Doğruyu Söyleyen Yalancılar: Konfabulasyon Üzerine
.
Emre DÖNMEZa Gülbahar BAŞTUĞb
.
a Uzm. Klinik Psikolog, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı
b Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO; Adli Bilimler Enstitüsü Adli Psikoloji Anabilim Dalı Başkanı
.
Belleğinizin kusursuz işleyen bir kayıt cihazı olmadığını biliyor muydunuz? Geçmişte gerçekten yaşadığınızı “bildiğiniz” olaylar aslında yaşanmamış olabilir! Bazen zihnimiz yalnızca hatırlamakta zorlanmakla kalmaz, aynı zamanda hatırlamadığı şeyleri de "var eder". Ruh sağlığı uzmanlarının bu tarz durumlar için kullandıkları bir terim var: Konfabulasyon.
.
İlk kez alkol bağımlılarında tanımlanan bir durum olan konfabulasyon (Korsakoff ve ark., 1996) bireyin belleğindeki boşluklar üzerinden ya da geçmişte var olan anılardan yola çıkarak “yalancı anılar” üretmesi, boşlukları doldurması anlamına gelmektedir (Gündoğar ve Demirci, 2007). Gilboa ve Moscovitch’in (2002) tanımıyla konfabulasyon “doğrucu yalancılıktır” çünkü birey yanlışların farkında değildir ve doğruyu söylediğini zannederek yalan söylemektedir. Konfabulasyon genellikle nörolojik bozukluklar (örneğin Korsakoff sendromu ve travmatik beyin hasarı) ile ilişkilendirilse de, sağlıklı bireylerde de sınırlı düzeyde görülebilir. Berlyne (1972) iki tür konfabulasyon olduğundan bahsetmiştir: İlkinde birey verilen sorulara bir yanıt olarak zihnindeki boşlukları doldurur, ikinci tür konfabulasyonda ise birey herhangi bir yönlendirme olmadan, kendi kendine yalancı anı üretir ve bunları “spontane” biçimde aktarır. Yönlendirme olmadan ortaya çıkan spontane konfabulasyon olgularının daha “ağır” bir klinik tabloya sahip olduğu dile getirilmektedir (Nahum ve ark., 2012).
.
Nörolojik durumların yanında bazı psikiyatrik bozukluklarda da konfabulasyon durumlarına rastlandığı belirtilmektedir. Örneğin demans (bunama) hastalığında konfabulasyon görülür (Tallberg, 2007). Bir çalışmada Dalla Barba ve arkadaşları (1999) anlamsal/semantik bellek (genel bilgilerin, kavramların depolandığı bellek) söz konusu olduğunda Alzheimer Tipi Demans (ATD) hastalarında konfabulasyon durumlarının görülmediğini, öte yandan anısal/epizodik belleğe (bireyin kendi anılarını kapsar) ilişkin sorulara yanıt veren ATD hastalarında konfabulasyon görüldüğünü belirtmişlerdir. Nedjam ve arkadaşları (2000) bir ATD ve bir frontotemporal (FTD) demans hastası üzerinden konfabulasyonu karşılaştırmışlar, her ikisinde de konfabulasyon görüldüğünü ve hastaların özellikle “gelecek planları” ile “anısal bellek yanıtları” üzerinden yalancı anı ürettiklerini açıklamışlardır. FTD’deki frontal lob hasarına bağlı olarak “gerçeklik izleminde” (source monitoring) meydana gelen bozulmalar sebebiyle konfabulasyon ve varsanıların görüldüğü belirtilmiştir (Kessels ve ark., 2008; Turner ve Coltheart, 2010), buna paralel olarak Mendez ve arkadaşları (2011) dört FTD olgusunun kayıtlarını inceledikleri araştırmalarında hastaların ikisinin (%50) konfabulasyonlarının, diğer ikisinin ise varsanılarının olduğunu ifade etmişlerdir.
.
Varsanılar ve gerçeklik izlemi hataları yalnızca demansa özgü değildir; varsanılar, gerçeklik izlemi hataları ve dolayısıyla konfabulasyon olgusu şizofrenide de karşımıza çıkar (Vinogradov ve ark., 1997; Dab ve ark., 2004). Nathaniel-James ve Frith (1996) şizofreni hastalarının duydukları öyküleri tekrar ederken konfabulasyon yaşadıklarını ve bu durumun hastaların yürütücü işlevlerindeki bozulmayla ilişkili olduğunu belirtmişlerdir. Yürütücü işlevler beynimizin prefrontal korteks adlı bölgesiyle ilişkilendirilir ve dikkati sürdürebilme gibi üst düzey becerileri kapsar.
.
Gelelim psikoloji alanyazınına... Loftus ve Palmer’ın (1974) “araba kazası senaryosu deneyi” psikoloji alanyazınında konfabulasyon konusunda önemli yer tutar. Araştırmacılar katılımcılara bir araba kazası filmi izletirler ve ardından kazayla ilgili farklı sorular sorarlar. Temel fark soruda kullanılan fiildir. Kullanılan fiil ne kadar şiddetli çağrışım yapıyorsa, katılımcılar olayın hızını o kadar yüksek tahmin eder. Bir hafta sonra katılımcılara kaza sonucu cam kırıkları olup olmadığı sorulur, şiddetli çağrışım yapan fiillere maruz kalan katılımcılar bunu konfabule ederek kazada var olmayan cam kırıklarını gördüklerini iddia ederler. Konfabulasyonu konu edinen alanyazındaki bir diğer fenomen de “DRM Paradigması” (Deese–Roediger–McDermott paradigması) olarak bilinir. Bu paradigma kapsamında katılımcılara anlamca ortak bir kavrama yakın kelimelerden oluşan bir dizi kelime sunulur (örn. rüya, yastık, battaniye). Katılımcıların çoğu “uyku” kelimesini, bu kelime listede mevcut olmamasına rağmen, hatırladıklarını belirtirler. Bu katılımcıların Korsakoff Sendromu, demans ya da şizofreni tanılarının olmadığı, sağlıklı herhangi bir birey olduklarını hatırlatmakta fayda var.
.
Ancak durum her zaman bu kadar basit değildir. Bireyin yaşamından türetilen anıların yanı sıra tarihi figürlerle ilişkilendirilebilen –hatta kimi zaman oldukça aşırı öykülere bürünen- konfabulasyon durumları da mevcuttur (Talland, 1965). Örneğin Feinstein ve arkadaşları (2000) Saddam Hüseyin’in hava kuvvetlerinde savaştığını ve 7000 metreden paraşütsüz bir şekilde yere inmeyi başardığını iddia eden bir hastadan bahsetmektedir. Bu tarz durumlar “grandiyöz” konfabulasyonlardandır. Grandiyöz konfabulasyonlarda birey kendisini olduğundan çok daha kudretli bir şekilde tasvir eder.
.
Psikolojide büyük bir isim olarak kabul edilen Abraham Maslow (1973) kişiliği birleştirilmiş bir bütün olarak tanımlar. Sizi siz yapan şeyler geçmişte yaşadığınız il, okuduğunuz okul, ilkokuldaki arkadaşlıklarınız, romantik ilişkileriniz vb. farklı yaşantılardır. Bu tarz yaşantıların, kendinizi diğer insanlara tanıtırken her an bilincinde olduğunuz önemli anıların artık orada olmadığını hayal edin! İşte ağır psikiyatrik olgulardaki konfabulasyonda birey bu korkunç durumla başa çıkabilmek için yalancı anılara ihtiyaç duyar. Peki konfabulasyon her zaman ağır nörolojik ya da psikiyatrik bozukluklarda mı ortaya çıkar? Cevap hayır! Çoğumuz zaman zaman küçük çaplı konfabulasyonlar yaşarız. “Bu kitabı birlikte okumuştuk.” deyip aslında ona oldukça benzer başka bir kitabı okuduğumuzu sonradan fark edebiliriz. Ya da çocukluğumuza dair bir anıyı yaşadığımızı zannederiz ancak o olay yıllar önce izlediğimiz bir film sahnesi olabilir. Bir hikaye anlatıcısı olan beynimiz kimi zaman hikayelerle gerçekleri karıştırabilir. Öte yandan beynimiz için en önemli konulardan biri neyin doğru ya da yanlış olduğu değil, belleğimizin kendi içinde olabildiğince tutarlı olması ve bu tutarlılığı korumasıdır. Konfabulasyon olgusu da beynimizin tutarlılık çabasının bir yan ürünüdür.
.
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözünü hepimiz ömrümüzde sayısız kez duymuşuzdur. Arkadaşlarımız, ailemiz, evcil hayvanlarımız... Hepsi bizim için o kadar önemli ki. Peki sevdiklerimizi bu kadar önemli yapan ne? Acaba onlarla geçirdiğimiz anıların birikimi olabilir mi? Örneğin yetmiş yıldır evli bir çiftin birbirlerinin hayatlarında tuttukları yer iki aylık bir çiftin birbirlerindeki yeriyle aynı mıdır? Sevdiklerinizle gezdiğiniz farklı şehirler, yediğiniz yemekler, zaman geçtikçe biriken ve her seferinde yanınızda oldukları doğum günü kutlamaları... Hayatı paylaştıkça kendi hayatımızdan bazı parçalar aktarırız karşımızdakine, çünkü o da hayatı aynı zaman diliminde, bizimle yaşamıştır. Ayrıca duygular bu sayede kalıcı olur ve belleğimize depolanır. Bundan on dört yıl önce ağabeyinizle çıktığınız Çanakkale gezisinde yediğiniz muhallebinin tadı, muhallebicinin tahta iskemlelerinin kokusu, ağabeyinizin saçlarındaki dalgaların kıvrımları, hepsi duygu yüklüdür. Huzuru hatırlatır size, belki de heyecanı... Ancak bu duygular sizin duygularınızdır ve sizi siz yapan, geçmişle bugün arasında köprü kurmanızı sağlayan şeylerdir. Örneğin muhallebicide yaşadığınız bu deneyim size huzurlu hissettiriyorsa, benzer bir iskemlede oturduğunuzda yine aynı duyguyu yaşarsınız, heyecanlandıysanız tekrar benzer bir iskemlenin kokusunu aldığınızda heyecan duyarsınız. Aynı uyarana (iskemle) iki farklı tepki (huzurlu olmak-heyecanlı olmak) söz konusudur. Bu tepkilerden hangisini verdiğimiz kim olduğumuzla doğrudan bağlantılıdır. Bizi çevremizdekilerden ayırandır. Peki ya on dört yıl önce ağabeyinizle muhallebi değil, dondurma yediyseniz? Ya hayalinizdeki tahta iskemle o muhallebicinin değil de küçüklüğünüzde gittiğiniz kuaförün/berberin bekleme salonundaki iskemleyse? Otobiyografik bellek geçmişimizi düşündüğümüzde sahip olduğumuz tutarlılık hissi sayesinde benliğimizi/kişiliğimizi oluşturmada önemli bir yer tutar (Wilson ve Ross, 2003). Beynimiz için önemli olanın doğruluk değil, tutarlılık olduğundan bahsetmiştik. Peki ya travmatik yaşantılar söz konusu olduğunda? Yaşananları gerçekten hatırlamadığımız noktada beynimiz bunları vakti zamanında bastırmış, günümüzde ise bu bastırmadan ötürü ulaşamadığımız anılar yalancı anılarla daha rahatlatıcı ve tutarlı bir hal almış olabilir mi? Beynimiz bizi korumaya çalıştığı için bunun mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Uzun psikoterapi süreçlerinde birey gerçek yaşantıları hatırlamaya hazır olduğunda bastırdığı materyal bazen çok uzun yıllar sonra yüzeye çıkabilir.
.
Friedrich Nietzsche, Ernest Renan, Paul Ricoeur ve Marc Augé unutmanın toplumun sağlığı açısından gerekli olduğunu öne sürmektedirler (Stone, 2013). Ayrıca Volkan (1999) etnik grupların benlik saygılarını korumak ve emellerini meşrulaştırmak adına konfabulasyona başvurabildiklerini öne sürer. Bu durum toplumsal belleğin kapsamlı biçimde çarpıtılmasına yol açar. Örneğin Volkan (1999) Osmanlılara yenilen Sırpların mağlubiyetlerini bilimum folklor alanında “çarpık biçimde” canlı tutarak yeni bir milli kimlik oluşturmalarına zemin hazırladıklarını ortaya koyar, aynı yapıtta Kurtuluş Savaşı’ndan büyük bir mağlubiyetle ayrılan Yunanların oluşturdukları yeni etnik kimliğin Batılılarca konfabule edildiğini ifade eder. Bu doğrultuda idealize edilen “antik Yunanların” mevcut Yunan kimliklerinin yerine empoze edildiğini, halbuki bazı Yunanların kendilerini antik atalarıyla özdeşleşmiş bulurken bazılarının henüz ayrıldıkları Osmanlılara benzer biçimde şark kültürüne yakın hissettiklerini belirtmişlerdir. Burada, en iyi ihtimalle, 1500 yıllık bir tarihin silinmesi ve bu toplumsal amnezik durumun Yunanların antik atalarının yaşamı ve eserleriyle konfabule edilmesi söz konusudur.
.
Son olarak konfabulasyon konusuna beyaz perdeden örnekler verelim. Sempatisiyle belleğimize kazınan Jim Carrrey’nin başrolü oynadığı unutulmaz film Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) konfabulasyon olgusunu anlamamızda bize yardımcı olabilir. Film Jim Carrey’nin canlandırdığı Joel karakterinin eski sevgilisi Clementine’ı belleğinden sildirmeyi konu edinir, bu da konfabulasyona zemin hazırlayan amnezik bir duruma yol açar. Örneğin Joel ve Clementine’ın ilk karşılaşmalarıyla sonradan silinmiş anıları birbirine karışır, geçmiş ile şimdi arasındaki sınırlar bulanıklaşır. Beyaz perdeden örnek gösterebileceğimiz bir diğer başyapıt ise Christopher Nolan’ın Memento (Akıl Defteri) filmidir. Filmin ana karakteri Leonard yaşadığı bir kafa travması sonucu anterograd (ileriye dönük) amnezi yaşamaktadır, bu da yeni anılar oluşturamadığı anlamına gelmektedir. Ayrıca Leonard her uyandığında geçmişini unutmaktadır. Benliğini kaybetmemek ve hayatını sürdürebilmek adına resimler ve notlarla kim olduğunu her sabah kendine hatırlatmak durumunda kalır. Ancak bunlar gerçek bellek temsillerinin yerini tutamayan bölük pörçük göstergelerden öteye gidemez. Öte yandan Leonard’ın gerçeklerin çok acı verici olabileceği yerlerde belleğindeki boşlukları daha kabul edilebilir hikâyelerle doldurduğunu görürüz. Konfabulasyon olgusuna vereceğimiz son film örneği ise ünlü aktör Leonarda DiCapiro’nun oynadığı Shutter Island (Zindan Adası)dır. Bu filmde Andrew karısının çocuklarını boğarak öldürmesinden sonra karısını öldürür. Bu travmatik olay belleğinde bir “kopma” yaratır, Andrew’in zihni bu gerçekliği kabul edemediği için alternatif bir senaryo üretir: Kendisi bir dedektiftir, karısı ölmüştür, "Laeddis" ise onu buraya çeken kötü bir adamdır. İşte travmanın yol açtığı hasar karşısında dissosiyatif bir savunma olarak konfabulasyon!
.
Kaynaklar
Barba, G. D., Nedjam, Z. ve Dubois, B. (1999). Confabulation, executive functions, and source memory in Alzheimer's disease. Cognitive Neuropsychology, 16(3-5), 385-398.
Berlyne, N. (1972). Confabulation. Br J Psychiatry, 120(554), 31-39.
Dab, S., Morais, J. ve Frith, C. (2004). Comprehension, encoding, and monitoring in the production of confabulation in memory: a study with schizophrenic patients.Cognitive Neuropsychiatry,9(3), 153–182. https://doi.org/10.1080/13546800344000039
Feinstein, A., Levine, B. ve Protzner, A. (2000). Confabulation and multiple sclerosis: A rare association.Multiple Sclerosis (Houndmills, Basingstoke, England),6(3), 186–191. https://doi.org/10.1177/135245850000600309
Gilboa, A. ve Moscovitch, M. (2002). The cognitive neuroscience of confabulation: A review and a model. In A. D. Baddeley, M. D. Kopelman & B. A. Wilson (Eds.), Handbook of memory disorders (2. Baskı, sayfa 315–342 içinde). Londra: John Wiley & Sons
Gündoğar, D. ve Demirci, S. (2007). Konfabulasyon (Masallama): İlgi çeken ancak yeterince bilinmeyen bir belirti. Türk Psikiyatri Dergisi, 18(2), 172-178.
Korsakoff, S. S., Banks, W. P. ve Karam, S. J. (1996). Medico-psychological study of a memory disorder. 1889.Consciousness and Cognition,5(1-2), 2–21.
Kessels, R. P., Kortrijk, H. E., Wester, A. J. ve Nys, G. M. (2008). Confabulation behavior and false memories in Korsakoff’s syndrome: Role of source memory and executive functioning. Psychiatry Clin Neurosci, 62(2), 220–225.
Loftus, E. F. ve Palmer, J. C. (1974). Reconstruction of automobile destruction: An example of the interaction between language and memory.
Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 13(5), 585–589.
https://doi.org/10.1016/S0022-5371(74)80011-3
Maslow, A. H. (1973). Dominance, self-esteem, self-actualization: Germinal papers of A. H. Maslow. Brooks/Cole Publication.
Mendez, M. F., Fras, I. A., Kremen, S. A. ve Tsai, P. H. (2011). False reports from patients with frontotemporal dementia: delusions or confabulations?.Behavioural Neurology,24(3), 237–244. https://doi.org/10.3233/BEN-2011-0335
Nahum, L., Bouzerda-Wahlen, A., Guggisberg, A., Ptak, R. ve Schnider, A. (2012). Forms of confabulation: Dissociations and associations.Neuropsychologia,50(10), 2524–2534. https://doi.org/10.1016/j.neuropsychologia.2012.06.026
Nathaniel-James, D. A. ve Frith, C. D. (1996). Confabulation in schizophrenia: evidence of a new form?.Psychological Medicine,26(2), 391–399. https://doi.org/10.1017/s0033291700034784
Nedjam, Z., Dalla Barba, G. ve Pillon, B. (2000). Confabulation in a patient with fronto-temporal dementia and a patient with Alzheimer's disease.Cortex; a Journal Devoted to the Study of the Nervous System and Behavior,36(4), 561–577. https://doi.org/10.1016/s0010-9452(08)70538-0
Stone, D. (2013). Genocide and memory. The Holocaust, Fascism and Memory (s. 143-156 içinde). Palgrave Macmillan, London. https://doi.org/10.1057/9781137029539_11
Talland, G. A. 1965. Deranged memory. New York: Academic Press.
Tallberg, I. M. (2007). Confabulation in dementia: Constantly compensating memory systems. Neuro-Psychoanalysis, 9(1), 5–17. https://doi.org/10.1080/15294145.2007.10773535
Turner, M. ve Coltheart, M. (2010). Confabulation and delusion: A common monitoring framework, Cogn Neuropsychiatry, 15(1), 346–376.
Vinogradov, S., Willis-Shore, J., Poole, J. H., Marten, E., Ober, B. A. ve Shenaut, G. K. (1997). Clinical and neurocognitive aspects of source monitoring errors in schizophrenia.The American Journal of Psychiatry,154(11), 1530–1537. https://doi.org/10.1176/ajp.154.11.1530
Volkan, V. (1999). Kanbağı etnik gururdan etnik teröre. Bağlam Yayınları, İstanbul.
Wilson, A. E. ve Ross, M. (2003). The identity function of autobiographical memory: Time is on our side.Memory (Hove, England),11(2), 137–149. https://doi.org/10.1080/741938210