]

Din Felsefesi31 Ocak 2020 01:34

Deizme ve Deistlere Dair Bazı Temel Gözlemler[1]