Prof. Dr. İsmet Emre
Kategori: Coğrafya - Tarih: 23 Mayıs 2025 10:19 - Okunma sayısı: 185
Kusursuz Doğanın Kusurlu Çocuğu: İnsan
Prof. Dr. İsmet Emre
Doğa kendi işini kusursuzca yapıyor. Hiç kimseye, hiçbir bir şeye ihtiyaç duymadan Tanrısal bir döngüyle yorulmadan, bıkmadan, usanmadan bir mevsimi ötekine kavuşturuyor, her saniyeyi ötekiyle buluşturuyor. Bozulmayan bir saat gibi baharı mutlaka yaz ile yazı güz ve onu da kış ile müjdeleyip kendi bütünselliğine halel getirmiyor, büyüleyici bir edayla her bir boşluğu tam da olması gerektiği biçimiyle dolduruyor; noktayı çizgiye, çizgiyi daireye, onu türevleşmeye hazır sayısız şekillere dönüştürüyor, bir noktadan elde ettiği açıklı koyulu çizgilerle olabilecek en harika görüntüler üretiyor. Işığı nesneyle dans ettirip oradan en parlak renklere uzanıyor, o parlaklıktan hareket, o hareketlerden dansa uzanan hareket sanatının teorisini kuruyor. Sahne o kadar muhteşem, öylesine göz kamaştırıcı ki hangi mevsime baksanız oradan sayısız güzellikler elde etmeniz mümkün. Baharın diriltici coşkusu, yazın olağanüstü meyveleri, güzün kendine özgü hoşluğu, kışın kusursuz sükutu hep o bütüncül iradenin ürünü ve insan da buna dahil.
Mesele insana geldiğinde bir an duruyor, düşünüyor, sonra karar veriyorsunuz: Eğer iş sadece doğaya kalsa belki de sonsuza kadar devinip duracak bu birbirinin sebebi, birbirinin bütünleyicisi olan akış hiç bitmeyecek diyorsunuz. Ta ki insan gelene, sahneye çıkana, o sisteme çomak sokana kadar… Ve onun sahnede görünmesi doğayı korkutuyor, irkiltiyor, olağan akışını bozmasına, olağanüstülüğüne halel gelmesine yol açıyor. Aslında o da, insan da doğanın ritmine uysa hiç sorun kalmayacak. Güneşi incitmese, ayı koparıp almaya çalışmasa, yıldızların saçını çekmeye, toprağın böğrünü delip ciğerini deşmeye yeltenmese belki her şey çok farklı olacak. Gelgelelim, insan bu, tırnaklarını bırakın başkasına, kendine geçirmeye her an hazır, içindeki yapıcılığı her an susturan, yıkıcılığın sesini sonuna kadar açan bir kibir abidesi… Kibriyle önce doğaya, sonra hemcinslerine efendi olmayı görev addeden, doğayı da beşeriyeti de mülküne dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan bir ateş topağı, bir ego abidesi… Hayata öyle bir bakışı var ki bu kibrin, sanki evreni de doğayı da kendini de o yaratmış, sanki ezeli ve ebedi her türden oluşun sahibi kendiymiş, sanki hastalık yokmuş, ölüm yokmuş ve sadece kendi varmış ve hep o kalacakmışçasına bir cakayla dolaşıyor ortalıkta. Evet, elbette diyor, en büyük benim; dünya benim, geçmiş benim, gelecek benim, ben her şeyim… Ve bu Tanrılık iddiasının faturası kendini açgözlülük olarak pratikleştiriyor. İçindeki ses ne vakit kendine yetecek kadar malın var, mülkün var, yedi ceddine yetecek birikime sahipsin, daha ne istiyorsun diye sorsa verdiği cevap aynı: Daha çok, daha çok, en fazlasını istiyorum. Doğanın kaynakları sınırlı ve ancak her bir kişiye ihtiyaç duyduğu kadarını vermeye hazırken hepsini isteyenlerden arta kalan sadece başkalarının sefaleti oluyor. Bir taraftan saraylar yükselirken öteki taraftan viraneler boy gösteriyor. İnsanın açgözlülüğü insanlığın acıkmasına, insanın karnını sonuna kadar şişirme isteği beşeriyetin yoksullaşmasına neden oluyor. İnsan önce kibri, sonra açgözlülüğüyle doğanın ritmini bozuyor, akortlarıyla oynuyor ve atmosferin şarkısı bir an kuru kalabalığa, hatta dehşetengiz bir gürültüye yol açıyor.
Hikâye burada bitmiyor elbette. Açgözlülük mülkiyet hırsına dönüşünce o da azgın şehvetleri besliyor. Güneş sadece benim tenimde gezinsin ve ötekiler karanlıkta kalsın, dünyanın bütün besinleri benim mideme dolsun ve ötekiler aç kalsın, pamuk tarlaları sadece bana çalışsın ve ötekiler çıplak gezsin, dünyanın bütün tensel zevki benim olsun ve ötekiler zevk almaya derman bulamasın… Tabii ki burada göğe yükselen talep hepsini alamayanlarda hepsini alamamaktan kaynaklı bir öfkeyi, hepsini alanlara karşı ellerinde hiçbir şey olmayanlarda başka bir öfkeyi doğuruyor. Yukarıdakiler, azgın taleplerden gövdeleri şişmiş olanlar az bir rahat eksilmesinde aşağıdakilerin üstüne öfke kusarken, aşağıdakilerin dışarıya püskürtemedikleri öfkeler de içlerine akıyor… Doğanın yarattığı o muhteşem kombinasyon içeriden ve dışarıdan öfke kasırgalarıyla sarsılırken kendisi de bundan nasibini alıyor. İklimler değişiyor, düzen bozuluyor, kıtlıklar yaygın hale geliyor.
Bütün bu süreçlerde doğanın bize öğrettiği bir başka hakikati de unutmak zorunda kalıyor: Toprak çimeni, çimen çiçeği, çiçek böceği, böcek atı kıskanmadığı halde biz çalışarak hak etmişleri de bizden çok daha güçsüz oldukları halde bizden çok daha iyi hayatlar yaşayanları da kıskanmaya başlıyoruz. Doğal olarak aşağıdakiler yukarıdakileri kıskanıyor, yukarıdakiler aşağıdakilere zulmediyor ve her ikisi de bundan zarar görüyor. Üstelik kıskançlığın imrenmeye dönüştürüleceği bütün kanallar kapalı ve üstelik kıskançlık nefrete, o da öç almaya dönüştüğü için dünyanın yeraltı sularından kan akıyor, o kan, bulduğu en zayıf noktadan dışarı çıkarak ruhlarımızı kırmızıya boyuyor…
Yazık ki tembellerin ödüllendirildiği, çalışanlara mülakatlar uygulanan zalim bir çağdan geçiyoruz. Ve doğa bunu yapmazdı. Doğa insana insanın yaptığını asla yapmazdı. Kim ne kadar çalışıyorsa o kadarını verir, kim neyi talep ediyorsa ona ona reva görürdü. Doğanın kendine özgü adaleti yine onun mutlak işleyişinin garantisidir ve insan, kendi adaletini doğaya dayattığı için sadece insan fıtratı değil doğanın dengesi de bozuluyor. Yazık ki insanı aynası olarak konumlandıran doğa orada kendini paramparça temaşa etmek zorunda kalıyor. Yazık ki insan kendi kırık aynasını doğaya dayatarak o camları doğanın en nahif yerlerine dokunduruyor, kendi zalimliğinin faturasını doğaya da çıkarıyor. Ve yazık ki bu nobranlık ile oburluk katlanarak devam ettiği sürece bu dünyadan sadece insan sağ çıkamayacak ama aynı zamanda doğanın kendisi de yok olacak… Kolaylaştırmak varken zorlaştırmak insana mahsus ve bu da onu sahnenin kahramanı olmaktan çıkarıp en kötü karakterine dönüştürüyor. Film bitmedi: Bu kötü karakteri seyretmeye devam ediyoruz. Öndeler, yukarıdalar ve kötülük yapmayı sürdürüyorlar…
05 Ağustos 2025 17:28
17 Ağustos 2025 11:30
10 Ağustos 2025 19:41
01 Ağustos 2025 16:49
21 Ağustos 2025 14:06
22 Ağustos 2025 11:43
16 Ağustos 2025 10:56
02 Ağustos 2025 16:27
05 Ağustos 2025 21:09
05 Ağustos 2025 13:21