İnsan hakları farklı türden bütün hakların kaynağını oluşturan temel hakları ifade etmektedir. Kişinin ailede, okulda, toplumda, çalıştığı kurumda, yurttaşı olduğu ülkede vs. insan olmaya dayalı haklarının özünde insan hakları yer almaktadır. Bununla birlikte dünyadaki bütün insanların siyasi ve ekonomik ilişkilerinin insan hakları ilkelerine göre belirlenmesi önem arz etmektedir. Ancak çağımızda küresel ve yerel anlamda insan hakları söylemleri bir taraftan artarken, diğer taraftan ciddi boyutlarda insan hakları sorunlarının/ihlallerinin yaşandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin (İHEB) ilanında öncü olan ülkelerin geçmişte ve günümüzde yol açtıkları hak ihlalleri çağımızda temel bir insan hakları ikilemi olarak dünyanın önünde durmaktadır. Söz konusu sorunların önemli ölçüde söylem ve eylem farklılıklarına dayanması dikkat çekmektedir. Öyle ki başta bahsi geçen ülkeler olmak üzere, birçok ülke anlaşmalarda söz verdikleri taahhütleri yerine getirmemektedirler. Diğer taraftan yasal düzenleme ve hukuk maddelerinin her zaman için insan haklarını koruyucu mahiyette olmadığı ortaya çıkmaktadır. Birçok mevzuatın, yasal bir biçimde insan hakları ihlalleri yapmaya çanak tuttuğu açıkça görülmektedir. Buna göre hak ve hukuk ayrımının iyi yapılmadığı; hukukun çoğu kez hakkı öncelediği, hatta gölgede bıraktığı durumlarla karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla geçmişte ve günümüzde güç sahibi ülkelerin bazı maske ve kılıflar altında insan hakları ihlallerine neden oldukları ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda insan hakları ikilemlerini doğuran söz konusu ihlallere bazı örnekler göstermek mümkündür:
Avrupa’nın ortasında 1992-1995 yılları arasında Bosna ve Srebrenitsa’da yaşanan katliamlar/soykırımlar insan hakları konusunu özellikle Batı dünyası bakımından tartışmalı hale getirmektedir. 2003’de yaşanan Darfur (Sudan) sorununda ise Birleşmiş Milletlerin (BM) daimî üyelerinin takındıkları ikili tutum insan hakları ilkelerine tamamen aykırıdır. BM’nin kararına rağmen Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’ı işgal etmesi (2003) ise yine insan hakları bakımından arzu edilir bir dünyada yaşamadığımıza verilebilecek örneklerlerdir. Bununla birlikte ABD’nin “demokrasiyi yaygınlaştırma” adı altında birçok ülkeyi işgal etmesi söz konusu ihlallerin diğer boyutları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte on binlerce insan hayatını kaybetmesi insan haklarının temelini oluşturan yaşama hakkının yok sayıldığının göstergesidir. Günümüzde ise ABD’nin desteği ile İsrail’in Gazze’de yaptıkları doğrudan yaşama hakkının ve insan haklarının ihlali olarak kayıtlara geçmektedir. Diğer taraftan dünya genelinde ciddi anlamda ekonomik sorunlar ve yoksulluğun yaşandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Dünyanın belli bölgeleri refah ve bolluk içinde yaşarken başta Afrika olmak üzere dünyanın birçok bölgesinin yoksullaşması ciddi bir ikileme işaret etmektedir (C. Yeşilçayır, İnsan Hakları Felsefesi, s. 204-206). Söz konusu ikilem aynı zamanda temel bir insan hakları sorunu olarak kendini göstermektedir.
Çağımızda insanların yaşama hakkına, insan hakları sözleşmelerinde yer aldığı gibi riayet edilmemesinin ciddi ikilemlerine yol açtığı görülmektedir. İnsan hakları ihlallerine verilebilecek örnekler şüphesiz burada ifade ettiklerimizden çok daha fazladır. Bahsi geçen ülkelerden birçoğu ileri demokratik yönetimlere ve gelişmiş ekonomilere sahiptirler. Yaşanan ihlaller ve ikilemlerden hareketle BM’nin öncülüğünde ilan edilen Evrensel Beyannamenin (1948) oldukça tartışmalı bir durumda olduğunu söylememiz gerekmektedir. Dolayısıyla günümüz dünyasının çatışmacı yapısına ve BM’deki ciddi uzlaşı eksikliğine istinaden “Birleşmiş Milletler” yerine “Birleşememiş Milletler” ifadesini kullanmak yerinde bir tutum olacaktır. Çünkü BM’nin ve İHEB’in öncülerinin kendi koydukları kuralları kendilerinin yok saydıkları ortaya çıkmaktadır. Buna göre günümüz dünyasında çok yönlü insan hakları ihlallerinin yaşandığını söylememiz gerekmektedir. Dünya siyasetindeki söz konusu çatışmacı ve işgalci yapılanmanın yanında küresel olarak ciddi boyutlara varan sığınmacılık krizi ile karşılaşılmaktadır. Sığınmacılık sorunun temel nedenleri arasında işgaller ile yoksulluk ve açlık yer almaktadır. Dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süre zarfında beklenen ve arzu edilen insan hakları bilincinin gelişmediği anlaşılmaktadır. Çünkü dünyamızın insan hakları karnesi yaşanan ciddi ihlaller ve sorunlar nedeniyle oldukça zayıftır. Başka bir ifadeyle insan hakları ihlallerine dayalı paradokslar, küresel anlamda çağımızın temel sorunları arasında yer almaktadır.
Diğer taraftan sosyal anlamda aileden başlayarak toplumun diğer kesimlerine doğru yayılan çatışma ve şiddet durumları söz konusudur. Çocuklarını dinlemeyen ve kendi isteği doğrultusunda yetiştirmek isteyen ebeveyn tutumlarının yanında eğitim kurumlarında akran zorbalığı gibi birçok insan hakları sorununun yaşandığı görülmektedir. Aynı zamanda küresel ölçekte dünya siyasetinin çatışmacı ve savaş ekonomisine dayanan yapısı, temel bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte kavram kullanımı bakımından da bir ikilemin yaşandığı görülmektedir. İnsan hakları ve kul hakkı ifadelerin ortak bir yönü olmakla birlikte aralarında temel bir ayrım söz konusudur. Kul hakkı, kaynağını Tanrı’dan alan ve ümmet bilincine dayalı bir hak anlayışı iken; insan hakları doğrudan insan olmaya bağlı bir hak anlayışına tekabül etmektedir. Kaynağında doğal haklar olan insan hakları daha şümullü ve kapsayıcı bir hak türü olarak insanlığın tamamına yönelmektedir. Dolayısıyla insan hakları ile kul hakları ifadeleri aynı şey olmadığından dolayı günlük dilde kavram karışıklıkları yaşanabilmektedir. Dünya üzerindeki insan hareketliliğinin gittikçe arttığı gerçekliği göz önünde tutulduğunda temel hakların ifadesi bakımından insan hakları kavramının tercih edilmesi daha uygun olacaktır.
Görebildiğimiz kadarıyla çağımızda bilgi ve teknolojide sağlanan gelişmişliğe koşut olabilecek insani anlamda bir gelişmenin sağlanamadığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre dünyamızın insan hakları karnesinin oldukça zayıf olduğunun kabul edilmesi ve söz konusu sorunların çözümü için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Özellikle ekonomisini geliştirmiş ülkelerin vaatleri ile uygulamaları arasındaki tutarsızlık önemli bir sorun teşkil etmektedir. Dünya insanlığın ortak evi olduğundan bir yerde yaşanan hak ihlalleri dünyanın geneline olumsuz bir biçimde yansımaktadır. Bu bağlamda insanların yol açtığı küresel insan hakları sorunlarının çözümünün yine insanların verecekleri kararlarda olacağını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bununla birlikte insan hakları bilincinin yaygınlaşması bakımından ailede, toplumda ve okulda atılacak adımların oldukça etkili olacağını ifade etmemiz gerekmektedir. İnsan hakları bilinci yaygınlaştığı müddetçe öteki hak türleri olan kadın hakları, işçi hakları, çocuk hakları vb. alanlarda da bilinçlenmeler sağlanabilecektir. Aksi takdirde geçmişte ve günümüzde yaşanan insan haklarının sorunlarının ve ikilemlerinin devam etmesi kaçınılmaz olacaktır.
Kaynak ve Kaynak Önerileri:
Celal Yeşilçayır, İnsan Hakları Felsefesi, Konya: Çizgi Kitabevi, 2019.
Harun Tepe, İnsan Hakları Felsefesi, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2018.
Nurten Gökalp, İnsan Hakları Felsefesi, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2023.
Celal Yeşilçayır, Felsefi Bağlamda İnsan Hakları ve Barış Eğitimi, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2019.
Celal Yeşilçayır, İnsan Haklarında Kuşaklar Tartışması ve Bir Çözüm Denemesi, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 2020.
Celal Yeşilçayır, İnsan Haklarının Sağlanmasında Temel Bir Sorunsal Olarak Demokrasi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019.
Siyaset Bilim30 Haziran 2025 23:15