ANILARLA MUSTAFA NECATİ

Eğitim Felsefesi - MUSTAFA SOLAK

ANILARLA MUSTAFA NECATİ
1894 yılında doğan Mustafa Necati Kuvayı Milliye hareketine katılmıştır. İstiklâl Mahkemeleri’nde görev almıştır. Sırasıyla Mübadele ve İmar-İskân, Adalet, Millî Eğitim Bakanlığı yapmıştır. 1 Ocak 1929’da kaybettiğimiz ve Atatürk’ün “Ne evlattı O!” diyerek ağladığı Mustafa Necati’yi, çeşitli yönlerini anılarla analım.
İnsaniyeti,Sert duruşunun ardında yufka bir yüreği vardı. M. Rauf İnan, İstiklal Mahkemesi Başkanlığı yaptığı sırada Mustafa Necati’nin bir asker kaçağıyla diyaloğunu şöyle anlatır:
“Bir asker kaçağı sadece bir gece bir gün köyünde kalıyor ve zabıtaya teslim oluyor, getiriyorlar. İstiklal Mahkemesine, üç gün uğraşıyor.
-Necati, niçin kaçtın?
-Hep cahillik.
-Oğlum, ‘sen cahillik diyorsun ama idam edilirsin’.
-Ne yapalım cahillik.
Sonunda şu kararı veriyor, 100 sopa atılacak ve köyüne bildirilecek. O zaman kaçak, ‘aman’ diyor.
-Beni idam edin, sopa atıp köyüme bildirmeyin.
-Niye?
-Benim nişanlım duymasın bunu.
-İşte şimdi anlaşıldı, söyle bakalım nedir?
-Ben ikibuçuk senedir askerim, nişanlım var, onu başkasına verirler diye korktum, gidip bir gece gördüm, dondum. Başka bir şey yok.
Şimdi verdiği karar çok ilginç bir şey. Bu adama bir ay izin, kıtasına bildiriliyor, köyünün bağlı bulunduğu kaymakamlığa bir yazı, falan köye git, falanları evlendir ve sonucu bize bildir. Bu da uygulanıyor, köylü bir ay sonra tekrar dönüyor. Şu insanlık ölçüsü, işte Mustafa Necati'nin kişiliğini gösterir.”[1]
İstiklal Mahkemelerinin insanlık dışı kararlar aldığına inanan vatandaşlarımız için bu olay ibretlik olmalı.
Mustafa Necati’nin kuzeni emekli vali Ragıp Uğural, Mustafa Necati’nin, Milli Eğitim Bakanı iken işe alınmaları için ondan “tavsiye mektubu” isteyen vatandaşları geri çevirmediğini, bu sebeple yapılan dedikodulara aldırmadığını şu şekilde belirtir:
“Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde, Anadolu'nun her yerinden gelen vatandaşlar işleri için ona başvururlar, tavsiye mektubu isterlermiş. O da kimseyi geri çevirmez, tavsiye mektubu verirmiş. Bir gün birisi ona, tenkit yollu, herkese tavsiye mektubu verdiği için hakkında dedikodu yapıldığını söyleyince; ‘Ne yaparlarsa yapsınlar, tarih boyunca bütün kapılar yüzüne kapanan Anadolu çocuğuna benim kapım açık olsun da varsın hakkımda ne söylerlerse söylesinler’ diye cevap vermiştir.”[2]
Aile çevresini gözetmeyen, hatta katı olan yönü
Mustafa Necati, yakın çevresini koruyup kollayan, onlara liyakatının ötesinde imkan tanıyan siyasetçilere nazaran bir erdem örneğidir. Ticarete atılmak isteyen eniştesiyle ilgili neler diyor bakalım:
“Necati'nin bulunduğu kahvaltıda annesi, ‘Necati, enişten askerlikten ayrılacakmış’ deyince Necati ‘Eniştem askerlikten ayrılıp da ne yapacakmış?’ dedi. Annesinden, ‘ticaret yapacakmış’ cevabını alan Necati, kesin bir üslupla, ‘ben vekil ve mebus olduğum surece eniştemin ticaret yapmasına razı değilim’ karşılığını verdi. Bu görüşe saygı göstermiş olan Halit bey, Necati'nin ölümünden sonra askerlikten ayrılmış, Milletvekili seçilmiş, 1950 yılına kadar bu görevi yapıp ayrıldıktan sonra ticarete başlamıştır.”[3]
Cesareti ve görev sorumluluğu
Öğretmensiz okul bırakmamak için bakan arkadaşlarıyla tartışmayı göze alacak denli görevine bağlı ve cesurdur:
“Gazi Eğitim Enstitüsü ilk kez Orta Muallim Mektebi olarak Konya'da 1926'da açılmıştır. Necati, Gazi Eğitim Enstitüsü için Ankara'da arsa ve bina için gerekli tahsisatı Maliye Bakanlığı'ndan istemiş, Maliye Bakanı ‘Veremem’ demiş, o da ‘Benim vazifem okul açmak, öğretmen yetiştirmektir, senin vazifen de buna para bulmaktır. Eğer ben okul açamaz ve bunu yetiştiremezsem namuslu bir adam olarak çekip gitmem lazım, sen de buna para bulamıyorsan, çekip gitmelisin’ demiş. Galiba ondan sonra para bulundu, Gazi Eğitim Enstitüsü kuruldu.”[4]
İnsanlar tanımadıklarına karşı cesur olabilir ama aynı hükümette olduğu, tanıdığı kişilere çıkışması, kavgayı göze alması takdir edilecek bir cesarettir. Öyle değil mi?
Öğretmenleri gözetmesi
Mustafa Necati’nin Milli Eğitim Bakanı olduğu 1925 yılında öğretmenliğe başlayan M. Rauf İnan, onun öğretmenlerle mektup ve telgraflarla iletişim kurduğunu açıklıyor:
“Ben 1925 yılında Kayseri Zencidere köyünde öğretmen olmuştum, o da kısa bir sure sonra Bakan olmuştu. “öğretmen okulundan çıkan yeni öğretmenlere kitaplar gönderirdi. Bu kitaplardan ikisi çok meşhurdur, belki bütün öğretmenler okumuşlardır. Beyaz Zambaklar Memleketinde, bir de Mefkureci Muallim. Bunlardan birer tane gönderir, bir de mektup gönderirdi.”[5]
M. Rauf İnan öğretmenleri bürokratlara karşı nasıl koruduğuna, saygınlıklarının artması yönündeki çabalarını şu örnekle gösteriyor:
“Kastamonu'da bir vali. Önce şunu söyleyeyim, o seneler Cumhuriyet Bayramlarında Cumhuriyet Baloları olurdu, bu balolara şehirlerde yalnız devair rüesası denen dairelerin başkanları davet edilirdi; fakat onun girişimiyle bütün öğretmenler de daire başkanı gibi balolara davet edilirlerdi. Büyük şehirlerde de birçok öğretmeni olan her okuldan bir öğretmen temsilci olarak davet edilirdi.
Böyle bir baloda vali biraz geç kalmış, baloya geldiği zaman genç bir öğretmen ya bedava bulduğu içkinin etkisiyle veyahut başka bir şeyle valinin beklediği hareketi, saygıyı göstermemiş. Vali, ertesi gün Milli Eğitim Müdürüne, bu öğretmeni başka bir ilçeye tayin etmesini söylemiş, Milli Eğitim Müdürü de “niçin?”deyip sebebini sormuş, “böyle bir nedenle öğretmen yerinden edilemez” demiş; vali ısrar etmiş, birkaç kez vali ve milli eğitim müdürü görüşmüşler, olmamış. Muallimler Birliği de valiyle görüşmüş, “bu olmaz” demiş, fakat vali dediğinden vazgeçmiyormuş. Milli Eğitim Müdürü, Bakanlığa yazmış, Bakanlıktan bir müfettiş gelmiş, durumu usulen bir gözden geçirmiş, bu suretle durum Mustafa Necati'ye, bir taraftan İçişleri Bakanı'na intikal etmiş. İçişleri Bakanı, “valinin otoritesi kalmadı orada, bunu uygulamalısınız” demiş. Mustafa Necati olmaz demiş, nihayet mesele Atatürk’ün huzuruna kadar gitmiş. Anlatılınca, Atatürk “Canım, bunu niye bu kadar uzatıyorsunuz, bu kadar önemsiz iş üzerinde duran bir adam vali olabilir mi? Alın oradan o valiyi, mesele halledilir” demiş ve vali gitmiş tabii.”[6]
Mustafa Necati öğretmenlerin maaşlarındaki sıkıntı hususunda Mersin valisini şu şekilde uyarıyor ve İçişleri Bakanı’na da görevden alması çağrısında bulunuyor:
“Mersin öğretmenleri, onu kendilerine yakın buldukları için Milli Eğitim Bakanına doğrudan doğruya bir tel çekmişler, ‘biz şu kadar zamandır maaşımızı alamıyoruz’ diye, o zamanlar öğretmenlerin aylıkları vilayet bütçesinden ödenirdi. Mustafa Necati de Maarif Vekili olarak valiye tel çekiyor: ‘Öğretmenlerin maaşları bir hafta içinde ödenmezse, ben oradaki öğretmenleri, maaşları ödeyebilen bir vilayete nakledeceğim.’ Bir hafta içinde öğretmenlerin maaşları, aylıkları ödeniyor. Mustafa Necati, İçişleri Bakanıyla şu konuşmayı yapıyor: ‘Bu vali, eğer ödeyebiliyor idiyse niye öğretmenlerin aylıklarını ödemez, bu kadar geç bırakmıştır? Ödeyemiyor idiyse, nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda ödeyebildi. Bu adamla biz çalışamayız. Bunun valilikten ayrılması lazımdır.’ Böylelikle Mersin Valisi oradan ayrılır.”[7]
Mustafa Necati öğretmenlerin sadece özlük işleri değil sağlıklarıyla da bizzat ilgidir. Öyle ki hasta bir öğretmeni trenle göndermiş ve hastalığın seyrini takip etmiştir. Bakın M. Rauf İnan nasıl anlatıyor görelim:
“Bu kitabı yazarken bir öğretmen arkadaşım, Rıfat Gürses şunu anlattı: Kendisi bir köyde veya küçük bir kasabada öğretmen iken hastalanmış, Ankara'ya gelmiş, Milli Eğitim Bakanlığının kapısı önünde bir taşın üstünde oturuyormuş.
Bu arada birisi gelmiş, ilgilenmiş, ‘sen burada niye oturuyorsun?’ demiş; ‘ben öğretmenim, Milli Eğitim Bakanlığından beni bir hastaneye yatırmasını rica edeceğim.’ 'Yukarı gel, yukarı demiş; yukarı götürmüş kendi odasına. Bu, Mustafa Necati'dir. Hemen tel çektirmiş o zamanki sanatoryuma galiba, bu öğretmenin, yarın kendilerine trenle gönderileceğini, karşılayıp, yatırmalarını bildirmiş ve muhasebe müdürüne de ‘getir bana şu kadar para ver’ demiş. Rıfat Bey, yazısında da vardır, ‘bende para var.’ demiş. Ancak, O ‘Bir muallimde ne para olur, sen al bu paraları.’ diye ısrar etmiş. Mustafa Necati, öğretmeni bu şekilde çok değerlendir’ mistir. Nitekim, biz o zamanlar farkında olmadan görürdük, milli eğitim müdürleri, valiler bize karşı pek candan davranırlardı. Sonradan öğrendik ki, bu, Mustafa Necati'nin tesiriyle olmuştur. Bu yakınlık, bu içtenlik Hasan Ali zamanında da vardı. Onun zamanında da öğretmenler çok saygınlardı.”[8]
Öğretmenlik sevdası
Ragıp Uğural, Mustafa Necati’nin en büyük emelinin öğretmenlik yapmak olduğunu söyler:
“Mustafa Necati, bugün elimizde hiçbirisi bulunmayan dört deftere 1918'den sonra yaşanmış vakaları not etmiştir. Bu notlardan bazılarını Gazi Mustafa Kemal'e okumuş ve içlerinden birkaçının okuma kitaplarına alınmasını Gazi isteyince Necati şu cevabı vermiştir. “Paşam, ben halen Maarif Vekiliyim. Hayatta en büyük emelim, hasretini çektiğim muallim mekteplerini tesise muvaffak olduktan sonra bunlardan birisinde Tarih okutmaktır. Kısmetse o zaman bunları, içinde yaşadığımız hayat devrinin taze ve doğru hatıraları olarak çocuklarıma anlatmak isterim. Onlar, yetiştirecekleri nesillerin özünü inşa için milli cidalin havasına her zaman ihtiyaç duyacaktır.”[9]
Bakan olan birisinin bu emeli ne kadar ilginç ve daha da önemlisi ne kadar ulvi değil mi?

[1] Mustafa Necati Anma Toplantısı,Yay. Haz:A. Ferhan Oğuzkan, Türk Eğitim Derneği Yayınları, Ankara, 1995, s.94.
[2] Age, s.22.
[3] Age, s.26-27
[4] Age, s.38.
[5] Age, s.33.
[6] Age, s.33-34.
[7] Age, s.34-35.
[8] Age, s.35.
[9] Age, s.25.

& quot;