Prof. Dr. İsmet Emre
Kategori: Sosyal Bilimler - Tarih: 13 Nisan 2025 15:24 - Okunma sayısı: 159
Yürümek durmaktan iyidir. Dışarı çıkmak eve mahkum olmaya, düşünmek saplanıp kalmaya yeğ tutulmalıdır. Aristo varoluşu hareket ile ilişkilendiriyor ve bu, her durumda bu dünyaya ait oluşun anahtarıdır. Donmuş olmanın türevlerinden biri olan durmak, bir yere sabitlenmek kendiliğinden oksitlenmeyi, işlevini yitirmeyi ve varoluş amacından uzak düşüşü ifade eder. Bu da doğal olarak hareket edenlerin duranlar üzerindeki hakimiyetini haber verir. Dünyanın bütün kilitleri bulundukları herde dururlar. Dünyanın bütün anahtarları hareket etmeyi beklerler ve anahtarlar o kilitleri açmak için yerinden hareket etmediği sürece bütün kapılar kapalı kalacak; kapalı kalan evler, odalar pas tutacak, duvarları nem kapacak, tavanları örümcek ağı kaplayacaktır.
Kımıltının metafiziği hayatın metafiziğidir. Oluşun başlangıç noktası bünyeden içeriye oksijen sızıntısıdır. Düşünmenin başlangıç noktası ise düşüncenin zihne nüfuzudur. Bedeni taş olmaktan çıkaran şey, -her bir organın, bir saatin ilk başlangıcında olduğu, başladıktan sonra durmama gerekçesinin dayandığı asli ilkede olduğu gibi- onu oluşturan bütün ögelerin kendilerine özgü hareketi kendilerine özgü biçimde yapıp eylemeleridir. Organlardan birinin durması, ötekini tetikler ve böylece hastalık başlar. Bedensel, ruhsal veya zihinsel bütün ışıltıların garantörü harekettir. Bu sebeptendir ki ayaklar beden sağlığının, duygular ruh sağlığının, düşünceler ise zihin sağlığının vazgeçilmezidir. Bedeni mekanla buluşturan ayakları, içdünyayı duygularla buluşturan yüreği, insanı düşüncelerle buluşturan zihni diri tutmak, onu her daim ayakta ve hareket halinde kılmak gerekir. Sağlıklı bireyler de sağlıklı toplumlar da hareketi bilen, hareket eden, yola çıkan, yolda olan, yürüyen, yolu ve yolculuğu yaşam biçimine dönüştürmüş olanlardır.
Meseleyi bireysel zeminden toplumsal zemine çektiğimizde de durum bundan farklı değildir. Durağan, atıl toplumlar hasta olanlardır. Hastalık acizlik, acizlik muhtaçlık demektir. Hareket eden, belirlediği yönde yürüyen toplumlar ise sağlıklı, cevval olanlardır. Sağlık özgürlük, özgürlük mutluluk demektir. Hareket eden iklimlerden baharlar, hareket eden coğrafyalardan dirilik, hareket eden kıtalardan güç doğar. Avrupa’nın öteki kıtalar üzerindeki hakimiyetinin en önemli sebebi, hareketli oluşudur. Öteki kıtaları dolaşmaya karar verişi, bu kararın arkasında duruşu, uygulayışıdır. Batı modernleşmesinin en büyük tetikleyicisinin serüvencilik ruhu olduğunu hepimiz biliyoruz. Modernleşme, hayatın ve uzamın her alanında hareket edenleri ödüllendirirken, duranları, kendi ekseni etrafında dönenleri cezalandırmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse durmak, durdurulmak bir ceza sistemidir aynı zamanda. Esaret, bir bakıma bulunduğu yere hapsedilmiş olmaktan başka bir anlam ifade etmez. Bugün, dünyanın neresine bakarsak bakalım, duran toplumların hareket eden toplumlara tabi kılındığını; birincilerin, ikincilerin kölesi addedildiğini görürüz. Üstelik bunun bireysel bir tasarrufun değil kolektif şuura dönüştürülmüş genel bir algının ürünü olduğu da ortadadır. Afrika’nın iğdiş edilmiş, kendine yabancılaştırılmış toplumlarının Avrupa; Ortadoğu’nun uyuşturulmuş, kişiliksizleştirilmiş toplumlarının Amerika’nın gözü ve zihni aç toplumları tarafından sömürülmesi en uçta temsil edilen iki örnektir. Durum sadece kıtalar ve ülkeler arası bağlam için geçerli de değildir üstelik. Bir ülkenin kendi iç dinamikleri açısından da böyledir. Bugün hangi Ortadoğu ülkesine bakarsak bakalım hareket edenlerin duranlar üzerinde bir tahakkümüyle karşılaşırız. Yukarıda olanların gözü tasallutçular, aşağıda duranların ise ya gözleri kapalı veya gözleri kapatılmış, mahrumiyet içinde debelenip duran köleler olduğunu görürüz.
Esir olmak, köleleştirilmek sadece fiziksel olarak bir mekana kapatılmak değildir. Zihninin üzeri kabuk bağlanarak düşüncesi akışkanlığından alıkonulmak da köleleştirilmektir. Açlığa, sefalete alıştırılmak da esir edilmektir. Eğer bir toplumda açlık, susuzluk, yoksulluk, maddi ve manevi sefalet dizboyu olduğu halde insanlar hala hallerine şükrediyor ve kendilerinden yukarıdakileri değil aşağıdakileri emsal görüp hallerine razı oluyorlarsa körlüğün de kötürümlüğün de bulunduğu yere yapışmanın da doruk noktasını yaşıyorlar demektir. Ve bunun, bu bataklığa saplanışın tek panzehiri vardır: Dışarı çıkmak, yürümek, bedeni, ruhu ve zihni akışa emanet etmek… Yürüyüş bu sebepten büyülü bir kelimedir ve burada yürüyüşü engellemek isteyenler elbette bizi bu sefalete mahkum edenler, bizi evlerimizde oturmaya davet edenler elbette statükonun devam etmesini isteyenlerdir. Çünkü gerçekten de durumu değiştirmenin tek yolu hareket geçmektir: Düşünceyi zihinle buluşturmak, duyguyu kalbe akıtmak, kanı ayaklara seferber etmektir…
Lanetlemeli, yasaklamalı değil, yürüyüşü övmeliyiz. Kınamalı, cezalandırmalı değil yürüyenleri onurlandırmalıyız. Dünyayı, onunla birlikte insanlık onurunu acizler, hastalar, kalbi mühürlenen insafsızlar değil sağlıklılar, yürüyüş yapanlar, kalbi özgürlük için atanlar kurtaracak. Kötüler dondurur, mahkum eder, iyiler harekete geçirir, özgür kılar çünkü… Dünyada sokakların evlerden daha pis koktuğu hiçbir yer yoktur. Evleri oksijenle buluşturmak için pencereyi açmak gerekir.
01 Temmuz 2025 09:55