Kitap Eleştirisi: Okulsuz Toplum

Edebiyat - İbrahim Pekmezci

Kitap Eleştirisi

Okulsuz Toplum

Ivan D. ILLICH

İstanbul- Şule Yayınları

Ocak-2012

141 Sayfa

ISBN 975-7796-66-2

Kitabın Bölümleri:

Sunu

Giriş

Okulu Neden Devlet Kurumu Olmaktan Çıkarmalıyız?

Okul Olgusu

Sürecin Ritüelleştirilmesi

Toplumsal Kurumların Görünümü

Sağduyuya Dayanan Tutarlılık

Öğrenme Ağları

Epimethouscu İnsanın Yeniden Doğuşu

.

Ivan Illich 1926 yılında Viyana’da doğdu. Roma Gregorian Üniversitesi’nde ilahiyat ve felsefe eğitimi gördü. Salzburg Üniversitesi’nde tarih alanında doktorasını verdi. 1951 yılında ABD’ye gitti. New York şehrindeki İrlanda-Puerto Rico dînî bölgesinde yardımcı rahip olarak görev aldı. 1956 yılından 1960 yılına kadar Puerto Rico Katolik Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı yaptı. Bu görevi sırasında, Latin Amerika’da görev yapan Amerikalı rahipler için bir eğitim merkezinin çalışmalarını yönetti. Illich, Cuernavaca’daki Uluslar arası Dökümantasyon Merkezi’nin (CIDOC) kuruluşunda rol aldı.

1964 yılından beri özellikle, ‘’Latin Amerika merkezli bir Endüstriyel Toplumdaki Kurumsal Alternatifler” üzerine araştırma programları çalışmalarını yürüttü. Bilinç Kutlaması isimli eseri 1971 yılında Penguin Yayınevi tarafından yayımlandı. “Okulsuz Toplum”, A.B.D.’de Harper&Row Yayınevi tarafından ‘Dünya Perspektifleri Dizisi’nde yayınlandı.

Eserleri:

Türkçe'de Ivan Illich

  • Şenlikli Toplum, Ayrıntı Yayınları, 1989
  • H2O, Afa Yayınları, 1991
  • Profesyoneller İktidarı, Pınar Yayınları, 1994
  • Sağlığın Gaspı, Ayrıntı Yayınları, 1995
  • Gender, Ayraç Yayınevi, 1996
  • Enerji ve Eşitlik, İz Yayıncılık, 1997
  • Okulsuz Toplum, Şule Yayınları, 2005
  • İşsizlik Hakkı, Yeni İnsan Yayınları / Ivan Illich Kitaplığı, 2011

‘’Okulların artışı silahların artışında olduğu denli yıkıcıdır.’’

‘’Zorunlu okulların varlığı her toplumu iki dünyaya bölmektedir.’’

‘’Bazı kelimeler öylesine esnektir ki, bir işe yaramazlar.’Okul’ ve ‘öğretim’ böylesi terimlerdendir.’’

‘’Dünyadaki insanların yarısı asla okula gitmemektedir.’’

Yukarıda verilen cümleleri ve bunlara benzer daha pek çok cümleyi bir eğitimci olarak, herhangi bir topluluk içerisinde -ister eğitimli, isterse eğitimsiz olsun- sarf etmiş olsaydım, o topluluktaki insanların benim hakkımda çok iyi şeyler düşünmeyeceklerini ve hatta öğrencilerim için üzüntü duyacaklarını söylemem yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Ancak, Viyana doğumlu yazar Ivan D. Illich, bu ödevin konusunu oluşturan kitabında, okulsuz bir toplumun hiç de sanıldığı gibi imkânsız olmadığını, hatta böyle bir toplumun gerekli ve insanı özgürleştirici yanları bulunduğunu kendince örnekler vererek savunmaktadır.

Yazar, kitabında; öğrenimin kurumsallaştırılmasını sorguladığı makalelerini bir araya getirmiş ve okulsuz toplumun da mümkün olabileceğine dair tezler ileri sürmüştür. Bizler küçük birer çocukken ve bize sorulmadan, ailelerimiz tarafından okula teslim edilmemizle başlayan ve bizi okulun malı yapan o uzun süreci kendince ve pek çoğumuza farklı gelen bir bakış açısı ile incelemektedir.

Ivan Illich, günümüz insanının bir devlet kurumu olan hastanede doğduğu, hayatının tamamında devlet kurumlarıyla ilişkisini kesemediği ve yine bir devlet kurumunda hayata veda ettiğini belirterek bu durumun günümüz insanı açısından pek de iç açıcı olmadığını ifade etmektedir.

Devletin, eğitimle ilgili herhangi bir yasa yapma hakkına sahip olmadığını savunan yazar, okulların insanlara sadece sertifika veren kurumlar olduğunu iddia etmektedir. Yazara göre günümüz okulları eğitim açısından etkisiz oldukları kadar, bölücü bir nitelik de taşımaktadırlar. Ona göre ‘’Sertifika, piyasa manipülasyonunun alt yapısını oluşturmaktadır ve sadece okullaştırma zihniyeti içinde mantıklı görülmektedir.’’

‘‘Okula kaydolan öğrenciler diploma elde etmek amacıyla diplomalı öğretmenlere boyun eğmektedirler. Hem öğretmenler hem de öğrenciler düş kırıklığına uğradıkları gibi yetersiz kaynaklardan para, zaman ya da binalardan şikâyetçi olmaktadırlar. Bu düş kırıklıklarından dolayı da artık okula olan bağımlılık azalmaktadır. Çünkü bilgi endüstrisinde tüketici direnci artmaktadır. Öğrenmenin okul dışı yerlerde de gerçekleştiği düşüncesi yaygınlaşmaktadır.

Yazara göre, okul sisteminin yaptığı yanlışlardan biri de “öğrenmenin öğretme sonucu ortaya çıktığıdır.” Bu belirli öğrenmeler için doğrudur fakat hayatın her alanındaki öğrenme, öğretme sonucu gerçekleşmemektedir. Çünkü insan hayatındaki birçok şeyi kendiliğinden tesadüfî olarak öğrenmektedir.

İnsan kendi anadilini hiçbir okula gitmeden öğrenir. Annelik sevgisi kardeş sevgisi bunların hepsi doğuştan gelen ve kendiliğinden öğrenilen bilgilerdir. Okulda öğrenilen bilgileri sadece okulu geçmek ve diploma elde etmek için öğreniriz. Çünkü okullarda öğrenilen bilgilerin çoğu teoriktir.

‘’Güzel sanatlar ve el becerisi gerektiren işlerle uğraşan pek çok öğretmen, herhangi bir zanaat erbabına göre daha az yetenekli, daha az yaratıcı ve daha az iletişim kurabilmektedirler’’diyen yazara bu konuda katılmamam mümkün değil.

Hele hele bu zanaatkârların pek çoğunun herhangi bir okuldan almış oldukları bir sertifikalarının olmamasına rağmen işlerinde sertifikalı öğretmenlerden daha iyi olabilmeleri, yazarın fikirlerini benim gözümde daha anlaşılır ve değerli kılıyor.

Okullar sadece kendi müfredatlarına göre ders ve konu işledikleri için belli bir düşünceye ve belli bir tarza göre insan yetiştirmektedir. İnsanları oldukları gibi değil kurumların görmek istedikleri şekilde eğitmektedirler. Okul insanın yaşam tarzını, aile ilişkilerini, düşünceleriyle birlikte kişilik kavramını bile etkilemektedir. Okullar, kişilerin kendileri olmalarını engellemektedir.

Okullar öyle kurumlar ki, öğrencilerine belli düşünceleri aşılamakta, öğrenciler de mecburen, öğretmenlerinin öğrettiği bilgileri kabul etmektedirler. Ivan Illich yukarıda da belirtildiği gibi “Okulların artışı silahların artışında olduğu denli yıkıcıdır.” diyerek silah ile okulu aynı kategoriye sokabilmektedir.

Devlet kurumlarının hepsi itaatkâr, kendilerine bağımlı, birbirleri ile aynı düşüncelere sahip, sorgulanmayan ve eleştirmeyen, tekdüze bir toplum oluşturma çabası içindedirler. Bunu da sağlayacak en iyi kurum olarak okulu görmüşlerdir. Çünkü öğrencilere sağlayacakları diploma ile onları kendilerine daha bağımlı bir hale getireceklerini bilmektedirler.

İnsanların hangi işte ne kadar çalışacakları, nasıl yaşayacakları okulda aldıkları eğitim ile sınırlı tutulmuştur. Yazara göre; ‘’Bir toplumu sıradan ve aynı bireyler yapmak istiyorsak okul açmalıyız.’’

Ivan Illich’in benimsediği eğitim sistemi; her canlının kendini yetiştirme ve gerçekleştirme konusunda özgür ve özgün olabildiği bir sistemdir. Öğrenme hayat boyu sürmeli ve bu süreçte kişinin istek ve ihtiyaçları temel belirleyici olabilmelidir. Eğitimin özünde sevgi olmalı, kişi sırf sertifika ve iyi bir kazanç uğruna hayatını mahvetmemelidir.

Yazar, kitabında zorunlu eğitim sitemini suçlayıp onun gereksizliği üzerinde dururken, öğretmen otoritesini de reddettiğini belirtmektedir.

İnsanlarda öğrenme isteği ile birlikte doğal olarak araştırmacılığın geliştiğini ileri sürer. Dolayısıyla, okulların yerine geniş iletişim ağlarının kurulmasını önerir. İsteyen, istediği bilgiyi direkt olarak ulaşabileceği konunun uzmanından öğrenebilmelidir.

Bu sistem içerisinde öğretmen ve öğrenci varlıklarını sürdürmektedir, ama zorunlu olarak bir arada bulunmak ve kurallara bağlı ilişkilere girmek mecburiyetinde de değildirler.

Yazar, eğitimde başarının değerlendirilebilmesinin yegâne koşulu olarak görülen ve öğretmenlerin bazen bir tehdit aracı olarak kullanabildikleri sınavları da doğal olarak eleştirmektedir.’’ Sınavlar insanları gözetim altında tutarak, onu standartlaşmaya itmektedir.’’ Demekte ve okulsuz bir toplumda, bu haliyle sınavlara da gerek olmadığı fikrini savunmaktadır.

Bireye verilecek bilgiler, onun daha önceki eğitimine, nasıl yetiştiğine ve onun kişisel koşullarına uygun olarak oluşturulmalıdır. Öğrencinin ilgi alanları önemli olmalıdır. Elde edeceği bilgilerle önce kendisi, çevresi ve şartlarıyla ilişki kurabilmesi, değişik şartlarda kendi durumunu karşılaştırarak hem bilgi hem de kişilik açısından gelişmeye çalışması asıl hedef olmalıdır.

Okuldaki eğitim, öğretilen konu odaklı bir eğitim sistemi içinde gerçekleşmektedir. Pasif bir konumda bulunan “öğrenci”, verilen bilgiyi almak, bilgilerin aktarıcısı olan öğretmenin söylediklerini kabullenmek zorundadır. Böyle bir sistem içinde yetişen bir kişi, daha sonraki yaşamında da bu pasif konumun dışına çıkmamaktadır.

Öğrenciler okula o kadar bağımlı hale getirilmişlerdir ki, o olmadan hiç bir şey öğrenmeyeceklerini düşünmektedirler. İnsanlar sürekli olarak bilgiye açtır. Okul insanların bu açlıktan kaynaklanan öğrenme isteklerini sömürmekte, bu zaaflarını kullanmaktadır.

Öğretilen konuya ağırlık verilen eğitim sisteminde, “öğrenciyi” çok bilen bir kişi durumuna getirmek amaçlanır. Ancak, öğrencinin bu bilgilere ihtiyacı olup olmadığı, onları hayatında kullanıp kullanmayacağı, kullanacaksa ne kadar kullanacağı hesaba katılmaz. Kullanılmayacak bilginin dayatılması da kişinin yaratılışına ters bir durum olmakla birlikte hem zaman hem de emek ve para kaybıdır.

Yazara göre; ‘’Okulsuzlaştırılmış bir toplum, tesadüfî ve gayri resmî eğitimi doğru bir yaklaşım olarak vurgular.’’

Okulların zorunlu oluşu, yazarın tenkit ettiği diğer bir konudur. Eğer eğitim özgür olacaksa ve biz her platformda özgürlüklerden bahsediyorsak, eğitimde devam mecburiyetini de eleştirebilmeliyiz. Unutmamalıyız ki zorla yaptırılan işlerin kişiyi mutlu etmesi pek mümkün değildir.

Ivan Illich takdir edersiniz ki eğitime ve öğrenmeye karşı değildir. Eğitim ve öğrenmenin okulda verilmesi ve eğitimin alınacak tek yer olarak okulun gösterilmesine ve okulun devlet tekelinde olmasına karşıdır. Çünkü insanlar okul dışında da öğrenmeye müsaittirler. Hayatın içinde kendi kendilerine de öğrenebilmektedirler.

Özgür bir şekilde eğitim istiyorsak öncelikle okulu devlet tekelinden kurtarmamız gerekir. Müfredatı devletin belirlemesi onların istediği şekilde bireyler olmamız demektir.

Yazarın bu fikirleri bana, ünlü Fransız yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyeni Jean-Jacques Rousseau’nun ‘Emile’ adlı eserini hatırlattı. Rousseau bu eserinde çocuğun denetlenmek, yönlendirilmek, zorlanmak yerine kendi bedenî, hissî gelişiminin doğal ve düzgün olması gerektiğini anlatmakta, çocukları eğitenlerin onların gelişme süreçlerine saygı göstermeleri gerektiğinin mesajını vermektedir. Böylece çocuğun, farkında olmadan doğal bir zaman çerçevesinde öğreneceğini anlatmaktadır.

Yine, Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof İbn-i Tufeyl’in felsefi romanı Hayy bin Yakzan’ın konusu da bana göre benzerdir. Eserde Hayy, bir adada doğar, bir ceylan tarafından emzirilir ve medeni dünya ile hiçbir toplumsal bağı olmayan biri olmasına rağmen yeni şeyler öğrenir, fikir yürütebilir ve hayatta kalabilir.

Ayrıca bana göre yazarın, bir eğitimci olarak benim ve benim gibi pek çok eğitimcinin ülkemiz şartlarında telaffuz edemeyeceğimiz ‘pedagojik işkence’ ve ‘pedagojik kibir’ kavramlarını kullanması da onun okulsuz toplum fikrinde ne derece iddialı olduğunu göstermektedir.

Ivan Illich, kitabında doğal olarak üniversite ve üniversite eğitimi konularına da değinmiştir. Ona göre ‘‘Üniversite dünyanın her yerinde ve her siyasal sistemin yönetimi altında iş yerinde ve evde empoze edici tüketici standartları oluşturma etkisine sahiptir.’’ İnsanlar kendi düşündüklerini özgürce söyleme imkânına sahipse orada yazarın savunduğu manada eğitim gerçekleşir.

Yine yazara göre; ‘‘Eski üniversiteler keşifler, aynı zamanda, yeni ve eski fikirlerin tartışılması için özgür bir ortam sağlıyordu. Hocalar ve öğrenciler, uzunca bir süredir ortadan kalkmış bir gelenek olan diğer bilim adamlarının eserlerini okumak amacıyla bir araya gelirler ve böylece artık yaşamayan bilginlerin çalışmaları yaşadıkları günün meselelerine yeni perspektifler kazandırırdı. O zamanlar üniversite bir araştırma topluluğu oluşturan bölgesel bir hareketlilik merkeziydi. Modern üniversite, hem anonim hem anarşik, bir konuya odaklanmış, planlanmamış ve kabına sığmayan buluşmalar için basit bir imkan sağlama şansını yitirmiş ve bunun yerine araştırma ve eğitimin üretildiği süreci idare etmeyi seçmişlerdir.’’

Yazara göre erkekler, dünyayı şekillendirmek için sahip oldukları güçlerinin bilincine vardılar ve bu güçleri umut etmeyi de öğrendikleri hizmetleri gerçekleştirmek için kullandılar. Kendi ihtiyaçlarının ve çocuklarının gelecekteki taleplerinin el becerileri ile (artifacts) şekillenmesini istediler. Yaban insan, bireyleri toplumun sahip olduğu irfana dahil etmek için kutsal ayinlerde mitsel katılmalara güvenmişti. Fakat klasik Yunanlılar, ancak atalarının plânladığı eğitim kurumlarınca şekillendirmelerine izin veren insanları doğru kişiler olarak kabul ettiler.

Ivan Illich şöyle demektedir: ‘‘Umut, doğa tanrıçasına duyulan imana dayanmaktadır. Beklenti ise burada kullanacağımız gibi insan tarafından plânlanan ve kontrol edilen sonuçlara dayanma anlamına gelmektedir. Umut kendisinden bir hediye beklediğimiz kişiye duyulan istekte odaklanmaktadır. Beklenti, iddia etme hakkına sahip olduğumuz şeyi üretebilecek tahmin edilebilir bir süreçten memnuniyeti sabırsızlıkla beklemektir.’’

Kısacası; Ivan Illich bu eserinde zorunlu eğitim sistemini eleştirmekte, bu sistemin gereksizliğini ispatlamaya çalışmaktadır. Ayrıca günümüzdeki okulların eğitim açısından etkisiz olduğu kadar, bölücü bir nitelik taşıdığını da ifade etmekte, “İsteyen, istediği bilgiyi direkt olarak ulaşabileceği konunun uzmanından öğrenebilir” görüşünü savunmaktadır.

Tabii ki bu, yazarın görüşüdür. Ben de yazarın genel anlamda pek çok görüşüne katılmakla beraber, bunları topluma anlatıp, toplumu bu yönde ikna etmenin zorluğunu da inkâr edemem.

Okuldaki başarı düzeyine dayanan ayrımlara son verilmesi gerekir. Fakat o zaman başarı ve eğitim düzeyi nasıl tespit edilecektir. Bir sorunu başka bir sorun ortaya atarak çözmeye çalışmak ne kadar sağlıklıdır? ‘’Sertifika ya da diploma her şey değildir’’derken, yazar onun boşalttığı yere neyi, nasıl koymayı düşünmektedir?

Herhangi bir şeyi teoride savunmakla pratikte uygulamak arasında çok büyük farklar ve imkânsızlıklar olabilir.

Ivan Illich “İsteyen, istediği bilgiyi direkt olarak ulaşabileceği, konunun uzmanından öğrenebilir” görüşünü savunuyor demiştik.

Bilgisayar teknolojileri ve İnternetin eğitim-öğretim faaliyetlerinde yoğun olarak kullanılabilir olması, belki de uzak olmayan bir gelecekte alışılagelmiş sınıf ve ders saati uygulamalarına ciddi anlamda alternatif olacak ve yazarın iddia ettiği okulsuz toplum fikri hayata geçebilecektir.

Illich, Türkçe’ye çevrilen bir kitabına yazdığı önsözde’’ Sözlerimin bir gün Türkçe olarak okunacağı aklımın ucundan bile geçmedi’’ diyor.

Buradan da anlaşılacağı üzere; Kitap Türk okuyucuya hitap eder bir tarzda yazılmamış olsa da, kitabın dilinin çok akademik olmayışı, yazarın temel kavramları yerli yerinde kullanması, hedef kitleye uygun bir anlatım üslubu benimsemesi, onun anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

Öğrenciyi gütmeyen, onun kişisel yetenek, ilgi ve meraklarına saygı duyarak gelişmesini dolayısıyla hayat boyu mutlu yaşamasını sağlayan bir eğitim sistemi ve toplum-ister okullu, isterse okulsuz olsun-en büyük dileğimdir. Herkesin böyle bir toplumda yaşayabilme şansı bulması dileği ile…

İbrahim PEKMEZCİ

Başöğretmen