Hurdalık Üzerine: Sahici Bir Benliği Aramak
İnsanın kendi üzerine refleksiyonlar, sorgulamalar gerçekleştirirken çoğu kez bir “benlik/kimlik” krizini yaşadığı ve bu bağlamda olmasını istemediği bir kişi, olmasını istemediği bir adam ya da olmasını istemediği bir kadın(lık) bağlamında bazen kuşkulu, çoğu kez haklı ve bazen de çelişkili bir durumu yaşadığı söylenebilir. Fakat gerçek şu ki, bildiğimiz anlamda sahici bir toplumsallığın artık neredeyse mümkün olmadığı bu harikalar evreninde gerçekten "kendi"mizin olduğu sahici bir benliğe ve sahici bir kimliğe sahip olmamız ne kadar mümkün olabilir? Öyle ki herhangi bir şeyi niçin seçtiğimize dair, bir şeyi neden yaptığımıza dair, herhangi bir şey hakkındaki fikrimizin tam anlamıyla kendimize özgü bir bakış açısının ürünü olup olmadığına dair bir şeyler söylemek çok güç.
Türlü teknolojik olanaklarla doğa üzerinde devasa bir tahakküm kuran -ve doğal olarak bununla gurur duyan- insan failinin ilginçtir ki tam da kendi geliştirdiği teknolojilerin tesiriyle uysallaştığı, mekanikleştiği, oyuncak durumuna indirgendiği, kolayca baştan çıkarılabilen, ayarlanıp yeniden dizayn edilebilen bir gadget’a, bir çeşit alet edevata dönüştüğü söylenebilir. Demek ki işler "güzelce" planlanıp tasarlandığı kadar güzelce gitmeyebiliyor. Bunca nesneleri üreten insanlık kendi yarattığı nesneler karşısında denetimini yitirebiliyor. Georg Simmel bu tip bir olayı bir çeşit “kültürün trajedisi” olarak nitelendirmiştir. (bkz. Simmel, Bireysellik ve Kültür, Metis Yayınları, 2009 )
Güneş tüm ışıltısı ve aydınlatıcılığıyla en tepedeyken dahi karanlık şeyleri düşünmek enteresan bir durum olsa gerektir. Ama zaten bu yargımızda haksız isek, pekala o zaman psikologlar neden danışanlarının en derinlikli, karanlık problemlerini gün yüzüne çıkarma gayretindedirler devamlı? Demek ki karanlık duygusu ve düşüncesi daha ağır basıyor görünmektedir. Dahası gizemli şeylere daha çok ilgi duymamız da bu yüzden olsa gerektir.
Yine de çok az bir ışık var fakat bu yetmez. Bir çeşit alacakaranlıkta yaşıyoruz sanki. Demek ki ancak biz kendi kendimizi ışıtabilir ve aydınlatabiliriz.
Toplumsal hayatımızın biricik sahici karakterine yeniden sahip olmamız için, her türlü propagandatif, simüle edici, yanıltıcı, sahte duyguları ve sahte zevkleri bize empoze eden bu sahte harikalar dünyasının karşısında gerçekten ihtiyacımız olan şeyin tam olarak ne olduğuna karar vermek çok güç. Devasa simülasyon merkezleri gerçek sistemlerden daha fazla çalışıyor. Siz karar vermek yerine reklam ajansları ve propagandalar sizi daha fazla yönlendirme gayreti içindedirler. Ancak yine de bunun farkına varabilmek imkansız değildir. Ve eğer gerçekten karar verebilirsek -Kierkegaardcı bir deyişle "karar anı" ki bu çok önemlidir- o zaman işlerin yolunda gitmesi mümkün olabilir. Bu bakımdan "hurdalık" metaforunu kullanmak istiyorum. Peki ama hurdalıktan kasıt neyi ifade ediyor olabiliriz?
Basitçe gerçekten bize ait olamayacağını düşündüğümüz her şeyi hayatımızdan söküp atabiliriz. Böylece eski veya eskimiş, yıpranmış, pörsümüş, işe yaramaz şeyleri hıurdalığa atarız. Ancak benim hurdalıktan kastım yalnızca eskiyen, bozulan, işe yaramayan, ıskartaya çıkmış olan ürünleri değil, işin enteresan tarafı tam da bize en yeni, en cafcaflı, en parlak, en şaşalı, en güzel diye sunulan pek çok "yeni" şeylerin de hurdalığa atılması anlamında bir hurdalık fikrinden söz ediyorum. Hatta bizim bildiğimiz anlamda hurda olanların, iddia ettiğimiz türden hurda olmayandan daha az hurdalık değerine sahip olduğunu bile iddia edebilirim.
Bu bakımdan sadece "biçimsel" anlamda bir değişime değil, "özsel" anlamda da bir değişime ihtiyacımız olduğu söylenebilir.
...........................
Hamit Ölçer, Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyoloji, Doktora