Bu yazı Milet Okulu düşünürleri, filozofları üzerine olsa da, bu okul öncesi insanlığın yaptıklarına, başardıklarına yönelik haksızlık yapmama ve kimi eleştirilerin önüne geçme adına, yazıya öncelikle bilimin tarihi hakkında kısaca birkaç şey söyleyerek başlamak uygun olacaktır. Bu da bizi elbette kaçınılmaz olarak bilim tarihine götürecektir. Kabaca dile getirirsek, bilim tarihi bilimin hem doğuşuna hem de gelişimine ilişkin bizlere bilgi vermektedir. Bilim tarihi, olup bitenleri belirli bir tarzda ele alma, belli bir yöntemi kullanma ve belli bir düşünme biçimi olarak karşımıza çıkan bilimi ortaya koyma amacı güder. Evreni, doğayı, insanı tanıma, anlama amacı taşıyan bilim, insanlığın binlerce yıllık birikimi, ortak ürünü olan bir değerdir. Bu özelliğiyle bilim, insanın diğer başarılarından (kültür, felsefe, sanat, teknik gibi) sadece biridir. Her ne kadar modern bilimin doğuşu 16.-17. yüzyıllar olarak gösterilse de bilimin uzun bir geçmişi olduğu biliniyor. Genel olarak dile getirirsek, bilimin bu uzun ve aynı zamanda çok güç gelişimini dört evreye ayırmak olanaklıdır:
.
1. Mısır ve Mezopotamya’nın empirik bilgi toplama evresi
2. Eski Yunan’ın evreni açıklamaya yönelik rasyonel tutum evresi
3. İslam dünyasındaki parlak başarılar evresi
4. Rönesans sonrası modern bilim evresi (Yıldırım, 1992:14).
.
Bilimin köklerini, ilk tohumlarını M.Ö. 2500’lerde Mezopotamya’daki Sümer uygarlığına kadar götürebiliriz. Sümerliler hayvancılık ve tarımda ileri bir uygarlık olarak görülmekle birlikte, teknik bazı konularda da kayda değer gelişmeler göstermişlerdir. Örneğin toprağı işleme, hayvanları evcilleştirme ve onlardan yararlanma, sulama kanalları açma, tekerlekli araba yapma, ateşte bazı mineralleri bakıra dönüştürebilme gibi teknikleri geliştirebilmişler ve bu yolla bilime katkı sağlamışlardır. Ayrıca, Sümerler çarpım tablosu kullanıyor, alan hesapları yapabiliyorlardı.
.
Sümerlerden sonra Babilliler ise geometri alanında oldukça ileri sayılıyorlardı. Örneğin dairenin 360 derece, bir saatin 60 dakika ve bir dakikanın 60 saniye olarak belirlenmesini Babillilere borçluyuz. Karekök, küpkök alma da yine onların eseri. Babillilerin zaman konusunda da bir hayli mesafe katettikleri biliniyor. Örneğin yılın uzunluğunu (4,5 dakika hatayla), her 18 yılda bir olan ay tutulmasını hesaplamışlar. Babillilerin gökyüzü ile ilgisi astronomiden çok astrolojiyle ilgili olduğunu da belirtmekte yarar var.
.
Genel olarak Mezopotamya’da astronomi alanında bazı ilerlemelerin olduğunu ve kimi empirik gözlemlerin yapıldığını görüyoruz. Astronomi alanında konu edilen cisimler basit ve düzenli olduğu için onları gözlemek daha elverişlidir. İşte bu yüzden de ilk bilim astronomi olarak gösterilmektedir.
.
Neredeyse aynı tekniğe Mısırlıların da ulaştığını söyleyebiliriz. Dünyanın harikalarından biri olan piramitler üstün bir tekniği ve aynı zamanda bir işgücünü gösteriyor. Olağanüstü bir ustalıkla yapıldıkları kesin. Mısırda hekimliğin, matematiğin ve astronominin Mezopotamya’daki seviyeye ulaştığını söylemek zor. Ama günün 24 saate ayrılması Mısırlıların dünyamıza bir armağanıdır. Mumyalama tekniğinin ise önemli bilimsel bilgilere dayanarak yapıldığına kuşku yok.
.
Hem Mezopotamya hem de Mısır’da sözünü ettiğimiz bilgiler genellikle yaşamda karşılaşılan sorunları giderme çabası olarak görülebilir. Nitekim bilimsel düşünme çabasının kökeninde “biri yaşamı güvenilir ve rahat kılma, diğeri dünyayı anlama gibi iki temel ihtiyaç yatmaktadır.” İlki teknik geleneği, ikincisi ise kültürel geleneği oluşturmuştur. İşte bu ikinci geleneğin, yani kültürel geleneğin başlatıcısı Milet okuludur (Yıldırım, 1992:14).
.
Bilimin ve o çağda aynı şey demeye gelen felsefenin doğduğu yer, ilk felsefe okulunun bulunduğu yer Anadolu’daki bir İyonya (İonia) kenti olan Milet’tir. Milet Okulu M.Ö. 6. yüzyılda pratik amaç için değil, sadece hakikate ulaşmak için sorunlarla boğuşan bir okuldur. Evreni anlama çabası Miletli filozofların, düşünürlerinin belirgin özelliğidir. Onlar aslında katıksız bir biçimde doğayı (ve elbette insanla ilgisi bağlamında) bilmek, anlamak istemişlerdir. Bu bakımdan Miletliler doğayı denetim altına almak, ona egemen olmak yerine, doğanın işleyişini, yapısını anlamak istiyorlardı. Thales’le birlikte soyut düşünme kendini göstermekte ve pratik amaca yönelik değil de, doğa felsefesi yapmak yeğleniyordu. Bu gelişme filozofların kendi kişisel çalışmalarına dayanmaktaydı. (Aynı gelişmeyi modern bilimin başlangıcında da görmekteyiz). Bu yüzden, Sokrates öncesi filozoflar arasında Miletliler, bilimsel düşüncenin başlangıcını oluşturan bir alan açmış görünüyorlar. Miletli filozofların öne sürdüğü görüşler, varsayımlar bugün bize çocukça, basit ya da alelacele yapılmış çıkarımlar gibi gelebilir. Ancak yaşadıkları dönem gözönüne alınırsa, bu filozofların ne oranda önemli bir iş yaptıkları daha iyi anlaşılabilir. Bu nedenle, bu filozofları içinde bulundukları çağ, içinde bulundukları koşullar bağlamında değerlendirmemiz onları anlamamızın önkoşulu görünüyor. Bu dönemin temel sorunu arke (arkhe: başlangıç, köken, ilk ilke ya da öğe; egemenlik, yetke) sorunudur.
.
Miletli filozoflar -ve genel olarak Sokrates öncesi filozoflar- hakkında çok az bilgimiz olduğunu baştan belirtmekte yarar var. Sonraki filozoflar tarafından aktarılanlar (özellikle Aristoteles adını anmamız gerekir) ve birkaç fragman dışında, onların yazdığı yapıtların hiçbiri bugün elimizde mevcut değil. Ama yine de neredeyse kesin olan şey onların dünyayı, evreni anlamaya, kavramaya çalıştıklarıdır.
.
Miletli filozofların ilki ve Batılı anlamda ilk filozof Thales’tir (625/24-546/45). Thales’in yaşamı ve düşünceleri hakkında bilgimiz çok az, bunlara ilişkin kimi bilgiler ise güvenilir değil. Onun yedi bilgeden biri olduğu genel olarak herkesçe kabul edilir. (Diğerleri Mitylaneli Pittakos, Prieneli Bias, Atinalı Solon, Lindoslu Kleobulos, Khenaili Myson ve Spartalı Khilon. Kimi kaynaklarda Myson yerine Korinthoslu Periandros adı geçiyor). M.Ö. 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesaplayıp İyonyalılara bildirdiği söylenir. Thales astronomi ve matematik alanlarında önemli çalışmalar yapmış biri. Herodotos kitabında onun ilk astronom olduğunu söyler. Thales’i ilk olarak ilgilendirmiş konular gökyüzü ile yeryüzündeki olaylardır. Thales’le başlayan düşünce geleneği, yani mitolojiden rasyonel düşünceye geçiş geleneği günümüz bilimi üzerindeki etkilerini de sürdürmektedir.
.
Aristoteles Metafizik adlı eserinde doğa felsefesi dediği felsefenin kurucusu olarak Thales’i gösterir. Felsefeyi onunla başlatmasının gerekçesi, onun “yapı sorusunu” ilk soran kişi olmasıdır. Başka deyişle, “varlığın temel yapısı nedir?” gibi bir soruyu ortaya atan Thales, her şeyin nedeni olabilecek bir yapı, madde aramıştır. Ona göre varolanların meydana geldiği şey “su”dur (hydor). Bu soru, varolanların başlangıcının, arkesinin ne olduğuyla ilgili bir sorudur. Thales, en temel varolanın, her şeyde yapı birliğini sağlayanın su olduğu düşüncesindedir. Bu bakımdan “Thales’in asıl meziyeti, o güne dek bütünüyle teolojik düşünceler olagelmiş bu fikirlere bilimsel bir biçim kazandırmış olmasıdır” (Bergson, 2021:24).
.
Suyun her şeyin nedeni olduğu düşüncesi, dünyanın oluş sürecinin doğal çerçevede düşünüldüğünü bize söylüyor. Thales, rasyonel bir bilimin düşünme nesnesi olarak doğayı almış ve şeylerin ilkesini deneysel verili bir maddede bulmuştur. Peki, bu madde nasıl olup da kendi devinimiyle değişmekte ve nasıl bir evrim geçirmektedir? O, bu maddesel varlığı canlı saymış ve “su”yu aynı zamanda değişmenin ilkesi olarak görmüştür. Dolayısıyla, değişme dıştan bir etkiyle değil, içten bir etkiyle olmaktadır. Bütünüyle bir doğa felsefesi olan bu felsefe “canlı-maddecilik” (hylozoism) olarak adlandırılır.
.
Thales’in “her şey tanrılarla dolu” sözü de dünyadaki bu değişimi anlatmakta kullanılır. Bu söz bir yandan onun mitostan etkilendiği biçiminde, bir yandan da ana maddenin (“su”yun) etkin olduğunu ve kendi içinde bir değişme ilkesi içerdiği biçiminde değerlendirilir. Yani Thales’in teolojik bir yargıda bulunmadığı, ana-maddenin etkinliğini ve kendi içinde bir değişme ilkesini içerdiğini öne sürdüğü belirtilmektedir. Thales’in ana madde olarak su demesi, “evrendeki tüm nesneleri bir tek maddeye indirgemesi, böylece evrende olup bitenleri evrensel bir ilkeye bağlayarak açıklama yolunu açmıştır.” Ayrıca, Thales’in geometride önem verdiği ispat fikri, “matematiksel düşünceyi empirik işlemlerin sınırlayıcılığından” kurtarmıştır (Yıldırım, 1992:23).
.
Bir kez daha yinelersek, Thales’in görüşlerinin önemi, her şeyin ondan oluştuğu ve onu içerdiği şey (ya da töz) olarak “su”yu göstermesi, dünyanın “su”da yüzdüğü kanısında olması değil; doğanın, dünyanın yapısını deneye, deneyi de düşünceyle işlemeye dayatmak istemesi, doğal oluş sürecini gözleyerek, olup bitenlerin nedenini sorgulamasıdır.
.
“Thales’le birlikte, bütünüyle farklı bir açıklama düzeyine, doğa bilgisinde ilerlemenin mümkün olduğu bir düzeye ulaşırız. Bu andan itibaren, gerçekten teoriler vardır. Yani, içsel tutarlıkları ve empirik açıklıkları temelinde eleştiriye, gözden geçirilmeye ya da reddedilmeye açık, dünya hakkında önermeler vardır” (Jones 2006:18). Bu ifadeler bize Thales’le birlikte ‘kozmos’a ait dile getirilen önermelerin tutarlılıklarının tartışılmakta olduğunu, yani kutsal olan, bu bakımdan da tartışılmadan kabul gören düşüncelerin değil, reddedilebilen ya da test edilebilen önermelerin olduğunu söylemektedir. Thales’in düşüncesini değerli gören Nietzsche’ye göre de Thales’in dile getirdiği “bu söz muhakkak mitostan ve alegoriden sıyrılmış bir anlamda söylenmiştir” (Nietzsche 1992:28).
.
Nietzsche için de Thales ilk filozoftur ve bunun gerekçesini şöyle dile getirir: “Yunan felsefesi görünüşte anlamsız bir esinti ile ve şu sözle başlıyor: su, her şeyin “menşei” ve ana-kucağıdır.” Bu nokta üzerinde ciddiyetle durulması gerektiğini belirten Nietzsche, bunu üç nedene dayandırarak açıklar: “ilkin, bu söz, şeylerin menşei üzerine bir anlatışta bulunmaktadır; ikincisi, bunu tasvirsiz ve masalsız yapmaktadır; nihayet üçüncüsü, örtülü bir halde olmakla beraber, “her şey birdir” düşüncesini içinde taşımaktadır. İlk neden Thales’i din ve batıl inanç ile birarada gösteriyor, fakat ikincisi, onu bu topluluğun içinden çıkartıp tabiat araştırıcısı olarak tanıtıyor; üçüncüsü sayesinde de Thales ilk Yunan filozofu sayılır” (Nietzsche 1992:28).
.
Nietzsche’nin de belirttiği gibi, felsefe için “her şey birdir” ifadesi, önemli bir düşüncedir. Yukarıda dile getirdiğimiz üç farklı görüşün, aslında Nietzsche’nin üç nedenine dayandığını, yani söylem biçimine bakarak öne sürülenin mitsel/dinsel, bilimsel ve felsefi olduğu söylenebilir.
.
Milet okulunun ikinci büyük düşünürü, filozofu Anaksimandros’tur (611/10-547/46/45). Thales’in öğrencisi, sonra da ardılı olmuş olan Anaksimandros’un güneş saatini bulduğu, ilk dünya haritasını çizdiği söylenir. Onun eseri Grek dilinde düzyazı olarak yazılmış ilk kitap olarak gösterilir. Bu tarz bir yazı, rasyonel düşünme tarzının mitsel düşünce, inanç ve fantezilerin yerini alması biçiminde değerlendirilir. Yine, bir fizikçi olarak ilkin gökyüzündeki nesneleri konu edinenin, depremi fizik yönünden ilk kez açıklayanın Anaksimandros olduğu öne sürülür. O da Thales gibi temelde arke sorunu üzerinde durur.
.
Anaksimandros, doğadaki çeşitli ve karmaşık olayları tek, yalın bir temele bağlamaya çalışan bir düşünürdür. Başka deyişle o, gerçeklikteki çokluğu düşüncede bir birliğe, teke bağlamak ister. Onu tam bir düşünür ya da filozof yapan da bu düşüncesidir. Bu temeli o, Thales’ten farklı olarak değerlendirir. Ona göre varolanların başlangıcının, ana maddenin (arkenin) sonsuz, tükenmez olması gerekir. Çünkü ana madde sonsuz yaratmasında sınırsız ve tükenmez olduğunu gösteriyor. Anaksimandros bu ana maddeye sınırsız, belirsiz şey (apeiron) adını verir. Apeiron aynı zamanda varolan şeylerin ilk ilkesidir de. Nesneler ve nitelikler varlığa bundan gelir, yokolduklarında da buna dönerler. Thales ana maddeyi belirli, bilinen bir madde ile, yani su ile bir tutmuşken, Anaksimandros belirli şeyin sonlu ve sınırlı olacağını düşünerek, belli bir maddeyle sınırlamaz.
.
Anaksimandros’un öne sürdüğü düşüncenin önemi, tüm olup bitenlere, evrensel sürece egemen olan yasalılık kavramını, evrensel yasa kavramını ilk kez insan düşüncesine sokmuş olmasıdır. Onun düşüncesinde henüz madde ile güç birbirinden ayrılmamıştır. Ama bu dünyada olup bitenler asla sona ermeyecek olan devinime (harekete) dayanmaktadır. Söylenenlere göre o, “devinim ebedidir” diye düşünmektedir. Devinim olmadan ne oluş ne de bozuluş olur. Bu devinim, bir ilke yoluyla olmakta ve makro ile mikro evrendeki yaşamı kavranılır duruma getirmektedir. Dünyamızın bir evren olduğunu ve sayısız evrenler bulunduğunu da ilk kez Anaksimandros’un fark ettiği öne sürülür.
.
Anaksimandros’un “sonsuz’undan karşıt şeyler devinim aracılığıyla türemiş önce soğuk ve sıcak, dışı ateş, içi hava olmuş. Yani ateş, hava, su ve toprak modern bilimin doğuşuna dek ikibin yıl boyunca doğayı oluşturan asıl öğler olarak görülmüştür. Ona göre “güneş, ay ve yıldızlar ateş halkasının daha küçük halkalara ayrılmasıyla meydana gelmiştir. Güneş halkası Arz halkasının yirmiyedi, ay halkası ise ondokuz katı büyüktü.” Burada önemli olan Anaksimandros’un gök cisimlerini karşılaştırmaya elverişli, “ölçülebilir fizik nesneler olarak düşünmesidir” (Yıldırım, 1992:23).
.
Aktarılanlara bakılırsa, Anaksimandros’un arke kavramı Thales’inkine oranla çok büyük bir ilerleme olarak görülebilir. O, duyusal verileri aşan ve hedefi belli olan metafizik bir kavrama doğru ilk adımı atar. Anaksimandros hem varolanların başlangıcının ne olduğu hem de oluşun nasıl gerçekleştiği, oluştaki çeşitliğin nasıl olduğu sorularını ele alır. Onun arke dediği hem zaman hem de yer bakımından sınırı olmayan şeydir.
.
Peki, şeyler bu ilk öğeden nasıl çıkmaktadırlar? “Maddenin niteliğinin dönüşebileceğini, olduğundan başka bir şey haline gelebileceğini savunan filozoflara dinamist filozof denmektedir. Mekanist filozof ise şeylerin birbirleriyle farklı biçimlerde birleşmelerine karşın her birinin sonsuza dek olduğu gibi kalacağını, dolayısıyla niteliksel bir dönüşümün olanaksız olduğunu savunur” (Bergson, 2021:25). Aristoteles’in bildirdiğine göre, sonsuz madde homojen bir karışımdır. “Karışımda basit bir biçimde yan yana bulunan öğeler ayrışmakta ve böylece farklılaşmaktadır” (Bergson, 2021:27). Anaksimandros’un düşüncesinin tarihsel önemi şöyle dile getirilebilir: Bilime, “felsefeye belirsiz madde, ebedi dönüşüm ve türleşmeden oluşan ayrışma fikrini getirir. Oldukça önemli olan bu fikirler, evrimci bir kuramın fikirleridir. Spencer’in homojenden hetorojene geçiş olarak tanımladığı şey, Anaksimandros’un “ayırma”sından başka bir şey değildir” (Bergson, 2021:28).
.
Milet okulunun üçüncü ve son temsilcisi olan düşünür, filozof Anaksimenes’tir (585/84-528/24). En az bilgiye sahip olduğumuz düşünür olan Anaksimenis’in, yeryüzünün tepsi şeklinde olduğunu ve yassılığından dolayı havanın üzerinde durduğunu düşünen biri olarak aktarılır (Bu düşüncenin 18. yüzyıla kadar hüküm sürdüğü biliniyor). Ayın ışığını güneşten aldığını ve ay tutulmasının nasıl olduğunu ilk olarak onun bulduğu söylenmektedir. Onun temel sorunu da diğer Milet okulu filozofları gibi arke sorunudur.
.
Anaksimenes ana maddenin, bu varlığın temelinin birlikli ve sonsuz olması gerektiğini düşünür. Bu sonsuz şeyi, Thales gibi belirli bir şeyle bir tutar ve ona “hava” (aer) der. Hava, sonsuz bir hava denizi olarak evreni kuşatır. Anaksimandros’un düşüncesinden etkilenerek Anaksimenes ilkenin sonsuz, sınırsız olması gerektiğini düşünür. Şeyler ilkeden ya yoğunlaşma ya da seyrekleşme yoluyla meydana gelmektedir. Anaksimenes’in havayı hem varlığın temel yapısı hem de varlığın kendisinden türediği bir arke olarak görmesi önemli bir düşünce olarak görülebilir.
.
Anaksimenes’de hava aynı zamanda “nefes”, “soluk” anlamına da gelmektedir. Soluğun yaşam kaynağı olduğunu da biliyoruz. O hava, rüzgâr, bulut, yağış gibi metorolojik oluşları incelemiş ve doğaya olan ilgisini açıkça göstermiştir. Bu düşüncede “bizi çevreleyen atmosferin ruhlardan değil, fiziksel nesnelerden oluştuğu düşüncesi kesinlikle belirmiştir” (Yıldırım, 1992:24).
.
Thales’in “su”, Anaksimandros’un “sınırsız” Anaksimenes’in hava dediği ve her şeyin ondan geldiği ve ona döndüğü şeyin; ana maddenin, ilkenin ya da başlangıcın tekbiçimli olduğunu gösteriyor. Bu tekbiçimlilik varsayımından “değişme/değişim problemi ortaya çıktı ve bunun mantıksal bir sonucu olarak da varlık ve yokluk, oluş ve bozuluş, sükûnet ve devinim” (Zeller 1969:25). İşte bu problem onların nesne edindikleri, açıklamaya çalıştıkları “doğa”nın neliğiyle doğrudan doğruya ilgilidir.
.
Şunu özellikle belirtmekte yarar var: Ele alınan sorun her ne olursa olsun, bir sorun hakkında inançlara sahip olmak filozoflar için yeterli değildir. Çünkü felsefeyi din ya da sanattan ayıran özellikler var. Filozoflar bilmek istedikleri şeyleri akla uygun olarak bilmek isterler; akla uygun olarak iddia ettiklerini temellendirmek isterler ve temellendirebildikleri şeyi doğrulamaktan kendilerini sorumlu tutarlar. İşte bu tutum Milet okulu filozoflarıyla başlamıştır demek abartı olmayacaktır.
.
Felsefenin, bilimin doğduğu Milet okulu, Milet’in 494 yılında Perslerin eline geçmesiyle buradaki gelişmesi sona ermiştir. Aktarılan düşünceleri, yorumları dikkate alırsak, Milet okulu filozofları hiçbir pratik gereksinim ve kaygı taşımaksızın, insanı kuşatan dünya, evren hakkında bilgi edinmeye; dünyayı, evreni anlamaya çalışmışlardır, diyebiliriz. İlkçağ felsefesine ve bilime en büyük ivme sağlayan da dünyadaki bu değişim ve dönüşüm sorunu olmuştur. Milet okulunun gelişmesi Persler yoluyla engellenmişse de dünyayı anlamaya çalışan düşünürler, filozoflar Miletlilerin çağrılarına kulak vermişlerdir.
.
Sonuç olarak, belki de filozofların düşünce tarihi boyunca hep yapageldikleri şeyi ilk yapanlar Miletli filozoflardı. Miletli filozoflar “görünen”le yetinmediler ve bu düşünce bir geleneğin de başlangıcı oldu. Onlar kendi yollarını bulmak için yoldan çıktılar, sonra diğerlerini ve bizleri yoldan çıkardılar ve böylece alışılmış olanın, o zamana dek düşünülenin, sanılanın dışına çıktılar. Yoldan çıkmak, sadece kendi yolumuzu bulalım diyedir. Milet Okulunun insanlık tarihi açısından önemi de en başta bu olsa gerek.
.
KAYNAKÇA
Aristoteles, Metafizik I.Cilt, (Çev. Ahmet Arslan), Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1965
Aristoteles, Fizik (Çev. Saffet Babür), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997
Arslan, Ahmet, İlkçağ Felsefe Tarihi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008
Bergson, Henri, Antik Yunan Felsefesi, (Çev. Adnan Akan), Fol Yayınları, Ankara, 2021
Brehier, Emile, Felsefe Tarihi (Çev. Miraç Katırcıoğlu) Cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1958
Burnet, John, Early Greek Philosophy, The World Publishing Company, Cleveland and New York, 1965
Capelle, Wilhelm, Sokrates’ten Önce Felsefe I, (Çev.Oğuz Özügül), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1994
Cevizci, Ahmet, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2009
Çelebi, Emin, “Pre-Sokratik Dönemde Arke ve Oluş Sorunu Çerçevesinde Tanrı Problemi” (Antik Yunan’da Felsefe ve Çağımıza Etkileri içinde, Ed. Yavuz Kılıç) DoğuBatı Yayınları, Ankara, 2011
Denkel, Arda, Demokritos/Aristoteles, İlkçağ’da Doğa Felsefeleri, Kalamış Yayıncılık, İstanbul, 1986 (?)
Erkızan, H.Nur- Çüçen, A.Kadir, Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefesi Tarihi (Felsefe Tarihi I), Sentez Yayıncılık, Bursa, 2012
Jones, W.T. Klasik Düşünce, Batı Felsefesi Tarihi (1.Cilt, Çev. Hakkı Hünler), Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2006
Kılıç, Yavuz (Ed.), Antik Yunan’da Felsefe ve Çağımıza Etkileri, DoğuBatı Yayınları, Ankara, 2011
Kolak, Daniel-Thomson, Garrett, History of Ancient Philosophy, Longman, NewYork-Motreal, 2006
Kranz, Walther, Antik Felsefe (Çev. Suad Y. Baydur), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1984
Laertios, Diogenes, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri (Çev. Candan Şentuna), YKY, İstanbul, 2010
Nietzsche, Friedrich, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe (Çev.Nusret Hızır), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1992
Şar, Güvenç-Sev, Y.Gurur (Çevirmenler) Fragmanlar (Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2021
Thomson George, İlk Filozoflar, (Çev. Mehmet H.Doğan), Payel Yayınevi, İstanbul, 1988
Yıldırım, Cemal, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1992
Zeller, Eduard, Outlines of the History of Greek Philosophy, (Translated by L.R.Palmer), Routledge & Kegan Paul Ltd. London- New York, 1969